
Bu listeyi Fil ’m Hafızası ekibinden Tuğce Mamati hazırlamıştır, haberiniz olsun.
İnsanlık tarihi kadar eski bir sorudur, “Ben kimim ve neredeyim?” Merak duygusu doğasına işlemiş canlılar olarak duyduğumuz, gorduğumuz her şeyde bu soruya bir cevap arıyoruz hÂlÂ. Resim, muzik, edebiyat ve elbette filmler, arac ne olursa olsun her şeyde kendimize, dunyaya hatta sınırlarını bilmediğimiz uzaya dair bir yorum getirmeye calışıyoruz. Bunu bazen gercekciliğine inandığımız aklın izinden giderek, bazen de aklın hata yapabileceğini kabul edip ozgurleştirdiğimiz hayal gucumuzun peşine takılarak yapıyoruz. Eğer hayal gucunu sectiysek bu yolda başka varoluşlarla tanışmamızı sağlayan Bilim Kurgu ile karşılaşmamız an meselesi.
Hapsolduğumuz sisteme, yenemediğimiz guclere ve eksikliklerimize ancak icinde bulunduğumuz sınırları aşarak karşı cıkabiliyoruz. Bu şekilde hayal gucu ve ozgurluğu arkasına alan Bilim Kurgu, varoluş kavramına eleştirel gozle bakmamıza sonsuz bir imkÂn sağlıyor diyebiliriz. Bilim Kurgu turunun başlangıcı sayılan Mary Shelley ’nin Frankenstein romanı, tanrıya ve insanın olum karşısındaki acizliğine bir başkaldırı olarak ortaya cıktı. Teknolojik gelişmelerden faydalanarak fotoğrafik hileler kullanan Georges Melies ise ilk bilim kurgu filmi Le Voyage Dans La Lune (1902) ile gozle gorunenlerin tek gercek olmadığını fark etmemizi sağladı. Bu şekilde başlayan bilim kurgu tarihinde bir kırılma meydana getiren Stanley Kubrick, 2001: A Space Odyssey (1968) ’de, hÂl hakkında cok fazla bilgiye sahip olamadığımız bilinc kavramına, hayal gucunun sınırsızlığı sayesinde yeni bir yorum getirdi. Her zaman elindeki olanakların sınırlarını zorlamaya calışan yonetmen Jean-Luc Godard ise Alphaville (1965) ’de insanların oluşturdukları ve icinde hapsoldukları dil sistemini ve kentleri yine aynı yolla eleştirdi.
Bir donem Star Wars gibi macera ve aksiyona ağırlık verilse de bilim kurgu filmleri The Man From Earth (2007) ile insanlık tarihini, Gravity (2013) ile insanın sınırlarını, bu gunlerde vizyonda olan Interstellar (2014) ile ise zamanı, boyutları, insanın dunyayla ilişkisini sorgulamaya devam etti.
Bir diğer taraftan, işci metaforu olarak ortaya cıkan robotlar, insan uretimi replikalar ve uzayda yalnız olmadığımız duşuncesiyle bir şekilde kahramanlaştırdığımız ya da kendi varlığımız icin tehdit olarak gorduğumuz uzaylı yaratıklar da Bilim Kurgu turunde yer aldılar. Filmlerde gorduğumuz diğer canlılarla insanlar arasında gecen varoluş hesaplaşmaları, guc savaşları aslında yaşadığımız dunyada kendi ic savaşlarımızın, insana yuklediğimiz değerin bir sorgulanışı olarak duşunulebilir. İşte bu listede, sizleri filmlere “İnsan nedir?” sorusunu sorarak bakmaya davet ediyoruz.
Fil ’m Hafızası “İnsan nedir?” diye sorgulatan bilim kurgu filmleri listesiyle huzurlarınızda:
Not: Sıralama kronolojiktir.
