
Fil ’m Hafızası‘ndan Mustafa Koca sizler icin derledi.
Ruyalar bizim icin yaşamlarımızı derinden etkileyen ama gunumuzde dahi tam olarak cozmeyi başaramadığımız bir gizem olmaya devam ediyor. Belki de bu nedenle uyku sırasında deneyimlediğimiz sır dolu bu dunya bircok sanat alanında olduğu gibi sıklıkla sinemada da ifadesini bulmuştur. Zaman zaman derinlere bastırılan arzuları, zaman zaman da en cekinilen korkuları kendilerine has yontemlerle anlatan bu filmler; her ne kadar anlaşılmaları cok kolay olmasa da, hatta coğu vakit tekrar izlenmeleri gerekse de sinemaseverlerin her zaman en cok ilgi duydukları filmler arasında yer almayı başarmışlardır.
Sizi şimdiden uyarayım, amacınız yalnızca eğlenmekse bu filmlerden uzak durun. Aşağıdaki listede okuyacağınız yapımlar sizi ruyaların o gizemli dunyasında bazen cılgın bazense karanlık ama her şeye rağmen ilgi cekici olduğu kadar da sizi duşunmeye zorlayacak bir yolculuğa cıkaracak.
Not: Sıralama kronolojiktir.
The Mirror (Andrei Tarkovsky, 1975)
40 ’lı yaşlarında olumun eşiğine gelmiş bir adamın kendi gecmişine yaptığı zihinsel yolculuğu ruyaları andıran geri donuşlerle anlatan film aynı zamanda Tarkovsky ’nin en onemli yapıtlarından biri. Filmin başkarakterinin hatırladığı bu anı kesitleri aynı zamanda Tarkovsky ’nin kendi hayatından da izler taşımakta ve bir anlamda karakterin olduğu kadar Rusya ’nın da gecmişini adeta bir “ayna” gibi yansıtmaktadır.
Altered States (Ken Russell, 1980)
Eddie Jessup gencliğinde kendi uzerinde cılgın deneyler yapmış fakat kariyeri ilerledikce bu yontemleri bir kenara bırakmış ve sonunda saygın bir pozisyona gelmiş, Harvard Universitesi ’nde calışan bir profesorudur. Fakat arzusunu daha fazla bastıramayan Eddie, halusinatif ilaclar da kullanarak gecmişte yaptığı deneylere yeniden başlar. Başrolde usta oyuncu William Hurt ’un oynadığı bu yapım, aynı zamanda yonetmen Ken Russell ’ın da en onemli filmlerinden.
Brazil (Terry Gilliam, 1985)
Son derece karmaşık ve verimsiz bir futuristik dunyada memur olarak calışan Sam Lowry, teknolojiden ve insanları ezen burokrasiden ucarak kactığını ve omrunun kalanını ruyalarının kadını ile gecirdiğini hayal etmektedir. Fakat Sam ’in hayatı cok gecmeden tamamen alt-ust olacaktır. Kendine has tarzı ve kurduğu Orwell ’indistopyalarını andıran dunyaile seyircisine adeta gercekustu bir ruya atmosferi sunan bu film, unlu sıra dışı yonetmen Terry Gilliam ’ın da filmografisindeki en onemli yapım olma ozelliğine sahip.
Naked Luch (David Cronenberg, 1991)
Bocekleri oldurmek icin kullandığı toza olan bağımlılığı yuzunden karısını kaza sonucu olduren Bill Lee, bu olay sonrası iyiden iyiye halusinasyonların varlığının hakim olduğu bir dunya icine girer. Devlet icin calışan devasa boceklere rapor veren gizli bir ajan olduğunu sanan Bill ’in sıra dışı hikÂyesini anlatan bu film yalnızca William S. Burroughs ’un aynı isimli romanının bir adaptasyonu olmakla kalmıyor, aynı zamanda unlu yazarın kendi yaşamından da biyografik izler taşıyor. Yonetmen koltuğunda ise kendine has filmleri ile tanınan Kanadalı yonetmen David Cronenberg oturmakta.
Mulholland Drive (David Lynch, 2001)>
Unlu bir aktrist olmak umuduyla Hollywood ’a giden Betty, oldurulmenin eşiğinden donen ve gecirdiği trafik kazası sonucu hafızasını kaybeden Rita ile beraber gizemli bir komplo icine suruklenirler. Sonunda iki kadın da kendilerini icinde tehlikeli mavi bir kutunun, Adam Keshner isimli bir yonetmenin ve Silencio isimli bir gece kulubunun bulunduğu psikolojik bir illuzyonun ortasında bulurlar. David Lynch ’in başyapıtlarından biri olarak gosterilen ve hÂlen bircok farklı yoruma acık bu film, gerceklik algısını alt-ust edip karakterlerinin bilincdışı duşuncelerini ve hislerini alışılmadık bir anlatımla yuzeye cıkararak seyircisine eşsiz bir deneyim yaşatıyor.
