
Son donem filmlerine yansımaya başlayan milliyetci muhafazakÂr yonunu gormezden gelirsek, sinemayı sinema yapan adamlardan biri o. Once bir oyuncu, ilerleyen yıllarda yonetmen ve yapımcı. Revenge of the Creature adlı bir filmde kuş kadar bir rolle başlayan sinema seruvenine, bir sinema tanrısı olarak devam ediyor. Daha da edeceğe benziyor.
Western filmleriyle başlayan efsaneleşme sureci, hangi filme imza atarsa atsın western ’den kopamama takıntısıyla suruyor. İzlediğiniz her filminde “Aa bak bak bu sahne For a Few Dollars More ’daki şu sahneyi andırıyor” diyeceğiniz bir an mutlaka cıkıyor. Onu bu noktaya taşıyan adama ve sinemasına bu şekilde minnettarlığını sunuyor belki de.
Neyse, laf kalabalığını bırakalım. Boyle bir adamı oldukten sonra hatırlamak olmazdı, yakışmazdı bize. Şoyle one cıkan filmleriyle bir hafıza tazeleyelim istedik. Ve umalım ki omru uzun olsun da daha cok Unforgiven ’lar, Dirty Harry ’ler izletsin bize.
Selam ben Eastwood, Clint Eastwood: A Fistful of Dollars (1964)
Şu anda Clint Eastwood ’u ayıla bayıla izlememizi sağlayan, Sergio Leone ’nin “spaghetti western” uclemesinin ilk filmi. Akira Kurosawa ’nın Yojimbo ’sunun yeniden yorumlanmış hali. Filmde yer alan ya da ucundan kıyısından da olsa filmle bir şekilde alÂkalı hic kimse filmden umitli değildi. Hatta oncesinde başrol teklif edilen Charles Bronson “Gorduğum en boktan senaryoydu” yorumunu yapar. Tabii oynamadığına sonradan bin pişman… Leone filmi bitirdikten sonra oynatacak salon da bulamamış, kıyıda koşede kalmış bir salonda gosterilmiştir film. Peki nasıl bu kadar unlu oldu? Kurosawa filmi duyup, izleyip fikir hırsızlığı sebebiyle dava etmiş, film boylece dunyanın geri kalanı tarafından duyulmuş.
İki odul avcısı, bir odul: For a Few Dollars More (1965)
Bir ustteki filmin devamı niteliğindedir. Devamı niteliğinde dediysek diğerinin bittiği yerden devam etmez, senaryo olarak bağımsızdır. Film “Yaşamın değersiz olduğu yerde olumun bir bedeli vardı. Bu yuzden odul avcıları ortaya cıkmıştır” sozuyle başlar. İki odul avcısının (C. Eastwood ve Lee Van Cleef) aynı odulun, yani yakalanması gereken bir haydutun peşinde koşarken yaşadıkları anlatılır. Ennio Morricone ’nin o muhteşem muziğiyle birleşince film olmaktan cıkar, bambaşka bir şeye donuşur.
Silahı olanlar ve mezar kazanlar: The Good, The Bad and The Ugly (1966)
Ve bu da “dollars” uclemesinin son filmi. Leone ’nin de, Eastwood ’un “Ee madem başladık, hadi efsane olalım bari!” dedikleri film. Pek cok sinemasevere gore ilk filmden de, ikinci filmden de iyidir. Şu koca dunyada, western namına yapılmış en iyi filmdir ayrıca. Eastwood da, Cleef de yeterince anılageldi zaten yıllar icinde, ama biz o yavşak ve sunepe karakteri hakkıyla canlandırdığı icin Eli Wallach ’ın onunde saygıyla eğilmek istiyoruz. Şu sozle damga vurur film zihinlere: “Dunyada iki ceşit insan vardır dostum, elinde dolu bir silah olanlar ve mezar kazanlar. Sen kazıyorsun.” Tum bu serinin en ilginc yanlarından birisi de, Eastwood ’un oynadığı karakterin net bir adının olmamasıdır.
Magnum olmadan asla: Dirty Harry (1971)
Film, kimseyi sallamayan, şiddeti gundelik bir şeymiş gibi kullanan, sucluları cezalandırmada kendine has bir tarzı olan ve 44 ’luk Magnum ’dan başka silah kullanamayan polis Harry uzerine kurulu. Harry karakterini de elbette Eastwood canlandırıyor. Peki neden “dirty”? Cunku butun pis işleri Harry yapar. Ayrıca bu film de bir serinin ilk filmidir. Serinin diğer filmleri Magnum Force (1973), The Enforcer (1976), Sudden Impact (1983) ve The Dead Pool (1988) ’dur. Tum filmlerde de başrol sevgili abimiz Eastwood ’undur.
