
Cannes Film Festivali, 2014 odullerini acıkladı; biz de, belki de bir senedir ilk defa “yalnız ve guzel ulkemizle” ilgili olan bir video ’ya huzunden ya da ofkeden değil sevincten ağladık. (Bu satırların yazarı, oduller acıklandığında zıplayan Demet Akbağ ’a gozleri dolu dolu gulumserken, bunu duşunuyordu.)
Nuri Bilge Ceylan ’ın Kış Uykusu, bu senenin belki de bu kadar buyuk kitlelerce bilinerek saygı duyulan tek filmi (Oscar ’lardan gelen ve daha farklı sebepleri olan saygıyı saymazsak) oldu. Biz de, biraz da gururumuzu bir kez daha taclandırmak icin, 2000 ’den bu yana, bu statuye ulaşmış diğer filmleri sayalım dedik.
Duvarımdaki Afişler 2000 ’li yılların Altın Palmiye almış filmlerini keyifle sunar.
2013: Blue is the Warmest Colour
İyi ki sadece Film Ekimi değil, Başkasinema da var diyerek salonlarda izleyebildiğimiz bu film, ovgu uzerine ovgu alarak ciddi bir popularite kazandı. Bunda Spielberg başkanlığındaki Cannes jurisinden buyuk odulu kapmasının ve bu odulu kapan ilk eşcinsel sinema orneği olmasının da payı buyuk. Bir de yine Cannes ’dan odulle donen başrollerinin başarılı oyunculuklarını unutmamak lazım.
2012: Amour
Neredeyse her film eleştirisinden alnın akıyla cıkan Amour o kadar iyiydi ki, Cannes jurisi daha iki sene once (bkz. 5. madde) verdiği odulu bir kez daha Haneke ’ye vermekten cekinmedi. Aşkı gercek haliyle anlatan filmlerin yeri zaten ayrı, bir de bunu Haneke ’nin yaptığını duşunun. Sonra neden Altın Palmiye aldığını anlayacaksınız.
2011: The Tree of Life
Herkesin ya nefret ettiği ya da hayran kaldığı filmlerin odul almasına alışmış olmanız gerekiyor. Terrence Malick ’in bu filmi de tam olarak onlardan. Ne yaptığını bilmiyormuş taklidi yaparak bir ustalık işi ortaya koyan kamera tarafından suruklendiğiniz film, bir aile uzerinden yaşamı, onun uzerinden de tum evreni anlatıyor. ‘Anlatmayalım, yaşayın ’ filmlerden.
2010: Lung Bunmi Raluek Chat
Amiyane tabirle “dikkat ceken isim”lerden biri olan ve ismini soylemeyi gectim, doğru yazamadığımız Apichatpong Weerasethakul, “Cannes ’ın galibi Tayland yapımı bir film oldu” denmesine sebep oldu 2010 ’da. Amcam Onceki Hayatlarını Anlatıyor ismiyle bildiğimiz film, baştan aşağıya bir sembol ya da gorsel bir şolen yaratan anlamsızlıklar silsilesi. İki şekilde de iyi bir “cağdaş sinema orneği.”
2009: The White Ribbon
Geniş zamanda, gundelik hayatın rituelleri ile şiddeti, moderniteyi, boyun eğmeyi ve aileyi dolayısıyla da toplum ilişkilerini anlatan Haneke, şimdiki zamanda da farklı bir şey yapmıyor ve Beyaz Bant ’ta da tum bunları yaşayan cocukların bir taraftan da nasıl savaşa hazırlandıklarını / savaşın nasıl da tum bunlarla yoğrulan cocuklara hazır olduğunu anlatıyor.
2008: Entre Les Murs
Entre Les Murs, bir ilkokul sınıfı icerisinden, Fransa ’daki ‘otekileri ’ anlatıyor. Altın Palmiye kazandığı senenin juri başkanı Sean Penn ’in kusursuz olarak adlandırdığı film, oy toplarken cok zorlanmadı sanıyoruz. Orijinal adı Duvarlar Arasında anlamına gelen, bizde ise Sınıf ismiyle festivale gelen filmin başrolu aynı zamanda filmin esinlendiği kitabın yazarı. Kucuk oyuncuların hicbiri ise profesyonel değil -filmi izledikten sonra kamera arkası goruntulerini izlemenizi şiddetle tavsiye ederiz…
2007: 4 Months, 3 Weeks, and 2 Days
Son 10-15 yılda bize de kendini fark ettirmeye başlayan Romanya sinemasında, 2007 ’de aldığı bu odul de kanıtıdır ki, onemli şeyler oluyor. Soz konusu film kısaca 1987 ’nin Komunist Romanya ’sında, başka caresi olmadığı icin kurtajı yasa dışı yollarla yaptırmak zorunda kalan genc bir oğrencinin ve ona yardım eden arkadaşının hikayesini anlatıyor. Filmin onemi/guzelliği, hikayesine bundan daha fazlasını dahil etmemesinde, zira film boyunca sadece bu kurtajı ayarlama cabasını ve de hemen ardından olanları izliyoruz. Ancak soylemeye gerek bile yok, bir iyi yonetmenlik orneği olarak ‘cok şey ’ anlatıyor bize film. Bir kadın (ustune bir de Turkiye ’de kadın) olarak izleyip etkilenmemenin imkanı yok…
2006: The Wind That Shakes the Barley
1920 yılında hikayesini başlatarak IRA ’yı konu alan bir film yapan Ken Loach, gizlisiz saklısız politik olan ve acıkca taraf tutan bir filme imza atarak Altın Palmiye sahibi olmuş. Altın Palmiye ’ye ‘absurt bir filmde din teması kullanıldı diye +18 sınırı getirilen ’ Turkiye ’den selam yolluyoruz… Taraf tutulan bir filmde, cok yonlu, değişken ve gri alanlardaki karakterleri kullanıp, nesnellikten uzaklaşmayan bir anlatım kullanması da yine Loach ’un başarısı.
