
Kucuk yaşta tiyatroyla başlar Brando ’nun oyunculuk seruveni. Elia Kazan gibi isimlerden senelerce ders alır. Annesinin de buyuk etkisi vardır Brando ’nun oyunculuk surecinde, kendisi de inkÂr etmez zaten bunu.
Metod oyunculuğu diye bilinen ekolun en bilinen oyuncularındandır Brando. Metod oyunculuğu dediğimiz şey de, Al Pacino ’yu, Robert DeNiro ’yu, Johnny Depp ’i bize ağzımız acık izleten yontemdir. Stanislavski ’nin ortaya attığı, Elia Kazan tarafından kurulan Actors Studio ’da da Lee Strasberg ’in eğitimini verdiği ekoldur bu ve temelde, karakteri, aktorun tam anlamıyla icselleştirmesine dayanır.
Brando ’da bu icselleştirme zirveye cıkar.Godfather ’da Vito Corleone, Rıhtımlar Uzerinde ’de Terry Malloy, Kıyamet ’te Albay Kurtz olur, kişiliklerine burunur. O, oynadığı karaktere şizofren derecesinde burunurken, sizi de oykuye ve kahramana ceker. Vito cenesini kaşısa sizin de cenenizde bir karıncalanma olur, Terry dayak yediğinde ağzınız yuzunuz dağılır sizin de, Kurtz ’un karizmasından siz de nasiplenirsiniz. Adam karakterini o kadar iyi oynar ki, izleyici – deyim yerindeyse- onunla ağlar, onunla guler, onun gibi duşunur, onun gibi bakar.
“HÂl Holivud ’da bulunmamın tek nedeni parayı reddedebilecek ahlÂki cesaretimin olmayışı” diyebilecek kadar dobra, kazandığı Oscar odulunu almaya gitmeyecek kadar onurlu bu adamı kısaca da olsa hatırlayalım dedik. Hatırlayalım dediysek, unuttuğumuz zannedilmesin. Marlon Brando unutulur mu sevgili okuyucu? Godfather ’ın muziğinin korna yapıldığı bir coğrafyada Brando ’yu unutmak da neyin nesi, bırak allasen…
Başarılı bir boksorden, serseri liman işcisine: On The Waterfront (Rıhtımlar Uzerinde – 1954)
Film, cok zor şartlarda calışan liman işcilerinin hayatlarına eğiliyor. Filmdeki karakterlerden biri olan Terry Malloy (Marlon Brando) eski başarılı bir boksor. Ama koşullar onu serseri liman işcisi olmaya itiyor. Patronu Johnny Friendly pis işleri de olan ve limandaki birkac iş yerinin sahibi bir zorba. Malloy, arkadaşı Joey Doyle ’un, Friendly ’nin emriyle oldurulmesine tanık olur ve kimse bir şey konuşamazken sesini yukseltmeye başlar. Bu ses, zamane patronlarının hic hoşuna gitmez tabii, ama Malloy da oyle kolay lokma değildir. Filmin yonetmeni bir Kayserili, Elia Kazan. 1950 ’lerdeki “komunist avı”ndan dolayı, bir nevi “kendini aklama” filmi olduğu yazılır cizilir Rıhtımlar Uzerinde ’nin. Marlon Brando karizması, taksi sahnesiyle (contender speech) tarihe gecer bu filmde. Hatırlatmak yarar var, 8 dalda Oscar odulu aldı film.