Farklı bir Eastwood: The Beguiled (1971)
Amerikan İc Savaşı donemlerine ait olan bu filmin oykusu de kendisi de alışıldık Eastwood filmlerinden cok farklıdır. Filmde John McBurney adlı ağır yaralanmış kuzeyli bir asker, duşmanların, yani guneyli askerlerin eline gecmek uzereyken 12 yaşındaki bir kız cocuğu tarafından bulunur. Bu ufaklık onu saklar ve kurtulmasını sağlar. Yaralı, okul gorevlilerinin de yardımıyla okul binasına taşınır ve olaylar gelişir.
O kadına bulaşmayacaktın: Play Misty for Me (1971)
Ağzı purolu karizmatik abimizin gunumuze kadar bircok film yonetmesine vesile olan film bu işte! Onun yonetmen koltuğuna oturduğu ilk film. Bu filmde Dj ’lik yapan David Garner karakterini canlandırır. Dave, Evelyn adlı bir kadından hoşlanır ve bir gece bar kapandıktan sonra Evelyn ’in evine gider. Ama nereden bilsin Evelyn ’in psikopat bir kadın olduğunu? O geceden sonra Dave icin hicbir şey yolunda gitmez. Unutmadan, caz Âşıkları mutlaka izlemeli bu filmi.
Shawshank ’in onculu: Escape from Alcatraz (1979)
Alcatraz ve kacış temalı bir film bu da isimden anladığınız uzere. Dunyanın en unlu kacış filmi Shawshank Redemption ’ın bu filmden arak olduğu yonunde soylentiler vardır. İzleyenler, cok sayıda benzerlik yakalarlar. Kısaca, herkesin “buradan kimse kacamaz” gozuyle baktığı Alcatraz Hapishanesi ’nden kacmaya calışan uc mahkûmu anlatır. Mahkûmlardan birisi, Eastwood ’un canlandırdığı ve kacış plÂnını hazırlayan banka soyguncusu Frank Morris ’tir. Filmin en kotu tarafı, sonunda izleyiciyi “Ee n ’ooldu ki şimdi!” bakışlarıyla bırakıp bitmesidir.
Bir caz efsanesi: Bird (1988)
Saksafonun efsane ismi Charlie Parker ’ın uyuşturucu ve alkolle ic ice olan hayatını konu edinir bu film. Acı dolu bir hikÂyedir anlatılan. Charlie ‘Bird ’ Parker ’ı, Ghost Dog ’ın samurayı Forest Whitaker canlandırır. Whitaker bu roluyle Cannes ’da En İyi Erkek Oyuncu Odulu ’ne lÂyık goruldu 1988 ’de.
Western filmlerin şahikası: Unforgiven (1992)
Nasıl anlatacağımızı bilemediğimiz, yonetmenini “efsane yonetmen” kategorisine taşıyan bir Clint Eastwood filmi. Film o kadar iyi ki, baştan sona hem filmin butununu, hem de Eastwood ’un canlandırdığı William Munny karakterini ağzınız acık, hayran hayran izliyorsunuz. Film, Sergio Leone ’nin oğrencisi olan Eastwood ’un, western ’e saygı duruşu niteliğini taşıyor bir bakıma. Filmde, eşi olen, iki cocuğuyla kalan ve turlu zorluklarla mucadele etmeye calışan eski katil William Munny anlatılır. Kendine yapılan “Adamları yakala, 500 doları kap” teklifini, yaşadığı zorluklardan oturu kabul etmek zorunda kalır. Filmin, 4 Oscar aldığını da hatırlatalım.
Sleepers ’vari bir film: Mystic River (2003)
Eastwood ’tan bir şaheser daha! Pek cok kişi tarafından “umulduğu gibi bitmeyen filmler” kategorisine sokulan Mystic River, kimileri tarafından da fazlaca Holivudvari bir film olmakla itham edilir. Oyledir ya da değildir, onu bilemeyiz ama oyuncu ve oyunculuklarıyla one cıkan iyi bir film olduğunu biliyoruz. Oykusu, Jimmy, Sean ve Dave adlarında birlikte buyuyen uc arkadaşa dayanır. Cocuklar bir gun caddede oynarlarken, polis gorunumlu kişiler Dave ’i alıp gotururler ve cocuğa gunlerce cinsel tacizde bulunurlar. Yıllarca goruşmeyen bu uc arkadaş, Jimmy ’nin 19 yaşında hayatını kaybeden kızı vesilesiyle goruşmeye başlar. En onemlisi de bu uc kişiden biri olan Sean artık polistir ve cinayet uzerinde calışmaya başlar. Film, Sean Penn ’e “en iyi erkek oyuncu” dalında, Tim Robbins ’e de “en iyi yardımcı erkek oyuncu” dalında Oscar kazandırdı.