Blade Runner
1982
İnsanlar, dunya dışındaki savaşlarda başarılı olmak adına kendi zayıf yonlerinin guclendirildiği, mukemmele yakın replikalar uretmişlerdir. Ancak kendi yarattıkları bu gucten korkarak replikaların dunyaya donmelerini yasaklamışlardır. Daha uzun yaşamın peşinde olan altı replika ise gizlice dunyaya girerek yaratıcılarının peşine duşmuştur. Bu tehdidi ortadan kaldırmak uzere Dedektif Rick Decard gorevlendirilir ve film boyunca bu iz suruş uzerinden insan–kopya arasında yaratılan şupheli durumu takip ederiz. Filmin sonundaki Tears in Rain sahnesi, icerdiği replikalardan biri olan Roy Batty (Rutger Hauer) ’ın yarı doğaclama monoloğu ile bizi gerceklik algımızı sorgulamaya davet eder.
Philip K. Dick ’in Do Androids Dream of Electric Sheep adlı romanından uyarlanan Blade Runner, mekÂnsal estetiği, kara film tarzı ve uyarlama olmasının getirdiği sağlam felsefesi ile distopya turunun onemli orneklerindendir.
Gattaca
1997
Cok uzak olmayan bir gelecekte, cok da mukemmel sayılamayacak bir genetik yapıda olan Vincent Freeman (Ethan Hawke) ’in yıldızlara ulaşma hayalini anlatır Gattaca. Birini yuzuyle değil de DNA testiyle tanımanın daha kolay olduğu bu zamanda, insanlar bir genetik calışma urunu olarak dunyaya gelmektedir. Bu nedenle diğerlerine gore epey kusurlu sayılan Vincent, uzaya gitme hayalini de ancak mukemmel bir gene sahip Jerome E. Morrow (Jude Law) ’u taklit ederek gercekleştirebilecektir. MekÂn tasarımı, hatta tek başına DNA metaforunu hikÂyeyle başarılı bir şekilde bağlayan sarmal merdiven, İkarus gondermesiyle filme hÂkim olan sarı renk oyuncuların başarılı performanslarıyla birleşince ortaya kacırılmaması gereken bir ilk uzun metraj filmi cıkar. Muziklerini Michael Nyman ’ın yaptığı film, aynı zamanda 2011 yılında NASA tarafından en gercekci Bilim Kurgu filmi secildi.
Bicentennial Man
1999
Olumluluk, kusurlar, hatalar… Milenyum cağında, ev sahipleri gundelik işleri yapması icin aldıkları ileri teknoloji urunu robotlardan boyle ozelliklere sahip olmalarını beklemezler elbette. Ancak Andrew, yaratıcı duşunme kapasitesi ve yetenekleriyle diğer robotlardan farklı olduğunu hemen belli ediyor. Sahibinin de yardımıyla kendisini geliştirmeye ve yeni bilgiler oğrenmeye başlayan Andrew, zamanla ayrıcalıklı oluşunun karşılık gormesini istiyor ve ilk arzuladığı şey de duygularını belli edebilmek icin yuz mimikleri oluyor. Ozgurluğunun ve “ben” olma isteğinin peşine duşerken ailesinden kopmasıyla birlikte kendi gibi olanlara duyduğu ihtiyacla benzerlerini arayışı onu beklemediği bir noktaya getiriyor. Yıllar gectikce ve sevdiklerini kaybettikce, onlarla daha cok zaman gecirmek istiyor ve bu defa gercek bir ilişki yaşayabilmek icin işe koyuluyor. Gittikce insanlara yaklaşan Andrew, kusursuzluğundan vazgecmeye başlıyor ve film boyunca gecen iki yuz yıl boyunca insanı insan yapanın ne olduğunu birlikte sormaya başlıyoruz. Isaac Asimov ’un Robot serisinin son oykusunden Chris Columbus tarafından uyarlanan Bicentennial Man, boylece duygusal bir bilim kurgu filmi olarak karşımıza cıkıyor.