Brando ’nun tanrılığa soyunduğu film: Godfather (Baba – 1972, 1974, 1990)
Uzerine ne yazabileceğimizi bilemediğimiz Marlon Brando filmi. Bircok dev oyuncu var filmde ama, izleyen herkesin ortak goruşu, filmdeki en buyuk oyuncunun tartışmasız Brando olduğu. Marlon Brando, Don Corleone roluyle izleyicinin gozunde, “insanoğlu” olmaktan cıkıp Zeus ’la, Poseidon ’la boy olcuşebilir seviyeye gelir bu filmle birlikte. Bu filmi herkesin bildiğini farz edip cok bi ’ acıklama yapmayacağız. İşleri tıkırında giden mafya patronu Vito Corleone ve ailesini, birtakım mihraklar uyuşturucu işine cekmek isterler ve sonra “olaylaaaar, olaylar Mecnun”. Godfather bir seridir ve uc filmden oluşur ama hicbirisi ilk filmin yerini tutmaz (hakkını verelim). “Ona reddedemeyeceği bir teklif yapacağım” repliğiyle hafızlara kazındı film. Ha bir de yataktaki at kafası cok sarstı izleyiciyi. Bu filmde Brando ’nun yuzune o unlu gorunuşu verebilmek icin birtakım operasyonlar gercekleştirdiler (operasyon dediysek ameliyat falan değil). Ortaya cıkan sonuc, onu sinema dunyasında bir ilaha donuşturdu. Baba filmine aşinaysanız, Brando ’nun 1973 yılında kazandığı En İyi Erkek Oyuncu odulunu reddettiğini, bununla ilgili bir metni okuması icin de salona Kızılderili bir abla gonderdiğini, o ablanın da kısa bir konuşma yaparak durumu izah ettiğini biliyorsunuzdur. Bilmiyorsanız da şuradan izleyip dinleyebilirsiniz.
Topraksız koylulerin kahramanı: Viva Zapata (1952)
Direniş tarihinin en efsane isimlerinden biri: Emiliano Zapata. 1900 ’lerin Meksika ’sında, toprakları ellerinden alınan koylulerin kahramanıdır. Bu mucadele surecinde kanun kacağı olur Zapata. Film sadece Zapata ’nın hikayesini anlatmaz aslında. Birlik olarak muktediri ulkeden kovan devrim guclerinin, aslında galibi oldukları bir sureci, kendi aralarında anlaşmazlığa duşerek nasıl heba ettiklerini de anlatır. Elia Kazan da, Emiliano Zapata ’nın oykusunu beyaz perdeye taşır. Senaryo John Steinbeck ’e ait, başrollerde de Marlon Brando ve Anthony Queen var.
Bir soyguncuk daha: The Score (Komplo – 2001)
Film, hem caz sevdalısı olan, hem de kariyer yapmak icin profesyonel hırsızlığı secen Nick Wells uzerine kurulu. Gun gelir Nick “kariyerini” artık sonlandırmak ve calıştırdığı barla ilgilenmek ister. Ama ortağı Max (M. Brando) ona “reddedemeyeceği bir teklifle” gelir. Bu iş Nick ’in son işi olacaktır (hep oyledir ya). Bir de yeni yetme hırsızımız Jack var filmde. Jack, Nick gibi bir profesyonelle iş yapmak icin can atar, ama Nick aynı fikirde değildir pek. İzleyici tarafından pek beğenilmez. Hatta yonetmenin, uc buyuk oyuncuyla nasıl bu kadar kotu bir film cıkardığına hayret edilir.
Vito Corleone = Carmine Sabatini (mi?): The Freshman (Akıl Hocası – 1990)
Alışkın değiliz ama bu, icinde Marlon Brando barındıran bir komedi filmi. Filmde, Clark Kellogg, New York ’a okumaya giden genc bir eleman. Maalesef bu “freshman” (universiteye yeni başlayanlara takılan bir lÂkap) butun eşyalarını bir hırsıza kaptırır. Clark ne yapıp edip hırsızı yakalar. Hırsız da Clark ’a, daha cok para kazanmak isteyip istemediğini sorar. Bu vesileyle Clark, hırsızın mafya amcası Carmine Sabatini ile tanışır. Sabatini ’nin ona “reddedemeyeceği bir teklif” sunmasıyla Clark ’ın hayatı değişir. Filmde cok ilginc noktalar ve gondermeler var. Brando ’nun bu filmde canlandırdığı karakter, Baba filminde canlandırdığı karakterle birebir aynıdır. Hatta Clark ’ın Sabatini ’yle tanıştığı anda verdiği tepki, “Vito Corleone ’ye ne kadar da benziyorsunuz”dur ve oğrenir ki, Baba ’daki Vito karakterine ilham kaynağı olan kişi tam olarak Carmine Sabatini ’dir.