İki usta, bir yıldız adayı ve dort Oscar: Million Dollar Baby (2004)
Eastwood bu filmde hem oynuyor hem de yonetmen koltuğunda oturuyor. Başrollerinde Eastwood ’la birlikte Hilary Swank ve Morgan Freeman yer alıyor. Boksor yetiştirme ustası Frank Dunn ’ın anlatıldığı film izleyiciyi fena halde tokatlar, ters koşe yapar, can sıkar, moral bozar.
Frank, kimseyle yakınlaşmayan, tek arkadaşı eski boksor Scrap (M. Freeman) olan bir koctur. Bir gun salona Maggie adlı bir kız gelir ve boks oğrenmek istediğini soyler. Filmin, en iyi kadın oyuncu, en iyi yonetmen, en iyi film ve en iyi yardımcı erkek oyuncu dallarında Oscar ’ı kaptığını da hatırlatalım. Tum bunlar bir kenara, Scrap ’ın ses tonu ve cool ’luğu tum filme bedeldir.
Kahramanlık nedir: Flags of Our Fathers (2006)
Eastwood ’un pek cok super otesi filminin yanında vasat olarak nitelenen filmlerinden biridir bu. Ozellikle son 20 dakikasının sıkıcılığı dillere destandır. Kimileri savaşın iğrenc yonunu ortaya koyan iyi bir film gozuyle bakar, kimileri de Holivud ’un “Ne koyduk be!” tarzı filmlerinden olduğunu soyler. Şahsi fikrimiz, savaş filmi izleyeyim diye duşunenlerin beğenmeyeceği, savaşın trajedisini patlamalar olmadan gormek isteyenlerin ise beğeneceği bir film olduğu yonunde.
Oyku, 1945 yılında, Japonya ’nın Iwo Jima Adası ’nda gecer (Bu acıdan bir sonraki filmle de bağlantılıdır). Savaş surmektedir ve ABD, Japonya ’nın elindeki adayı ele gecirmeye calışır. Bir grup asker, bu ele gecirme surecinde fırsat buldukları ilk anda dağın tepesine zafer bayrağını diker ve ulkelerine kahraman olarak doner. Zaten oyku de tam olarak bu askerler ve “kahramanlıkları” ile ilgilidir.
Savaşın Japon tarafı: Letters from Iwo Jima (2006)
Film, bir onceki filmle birbirini tamamlar niteliktedir. Flags of Our Fathers olanı biteni Amerikalıların gozunden anlatırken, Letters from Iwo Jima, Japon tarafını mercek altına alır. Oyku, buyuk bir kıyımın gercekleştiği adada, yıllar sonra bulunan mektuplar uzerine kurulu. Bu mektuplar, o gunlerde yaşananları acığa cıkarır.
Kan revan gormek isteyen izleyiciyi hayal kırıklığına uğratan filmde salt trajedi vardır. Filmin en orijinal -ve bizce de en guzel- yanlarından biri baştan sona Japonca olmasıdır. Bazı yonlerden eleştiriler de alır. Bunlardan biri, filmin, 20 binden fazla askerini burada kaybeden Japonya ’nın bu destansı direnişini yeterince yansıtmadığı yonundedir. Bir eleştiri de filmin suresiyle ilgilidir, zira film 142 dakikadır. Filmin başrolunde, coğumuzun Son Samuray ’dan tanıdığı buyuk oyuncu Ken Watanabe yer alır.
