
Once sabahın koru cocuklarını tanımak lazım. Bunlar aslında işinde gucunde tipler, ama tam olmamışlar, olamamışlar; sistemin icinde virus gibiler. Beyaz yaka gorunumluler, kabul. Ama bıraksan ya bağ bahce işlerine girecekler, ya boyle roadtripler bilmem neler. Yani bunlar aslında yanlış yerde olanlar. İstemeden boyle olmuşlar, şimdi ne yapsınlar? İyi uyuyamıyorlar haliyle. Daimi bir ic sıkıntısı. Bize de mi sabah 8, akşam 5 hali. Bunların mevcut hali boyleyken, ustune bir de Mart gelince, yaşamak gercek bir mucadeleye donuşuyor.
Sabahın koru cocukları bilir, cunku onlar camdan bakmayı severler
Gecenin eli gunduze uzanır. Her gun, bıkmadan usanmadan, tutamayacağını bile bile uzanır, dener en azından, oyle bakmak lazım. Hatta aramızda kalsın, tutamayacağını bildiği icin rahat rahat uzanır. Gunduzun de hoşuna gider hep bir caba olması hali. O da geceye uzanır zaten. O da dener hep, hakkını yemeyelim. Sonra, o alacakaranlık dediğimiz birleşmede, ne gece gecedir, ne de gunduz gunduz. Ortada el mel kalmaz. Uzanmak, yerini icice gecmeye bırakır. Kısa surer. Cunku kimse kendi değildir o anda. Temas? Yani basit bir yer değiştirme hali? Belki.
İlk ışıklarla beraber, sabahın koru cocukları buyurler. Adam olurlar, kadın olurlar, hemen bir ciddiyet takınır ve işe giderler.
Ofiste de camdan bakar onlar. Nasıl ama? Yine resmen mart. Hava nasıl da insafsız, nasıl da gaddar, nasıl da hassas. Mart dediğin, kazma kurek mi sahiden? Hayır tabii ki. Mart bundan cok daha fazlası. Mart tam bir aşık, bir bakarsın cıvıl cıvıl, kandıran gulucukler atan, dudağının kenarı mimik kaynayan… Bir bakarsın buz gibi, nasıl da yabancı, o soğuk bakışlar… Ama dun cok guzel değil miydi?
Peki şimdi biz; sabahın koru cocukları, ne giyelim? Bir isyanlar, bir haller. Oysa Mart ilgi ister, incelik ister.
O şemsiyeyi ne olur ne olmaz cantana koy ister, ince ve ustuste giyin, her an her şeye hazır ol ister. Yanında bir bere de bulundur, hırka da, kısa kollunu giy ama hemen atletini cıkarma ister. Mart, sen hep arafta kal, hep onu duşun ister. Aksi halde de bir cırpıda harcar seni. Ya sırılsıklam sıcan gibi girersin o ofise, ya da vıcık vıcık terlemiş.
Yalnız, cok ilgilenirsen de Mart ’ı yaşayamazsın. Boyle bir durum. Her şeyi Mart ’a gore yapınca, Mart ’ın diğerlerinden farkı kalmaz birden.
Mart ’ı Mart yapan ne varsa unutur, bir mekanikliğe kapılır gidersin. Sonra Nisan gelince, Nisan ’ı başka zannedersin. Bu işler boyle. Bunun bir ayarı var. Bu da Mart ’a karşı bizim kozumuz işte zaten. Mikail bizden yana değil bu arada, Mart ’la gayet koordine calışıyorlar kendi aralarında. E biz sabahın koru cocukları olarak, ki bir de buyumuşuz, sessiz kalır mıyız? Kalmayız tabii ki.
O zaman bu oğle tatilinde hic gitmediğimiz bir yere gidelim mi? Orda bizi buken carklardan bahsederiz.
İcinden cıkamadığımız kredilerden, cocuğun okul masraflarından ya da hala bulunamayan bir kocadan. Boş veririz sonra da, birer kadeh şarap iceriz caktırmadan. Uzerine kahve, sonra da sakız ciğneriz; mentollu. Kravatlarımızı cıkarır, rujlarımızı sileriz hem. Olmaz mı? Hem Mart sever bu hareketleri. Duvardaki resimden bahseder, birlikte camdan bakarız. Biz sabahın koru cocukları, yeterince cok bakabilirsek camdan, belki cıkarız.
Olmuyor mu? O zaman bu akşam eve yuruyerek gider miyiz? Servisten erken inmek mesela? Ya da arabayı ofiste bırakmak.
Sahile ineriz, bisiklet kiralarız. Olmaz mı? Hala bir kac saatimiz var. Oturup Mart ’ı izlemez miyiz bir yerlerden. Biraz terleriz, sonra dinlenirken biraz da uşuruz. Yaşadığımızı hissederiz. Bakarsın hasta oluruz. Ama unutmamak lazım; Mart, hem hasta eder, hem hasta sevmez. Denge kurması epey zor. Zaten kolay olunca da tadı olmuyor. Baksana iki haftamız daha var, iki salı daha dayanır mıyız? -bunlar pazartesi ’yi icselleştirmiş artık-, peki iki cumartesi daha yapar mıyız? 😉