Bir gunah cıkarma operasyonu: Sayonara (Elveda – 1957)
Joshua Logan ’ın yonettiği, Marlon Brando, Denniz Hopper ve James Garner ’ın başrollerini paylaştığı bu film, Kore Savaşı yıllarında, Amerikan askerlerinin Uzak Doğulu kadınlarla ilişkilerini anlatır. Oyku, ırkcılığın eleştirilmesini de icerir aynı zamanda. Film, gercek olaylara dayanır ve romandan uyarlamadır. Bircok dalda Oscar ’a aday oldu, dort dalda da bu odulu kazandı. Filmin kazandığı bu oduller, savaş konusunda her zaman şahin olan Amerika ’nın, bir nevi gunah cıkarması olarak goruldu. Tum o propaganda filmlerini falan da duşununce Hollywood ’un boyle bir şey yapması hic kimseye garip gelmeyecektir.
Aşkın değiştirdiği serseri: The Wild One (Kanlı Hucum – 1953)
Kırk kişiden oluşan bir motosiklet cetesi ve onların kafasına gore takılan liderleri Johnny (M. Brando itin onde gidenini canlandırıyor)… Bu cete California ’da bir kasabada tam da olması gerektiği gibi, asi ve vahşi bir şekilde takılır. Kasaba halkı onlardan nefret eder. Yarıştır, paradır, bardır, kavgadır derken, eğlenilecek kız arayan Johnny, ummadığı bir şekilde şerifin kızına aşık olur. Ve başlar onu etkileme girişimlerine. Bu aşk Johnny ’nin bunyesinde alışkın olmadığı değişiklikler yaratır. Deri ceketi ve motosikletiyle izlenmesi gereken bir Marlon Brando. O karizmatik tebessumunden soz etmiyoruz bile.
Doneminin en sarsıcı filmi: Last Tango In Paris (Paris ’te Son Tango – 1972)
Dev yonetmen Bernardo Bertolucci ’den, en az onun kadar dev bir film. Evlenmeye hazırlanan ve evlendiğinde oturabileceği bir ev arayan bir kadın: Jeanne. Jeanne ’ın gezdiği evlerden birisinde tanıştığı, yaşca buyuk, etkileyici bir adam: Paul. Birbirlerini gorur gormez etkilenirler ve etkileşim birlikteliğe kadar gider. İlişkilerinin sağlığı icin, tek bir kural gozetirler: Ne olursa olsun, hayatlarıyla ilgili birbirlerine hicbir şey sormayacaklardır. Film yayınlandığı donemde, ozellikle erotik sahneleriyle buyuk yankı uyandırdı. Ozellikle bir sahnesi (ipucu: tereyağlı sahne) cok tepki topladı. Ve en onemlisi de Bertolucci o sahneyle ilgili olarak yıllar sonra, soz konusu sahneyi Brando ’yla kahvaltı yaparlerken tasarladıklarını, bu sahneyi son ana kadar 20 yaşındaki oyuncu Schneider ’den sakladılarını, Schneider ’in sahnenin iceriğini oğrendiğinde ağlayıp yalvardığını, ama kendisinin taviz vermediğini, bundan da cok pişman olduğunu itiraf etti.
Her acıdan bir kult: Apocalypse Now (Kıyamet – 1979)
Baba ’nın yonetmeninden, yani Francis Ford Coppola ’dan, “Hocam neden Marlon Brando?” sorusuna cevap niteliği taşıyan bir başyapıt daha. Bu bir film değil, sinema tarihinin yuz akı, diğer yonetmenlerin başlarını onlerine eğmelerinin musebbibi, olaylı geri plÂnıyla da hatırlanan bir şaheser, bir abide. Vietnam Savaşı sıralarında Yuzbaşı Willard ’a bir gorev verilir. Gorevi, Vietnam ’da Amerikan ordusuna başkaldıran ve bir orman kabilesini insanlık dışı yontemlerle yoneten Albay Kurtz ’u bulup oldurmektir. Ama bu, o kadar da cerez bir iş değildir. Daha fazla bir şey yazmayacağız filmin iceriğiyle ilgili. Birkac noktaya değinelim filmin geri plÂnıyla ilgili, o kadar. Oncelikle filme “6 haftada tamamlarız biz bunu” diye başlamışlar, 16 ayda ancak bitirmişler. “12 milyon dolar yeter” demişler, 40 milyon doları ic etmişler. Başrol icin once Harvey Keitel ’la anlaşılmış, sonra Coppola ’yla Keitel bozuşunca başrole Martin Sheen secilmiş ve adam edilmiş. Martin Sheen de, bu adam olma surecinde “eee yeter be” noktasına gelmiş, hatta kalp krizi bile gecirmiş. Yani sizin anlayacağınız, her yonuyle olay yaratan bir film bu ve listenin de “izlemezseniz yazıklar olsun” kategorisinde yer alıyor.