2005: L ’enfant
Dardenne Kardeşlerin, bizi şaşırtmayarak, şaşasız ama heybetli, adeta bir sessiz cığlık gibi olan bir filmi Cocuk. Sakince oldukca ağır bir konuyu işleyen film, para icin cocuğunu satan 20 yaşındaki Bruno ve anne Sonia ’nın hikayesini anlatır. Filme ismini veren cocukluk durumu ise sadece boğazımıza duğumlenen hikayedeki gercek cocuk değil, buyuyememiş, hayata karşı cesurmuş gibi durup, aslında kaybetmiş ve de hep cocuk kalmış karakterlerin durumu.
2004: Fahrenheit 9/11
Michael Moore ’un popularitesinin doruğunda olduğu ve ofkesinden yaratıcılık cıkararak en verimli zamanını yaşadığı donemde, Amerika ’nın beğensek mi dışlasak mı karar veremediği (ve her zaman yaptığı gibi duşmanını dostundan daha yakın tuttuğu) zamanlarda, Fransa en prestijli odulunu, Fahrenheit 9/11 ’e, sinemasal acıdan belki da daha onemlisi bir belgesele vermişti. Irak ’da işgal hala devam ederken, duygu somurusunden uzak, Bush ve başkanlık donemini hedef alan (buradaki anlatmak yerine hedef almak kelimelerinin secimi kasıtlı) belgeselin bir belgesel olarak eleştirisi başka bir yazının konusu. Ancak bu filmin bir kısma “belgeseli sevdirdiği” klişe cumlesini – ironik bir şekilde – kullanarak bitirebiliriz bu yazıyı da.
2003: Elephant
Şahsına munhasır Gus Van Sant, 1999 yılında gercekleşen iki oğrencinin okullarında dehşet sactıkları Columbine olayından esinlenerek, şahsına munhasır bir film cekmiş. İzlemesi zor bir film Elephant, zira kamera, okuldaki oğrencilerin sıradan gibi başlayan bir gununu takip ediyor film boyunca. Bu cumleyi kurarken mecaz kullandığımızı duşunmeyin zira karşınızda gercekten “kameranın takibinden oluşan” bir film var. Karakteri sırtından (sonsuz gibi gelen bir zaman suresince) takip etme planlarıyla unlu film, olağanı kıran ve huzurlu gundelik hayatı bozan huzursuzluğu anlatıyor. Film Gus Van Sant ’a Cannes ’da en iyi yonetmen odulunu de kazandırmıştı.
2002: The Pianist
Bir o kadar prestijli Oscar ’ların aksine, politik duruşa populerlikten ve propagandadan uzakta bir onem veren Cannes ’ın 2002 ’deki buyuk odulunu, ABD ’ye girişi yasak olan Roman Polanski filmi The Pianist aldığında, festivalin bu ozelliği bir kez daha gundeme gelmişti. İkinci Dunya Savaşı ’nda bir piyanisti anlatan film daha sonra Oscarlardan da odulle donunce buyuk bir un kazandı, Adrian Brody ’i Adrian Brody yaptı – galiba kariyerinin tek onemli filmi olarak da kaldı.
2001: The Son ’s Room
Oğul Odası olarak cevrilen ve o donemde Turkiye ’de de sesini duyuran film, oldukca sade bir anlatımla cocuklarını bir kazada kaybeden bir ciftin hikayesini anlatıyor. Yonetmen Nanni Moretti, filmin aynı zamanda produktorluğunu de yapıp, başrolunu de ustlenmiş. Yonetmen, mutevazi ancak ‘cok acılı ama umutlu ’ bir anlatımla sadece izleyenleri değil, anlaşılan Cannes jurisini de derinden etkilemiş.
2000: Dancer in the Dark
Bizim deli Lars Von Trier ’in yonetmenliğindeki muzikal, Bjork ’un populerliğinden değil muthiş performansından yararlanmıştı; ona da guzeller guzeli Catherine Deneuve eşlik ediyordu. Gorme yetisini yavaş yavaş kaybeden ve para toparlayıp oğlunu da aynı kadere sahip olmasın diye ameliyat ettirmek icin bir fabrikada calışan gocmen Selma ’nın kelimenin tam anlamıyla “acılı” hikayesini ve filmin politik duruşu olarak da Amerikan Ruyası ’nın yalancılığını anlamasını anlatır film. Lars Von Trier belki de en arabesk anlamıyla “duygu somurusu” yaptığı tek filmle alır Altın Palmiye ’yi. Ve bu bir olumsuz eleştiri değil, yonetmenin derdini anlatma bicimi ile ilgili bir yargıdır.
2014 Bonusu: Kış Uykusu
Bu senenin juri başkanı Jane Campion, Kış Uykusu ’nu izlemeden once gergin olduğunu, o kadar saati (film 196 dakika) tuvalete gitmeden nasıl gecireceğini duşunduğunu soylemiş. Ancak demiş, film bittiğinde daha devam etseydi, ben de izlemeye devam ederdim. Zira diye de eklemiş, Nuri Bilge Ceylan gercekten cok cesur bir yonetmen ve eğer ben de onun kadar cesur olabilseydim kendimi şanslı hissederdim. NBC gercekten de cesur bir yonetmen, sanatı seven; kısaca cok iyi filmler yapan bir yonetmen. Kış Uykusu yakın zamanda sinemalara, bizi kendine aşık etmeye geliyor. Biz zaten fragmanından anlamıştık.