
1990 ’lı yıllar sadece New York gece hayatı icin değil, tum New York şehri icin şaşırtıcı zamanlardı. Sinir krizi salgını zirve yapınca cinayet olayları rekor seviyeye ulaştı. Terk edilmiş binalar cinayet mahali haline geldi ve 1994 ’te Belediye Başkanı Rudolph Giuliani ’nin tartışmalı yonetimi sebebiyle fuhuş sokaklara yayıldı.
Giuliani ’nin “Yaşam Kalitesi” kampanyası kapsamında, New York Polis Departmanı kucuk suclar işleyen insanlar uzerinde baskıya başladı. Daha sonra belediye başkanı gece kuluplerini hedef aldı ve yeraltı sahnesini, yabancılara yonelik bir DIY alanından servisin yapıldığı ve dans pistlerinde kanepelerin yer aldığı kurumsal bir alana, mega kuluplere, donuşturecek donuşturecek baskınlar duzenledi.
90 ’lı yıllar, Manhattan ’da partileyip banklarda uyunduğu, calışıldığı ve yaşayabilme duygusu ile gelen “her şey yolunda” soylemine sığınılan, bohem New York yaşamının son durağıydı. Danimarkalı sanatcı Jacob Fuglsang Mikkelsen, bu bohemyadaydı ve şehir merkezindeki avangard sahnenin merkez ussu olan East 27th Street ’teki Gershwin Otel ’de studyo actı.
Gershwin; Ultra Violet, Billy Name ve Paul Morrissey gibi Warhol efsaneleri; Susanne Bartsch, Amanda Lepore, Sophia Lamar ve Junior Vasquez gibi gece hayatı ikonları ve Quentin Crisp, Danny Fields ve Marcia Resnick de dahil olmak uzere sanatcılar, yazarlar ve armaturlerden oluşan lezzetli bir karışım oluşturmuştu.
Şimdi Mikkelsen ’in bu donemde yaptığı calışmaya yakından bir bakalım.
Jacob Fuglsang Mikkelsen, adını avangard parti manzaralarının Holden Caulfield ’ı olarak tarihe yazdırdı.
Kendisini Holden Caulfield olarak adlandıran Mikkelsen, av tufeğinden ziyade bir kamera ile donanmıştı. Sahnede fotoğrafladığı insanları iceren, Catcher in the Eye başlıklı dizisi ile bir performans eseri ortaya koydu.
Mikkelsen ’in fotoğrafları, şehri olduğu gibi koruyor: Ozgurluk, bağımsızlık ve kendini ifade etmenin gercekustu bir fantazması.
Mikkelsen ilk kez Gershwin Otele gittiğinde yıl 1993 ’tu. Burası eski hukumluler ve evsizler icin bir ev gibiydi, bazı katlar pansiyon olarak kullanılmak uzere yenilenmişti.
Mikkelsen, o donem odasının masrafını odemek icin otelin ic tasarımcısı, ic mimar Lynne Packwood ’un asistanı olarak calışmış.
Sanatcı, San Francisco ’da bir sanat okuluna gittikten sonra Gershwin Otel ’e geri donmuş.
Otele dondukten kısa bir sure sonra Lynne ile romantik bir ilişki yaşamaya başlamışlar ve o buralarda yokken Gershwin ’de nelerin değiştirini gorunce cok şaşırmış. 1999 ’da kalıcı olarak buraya taşınmış.
Mikkelsen, kendisini gece okulunda “Hanging Out” sanatıyla tanıştıran Gordon Sander ’in evinde yazarlarla arkadaş olmuş.
Billy Name, evdeki fotoğrafcıymış. O gece, deneyimlerini ve bilgilerini onunla paylaşan bir aileyle tanışmış duygusunu hissetmiş. Billy Name ’in kendisine buyuk babası Alf ’i hatırlattığını soyleyen Mikkelsen, bu sadece hayalini kurabileceğim bir şeydi diyor.
Otele “MA 13—Museum of Art 13 Floors” adı verilmiş.
Otelin her katında farklı sanatcıların eserlerini iceren sergiler acılmış.
Catcher in the Eye projesi, sanatcının zihninde 1996 ’da “Catcher in the Rye” romanını okurken belirmeye başlamış.
Bu kitabı ona, kendisinin Holden Caufield ’i hatırlattığını soyleyen Lynne vermiş.
Sanatcı verdiği roportajda, “New York ’un yeraltı kulubu ve sanat sahnesinde elinde kamera, fotoğraf ceken tek kişi neredeyse bendim.” diyor.
“Anton Perich ve Billy Name, herkesin tam ortasındayken belli bir zamanı, belli bir enerjiyi, yaşanılan bir sahneyi deneyimlemenin ve yakalamanın gercekten onemli olduğunu gosterdi.”
Fotoğrafladığı kişiler icinde Quentin Crisp ile yaşadığı deneyim favorisiymiş.
“Quentin Crisp, New York ’taki partiler icin Gershwin ’e geldiğinde Sting ’in ‘Englishman in New York ’ şarkısını resmediyordu. Sergi acılışı icin ona el yazısı bir davetiye gonderdim. Acılış saati 19.00 idi ancak Quentin, AM ve PM ’i karıştırdı. Kucuk, tatlı bir bayana benzeyen adam 80 yaşın ustundeydi ve hic Empire State Binası ’nda bulunmamıştı. Neyse ki bir guvenlik gorevlisi Quentin ’i tanıdı. Nobetcinin buyuk bir hayranı olduğu ortaya cıktı ve gosterinin başlama saatine kadar tum gun Quentin ile ilgilendi. İlgisi Quentin ’in dikkatini cekti ve daha sonra kim olduğunu, tarihteki onemini bilen her insanla fotoğraf cektirerek şehre bakan pencerelerden birine oturdu.”
Mikkelsen ’e gore 90 ’ların gece hayatını eşsiz yapan şey, house music, ecstasy, Special K, acık barlar, yukselen bir borsa ve henuz acılmamış olan web balonu tarafından beslenmesi.
Ona gore etrafta harcayacak parası bol olan genc, havalı, zeki ve yaratıcı insanlar o donemde cok fazlaymış.
Kaynak