Artificial Intelligence: AI
2001
Teknoloji ve kapitalizm o kadar hayatımızın icine girmiştir ki hasta cocuğumuzun yerine, dışarıdan bakınca robot olduğunu anlamayacağımız kadar gercek gorunen başka bir cocuk koyabiliyoruz. Peki, onu ne kadar kabullenebiliyoruz? İlk yarıda, aile cephesinden filme bu sorularla bakmaya itilirken, ikinci yarıda robot cocuk David ’in gercekten sevebileceğine olan inancıyla yola duşuyoruz. Bu yolda karşılaştığımız Gigolo Joe rolunde Jude Law ’ı başarılı performansı icin anmak gerekir. Pinokyo masalının bir gelecek uyarlaması gibi gorulebilecek filmde belki klasik bir mutlu son yok ama hayata inanmaya dair soylediklerini duşunmek gerek. Gercek bir cocuk/insan olabilmek icin sevgi mi yoksa Mavi Peri ’ye beslenen umut mu gereklidir?
Solaris
2002
Bir kukla olup olmadığımızı bilebilir miyiz? Her kukla gibi kendimizi gercek sanabilir, diğerlerinin kukla olduğunu duşunebiliriz. Hangisinin gercek olduğu, kendi tercihlerimizle neyi kabullendiğimize bağlı. İnsanı kendi bilinciyle, bilincaltıyla karşı karşıya getiren filmde, psikolog Chris Kelvin ’in Solaris gezegenini araştıran uzay ussune, ters giden işleri duzeltmek icin gidişini ve buraya ait farklı bir gerceklikte ortaya cıkan “anormal” durumlara karşı verdiği irade savaşını izliyoruz. Daha once 1972 yılında Tarkovsky tarafından Stanislaw Lem ’in aynı adlı romanından uyarlanan film, Steven Soderberg ile bir kez daha yoruma acılıyor.
Moon
2009
Tek mekÂnda, oldukca az diyalogla gecen ve sade goruntuleriyle şaşırtan bir Bilim Kurgu filmi Moon. Yanında Kevin Spacey ’nin seslendirdiği robot GERTY ’den başka kimsesi olmayan astronot Sam Bell (Sam Rockwell), Ay ’da enerji kaynağı aramaktadır. Burada yalnız gecirdiği uzun sure sonrasında zaman ve gercek algısı gorduğu halusinasyonlarla bozulmaya başlamıştır. Ancak gerceğin peşine duşen astronot ile biz de aslında gorduklerimizin nasıl bir yanılsama olduğunu anlamaya başlarız. David Bowie ’nin oğlu Duncan Jones ’un ilk yonetmenlik deneyimi olan duşuk butceli ve şimdiden bir başyapıt niteliği taşıyan filmin muzikleri de Clint Mansell imzalı.
Never Let Me Go
2010
Yonetmeni Mark Romanek tarafından bilim kurgu iceren aşk filmi olarak tanımlanan Never Let Me Go, tıpta yaşanan gelişmelerin ışığında ortaya cıkmış bir yatılı okulun ic yuzune ve burada kalan oğrencilerin yaşadıklarına dair distopik bir hikÂye anlatıyor. Uc oğrencinin cocukluklarından itibaren aralarında gelişen ilişkiyi merkeze alan filmde, yatılı okuldan ayrıldıktan sonra oğrenecekleri gerceklerle yaşamlarının nasıl değiştiğini gozlemliyoruz. Bilim kurgu ozelliğinin bu gercekle ortaya cıkmasıyla, karakterlerle birlikte aşkı, yaşamı ve ozgurluk–kader ilişkisini sorgulatan film, benzer konuyu ele almalarından dolayı The Island (2005) filmiyle de karşılaştırılmaktadır.