Donnie Darko (Richard Kelly, 2001)
Donnie, şizofreni gecmişi olan sorunlu bir genctir. Başına gelen tuhaf bir kazadan yara almadan kurtulmasının ardından bir gece, ona dunyanın sonunun geleceğini soyleyen tavşan kıyafeti giymiş bir adam ile karşılaşır ve bu dev tavşan onu ceşitli suclar işlemesi icin manipule etmeye başlar. Bir yandan izleyicisine ruyavari bir atmosfer sunan bu film, bir yandan da zaman yolcuğu sorunsalına da değişik bir yonden bakmayı başarıyor. Donnie Darko aynı zamanda Jake Gyllenhaal ’u de dunyaya tanıtan film olma ozelliğini taşıyor.
Spirited Away (Hayao Miyazaki, 2001)
2003 yılında en iyi animasyon dalında Oscar kazanan ve Miyazaki ’nin başyapıtlarından biri sayılan Ruhların Kacışı, Chihiro isimli 10 yaşında bir kızın ailesi ile birlikte şehirden banliyoye taşınırken birden kendini tanrılar, cadılar ve canavarlar dolu gercekustu bir dunyanın icinde buluşunu konu alıyor.
Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Michel Gondry, 2004)
Unlu yonetmen Michel Gondry ve yazar Charlie Kaufman ’ın işbirliği sonucu ortaya cıkan bu post-modern kult film, ayrılmış bir ciftin daha fazla acı cekmemek icin tıbbi bir yontemle birbirlerine ait anılarını sildirme cabalarını ve bu cabanın sonucu yaşananları konu alıyor. Alışılmadık senaryosu ile Oscar da kazanmış olan bu film aynı zamanda Jim Carrey ve Kate Winslet ’in kariyerlerinin belki de en iyi performanslarını da barındırma ozelliğine sahip.
Wristcutters: A Love Story (Goran Dukić, 2006)
Sevgilisi Desiree ’den ayrıldıktan sonra bu acıya dayanamayıp intihar eden Zia, kendini yalnızca intihar edenlerin gittikleri, bir nevi araf da denilebilecek bir dunyada bulur. Eski lastiklerle, yanmış arabalarla ve terk edilmiş eşyalarla dolu bu dunyada kendine bir pizza restoranında iş bulan Zia, Desiree ’nin de intihar ettiğini oğrenince oldukten sonra dahi sevdiği kadını bulmak icin yola cıkar. Gosterildiği Sundance Film Festivali ’nde eleştirmenlerin ilgisini ceken ve Buyuk Juri Odulu ’ne aday gosterilen bu film, yonetmen Goran Dukic ’in de ilk ve tek uzun metrajlı calışması.
Black Swan (Darren Aronofsky, 2010)
Nina tum hayatını işine adamış genc ve guzel bir balerindir. New York ’ta, eski bir balerin olan obsesif ve onu surekli kontrol etmeye calışan annesi ile birlikte yaşamaktadır. Nina ’nın calıştığı bale grubunun sanat yonetmeni, Kuğu Golu ’nun yeni baş balerini olarak onu secer. Bu buyuk rolun gereği olarak Nina ’nın hem beyaz hem de siyah kuğuyu canlandırması gerekmektedir. Sonrasında bir yandan yonetmeni ile olan tuhaf ilişkisi, bir yandan da karşısına hem arkadaş hem de rakip olarak cıkacak gizemli bir balerinin onu siyah kuğu rolu konusunda zorlaması, Nina ’nın karanlık yonunun ortaya cıkmasına neden olur ve dunyasını yavaş yavaş alt-ust etmeye başlar. Onceki filmlerinden de hatırlayacağımız uzere gercekustu atmosferlere pek de yabancı olmayan başarılı yonetmen Darren Aronofsky, bu filminde seyircilerinin karşısına unutulmaz bir psikolojik kÂbusla cıkıyor.
Inception (Christopher Nolan, 2010)>
Dom Cobb başka insanların duşlerine girip istediği bilgileri onlardan calabilme yeteneğine sahip bir hırsız; aynı zamanda karısını oldurmekle suclanan bir kanun kacağıdır. Tek isteği geride bıraktığı cocuklarına tekrar kavuşabilmektedir. Zengin bir iş adamı, Dom ’a son bir iş teklif eder: İş adamının rakibinin ruyalarına girip şirketini kendi eliyle parcalaması icin onun aklına bir “duşunce ekmeleri” gerekmektedir. Bu gorev neredeyse imkÂnsızdır; fakat başarırlarsa karşılığında Dom artık bir kanun kacağı olmayacak ve ailesine tekrar kavuşacaktır. Dom ve ekibi teklifi kabul ederek ruyalar icinde ruyalara doğru yol alan surreal bir maceraya atılırlar. Hollywood ’un dahi cocuğu Christopher Nolan ’ın yonettiği bu filmin başrolunde ise Leonardo DiCaprio yer alıyor.