Yonetmedim, oynamadım, muziklerini yaptım: Grace Is Gone (2007)
Clint Eastwood ’un oyuncu ya da yonetmen olarak yer almadığı, sadece muziklerini katkıda bulunduğu film oluyor kendileri. Bunu bu listeye neden aldık peki? Bir filmin iyi olması icin, Eastwood ’un adının o filmin herhangi bir yerinde gecmesinin yeterli olduğunu kanıtlamaktı amacımız. Senaryosu, eşi orduda calışan bir adamın, eşinin olum haberini alması ve bunu cocuklarına nasıl soyleyeceğini bilememesi uzerine kurulu. Bu kotu haberden sonra baba ve cocuklar birlikte Florida ’daki eğlence parkına doğru bir yolculuğa cıkarlar. Başrolde ne iduğu belirsiz filmlerden tanıdığımız John Cusack var. “Ne iduğu belirsiz” vurgusunu ozellikle yaptık, zira Cusack bu filmde dokturuyor. Filmin iki dalda Altın Kure adaylığı olduğunu da belirtelim.
Sadece basit bir araba oykusu değil: Gran Torino (2008)
Eastwood ’un hem yonettiği hem de bir Kore Savaşı gazisi moruğu canlandırdığı film. Gecimsiz Walt Kowalsky ile onun Uzakdoğulu komşusu Thao arasındaki ilişkiyi konu alıyor film. Kowalsky, cekik gozlulerden nefret eden 1972 model bir Gran Torino sahibi, kopeği Daisy ’den başkasına guvenmeyen bir mahalle sakinidir. Bir gun komşusu Thao, Kowalsky ’nin Torino ’sunu calmaya yeltenir. Kowalsky de Thao ’yu kendince cezalandırır ve bu surec ilişkilerinin gelişmesini, Kowalsky ’nin de Asyalılara karşı on yargılarını kırmasını sağlar.
Oyku cok klişe gorunebilir gozunuze ama yonetmen koltuğunda Clint Eastwood ’un oturduğunu bir kez daha hatırlatalım. Filmde az da olsa, Eastwood ’u bu gunlere getiren western ’e de birtakım gondermeler var.
Sporun birleştirici gucu: Invictus (2009)
Eastwood ’un yonettiği, artık vazgecilmezi olan Morgan Freeman ’ın ve bir de serseri zeki cocuk imajından kurtulamayan (bkz. Good Will Hunting) Matt Damon ’ın dokturduğu film. Oyku, henuz devlet başkanı secilen Nelson Mandela ’nın, gercekleştirmek istediği birlik beraberlik idealleri icin Guney Afrika rugby takımı ile yaptığı işbirliğini anlatıyor. Takım kaptanı olarak da Matt Damon ’ı izliyoruz. Filmin belki de en guzel tarafı herhangi bir abartıya, aşırılığa yer vermeden başlayıp bitmesi ve sporun birleştiriciliğine vurgu yapması.
Ortak noktaları olum olan uc kişi: Hereafter (2010)
Eastwood ’un onca muhteşem filmden sonra, neden cektiğine anlam veremediğimiz filmlerinden biri bu. Vasat bir film olarak anılsa da eklemek istedik listeye. Filmle ilgili genel eleştiriler, filmin gereksiz uzun olması ve oyuncuların oyunculuklarıyla “Ben şu anda rol yapıyorum” diye bağırmaları yonunde. Ama yine de izleyip kararı siz verin, zira goruşler beklentiler doğrultusunda değişebilir. Inarritu havası esen filmin oykusu, Amerikalı bir işcinin, Fransız bir gazetecinin ve İngiliz bir oğrencinin hayatlarının bir noktada kesişmesi uzerine kurulu. Yaşanan tsunami felaketinden dolayı, filmin Japonya gosteriminin iptal edildiğini de belirtelim.
Irak ’a gittim ama bir sor niye gittim: American Sniper (2014)
Bu da buyuk ustanın yonetmen koltuğuna oturduğu son filmi. Ama aynı zamanda izleyenlerin ve onu hunharca sevenlerin, buyuk ustaya sayısız kufur yağdırdığı bir film aynı zamanda. Cunku herkes filmin propaganda yaptığı konusunda hemfikir. (Bu durum birazcık da Holivud ’un artık senaryo uretememesinden, tıkanıp kalmasından, dolayısıyla da klişe konulara kaymasından kaynaklanıyor olabilir mi acaba?) Her neyse diyelim ve filmden bahsedelim size kısaca… Filmde, keskin nişancı Chris Kyle ’ın Irak ’ta gecirdiği gunler anlatılıyor. Bu kadar, evet konusu bu. Bu tarz ekşın film sevenler icin izlenesi bir film olabilir ama Clint hayranları icin tam anlamıyla bir duş kırıklığı American Sniper. Dileriz Eastwood, Unforgiven ’lı, Million Dollar Baby ’li gunlere ozlem duyan hayranları icin daha guzel projelere imza atar bundan sonra.