La Leggenda Di Kaspar Hauser
2012
Tam olarak bilim kurgu turune dÂhil edilmeyen film, western drama olarak gecse de sahip olduğu gizem ile “Neden olmasın?” dedirten bir efsaneyi anlatıyor. Yonetmen Davide Manuli, insanların dil ile sağladıkları hakimiyet ve manipulasyon gucunu, sadece muziğe odaklı yaşayan Kaspar Hauser ’in dili oğrenmeyi reddederek nasıl kırdığını siyah beyaz goruntuler eşliğinde bize sunuyor. Bildiğimiz zaman, mekÂn, dil ve cinsiyet algılarını zorlayan film, anlamlandıramadığımız ve donuşturemediğimiz bir canlıyı tehdit olarak gormeye başlayışımızın hikÂyesini, Vitalic ’in muzikleriyle ve absurt oğeleriyle surreal bir anlatıya donuşturuyor. Vincent Gallo ’nun iki farklı rolde yer aldığı filmde, epizodik anlatım ve uzun dans sahneleri izleyenleri filmin dışına cıkararak farklı bir duşunme deneyimi sunuyor.
Ender ’s Game
2013
Orson Scott Card ’ın bilim kurgu roman serisinin Gavin Hood tarafından uyarlanan ilk filmi Ender ’s Game, 2070 yılında dunyalarını korumaya calışan insanların uzaylılara karşı savaşını konu alıyor. İnsanlar, Bugger olarak isimlendirdikleri bocek gorunumlu uzaylı yaratıkların olası tehdidinden korunmak icin onları tamamen yok etmek istiyor ve bunun icin ozel cocuklardan oluşan bir ordu hazırlıyor. Filmde, simulasyon oyunlarıyla yetiştirilen bu ozel orduda kısa zamanda one cıkan Ender Wiggin (Asa Butterfield) karakterinin iyilik ve kotuluk arasında gidip gelişini, bir cocuğun gozunden var oluş sorgulamasını izliyoruz. Biraz aksiyon, biraz dram ve temelinde sağlam bir felsefe iceren filmin sonu ise devam filmlerinin geleceğinin habercisi niteliğinde ve izleyeni meraklandırmayı başarıyor.
Her
2013
Tutkunun rengi kırmızının hakimliğinde suren Her, modern, steril ve neredeyse kusursuz bir yakın gelecek utopyası. Filmde, hayatında heyecanlanacağı bir şey kalmadığına inanmaya başlamış Theodore Twombly (Joaquin Phoenix) ile kendini geliştirebilen ve geliştikce insani bir hale yaklaşan işletim sistemi Samantha arasında yaşanan ilişkinin aşamalarını izliyoruz. Yonetmen Spike Jonze, en buyuk aşkı olarak gorduğu kişiyle bile kusursuzluk arayışı yuzunden ayrılan Theodore ’un yanında izleyenleri cıkardığı yolculukta, başlarda Samantha ile olan ilişkisinin eşsiz hissettiren illuzyonunun, hayatın akışında, yeni deneyimler yaşadıkca nasıl değişebileceğini gosteriyor. Muzikleri ve Joaquin Phoenix ’in ustun performansının sağladığı akışla film, “insan” ne kadar kusursuz olabilir diye sormaya davet ediyor.
Robocop
2014
Yeniden cevrimlere karşı beslenen onyargılardan uzaklaşarak, yeni bir bakış acısı getirebilir diye izlenmeli José Padilha ’nın yonettiği Robocop filmini. İlk cevrimlere gore aksiyon sahnelerinin azaltıldığını, hikÂyenin gelişme kısmında olabildiğince detaylı incelemeye odaklanıldığını gorduğumuz filmde, Alex Murphy ’nin (Joel Kinnaman), yaşadığı kaza sonucu robota donuşturulse de, hafızasında taşıdığı goruntuler yardımıyla yeniden insani duygularını kazanışını izliyoruz. Bu dram ağırlıklı insan-robot arasındaki geciş sahneleri, sahip olduğumuz değerleri sorgulamamızı istiyor. Acılış sahnesinde izleyenleri şaşırtan Amerikan propagandası ise aslında filmin kurgusuna işlenmiş bir hiciv olarak yorumlanabilir.