Kulturel olarak onemli bir film: A Streetcar Named Desire (İhtiras Tramvayı – 1951)
Bu, Tennessee Williams ’ın bir oyunu aslında. Yonetmeni tanıdık bir isim: Elia Kazan. Marlon Brando da elbette yine unutulmaz bir performans sergiler bu filmde. Film, cekici bir kadın olan Blanche DuBois ’nın, kendinden yaşca bir hayli kucuk bir cocuğu baştan cıkarması sebebiyle başının belaya girmesini ve New Orleans ’taki kız kardeşinin yanına taşınmasını anlatır. Blanche, kız kardeşinin eşi Stanley ile hic anlaşamaz. Stanley cok kaba bir adamdır ve hakeretleriyle, tacizleriyle Blanche ’ı cileden cıkarır. Film, 12 dalda Oscar ’a aday oldu. Karl Malden “En İyi Yardımcı Oyuncu” odulune lÂyık goruldu. Filmle ilgili bir not daha: 1999 ’da Birleşik Devletler Kutuphane Kongresi filmin “kulturel olarak onemli” ilan etti ve Ulusal Film Sicil Dairesi ’nde korumaya aldı. Bir ek bilgi daha verelim. Brando ’nun filmde tişort giymesi, o zamana kadar “ic giysi” olarak gorulen tişortun, dış giysiye evrilmesi yolunda onemli bir adım oldu.
Ya gercekten o kişiyse: Don Juan De Marco (1995)
Marlon Brando ’yla Johnny Depp ’i bir araya getiren etkileyici bir film var sırada. Jack Miller: Kariyerinin sonuna gelen, herkesin sevdiği, takdir ettiği, emekli olmasına on gun kalan bir psikiyatrist. Karşısında da kendini tum kadınları kendisine aşık eden Don Juan sanan bir sorun yumağı. Ve emekliliğine on gun kala da, Jack icin gercekten zor bir vaka. Bir şekilde onu iyileştirecek on gun icinde, bunu umuyor. Ama işler hic de umduğu gibi gitmiyor. Don Juan ’la gecirdiği vakit, Jack ’in kendi yaşamını sorgulamasını sağlıyor. Ozellikle eşiyle olan ilişkisini ve aşk hayatını canlandırıyor. Onu Don Juan olmadığına ikna etmeyi plÂnlarken, onun Don Juan olduğundan kesinlikle emin oluyor Jack. Her anı romantizm dolu, sizi mutlu edecek harika bir film Don Juan De Marco.
Kolonyalizmden emperyalizme: Queimada (İsyan – 1969)
Gillo Pontecorvo ’nun yonettiği bu film, Marlon Brando ’nun yer aldığı politik filmlerden birisi. Filmde, William Walker adlı bir İngiliz ajan, Queimada adlı Portekiz somurgesi adaya, oradaki siyahi koleleri orgutlemesi ve Portekiz yonetimine karşı ayaklandırması amacıyla gonderilir. Amacına da ulaşır Walker ve adayı terk eder. Koleler de Jose Dolores adlı bir kolenin onderliğinde ayaklanır. Fakat işler halk acısından hic de yolunda gitmez. Gucu ele geciren Dolores yuzunden “ozgur” olan koleler, daha kotu koşullarda şeker kamışı tarlalarında calışmaya devam ederler. Yıllar sonra Walker adaya tekrar gider. Bu sefer hedefinde Jose Dolores vardır. En bi ’ politik filmlerden birisi olarak kabul edilir Queimada. İzleyiciyi başlarda bunaltıp kacıp gitme isteği uyandırsa da, bir yerden sonrasını ağız acık izletir. Filmde somurgecilik ve kolelikten ucretli koleliğe geciş vurgulanır. Dolores ’le birlikte ayaklanan kolelerin gec de olsa fark ettikleri şey, patronun ve kavramların değiştiği, koşullarının aynı, hatta daha kotu olduğudur. Marlon Brando ’nun performansı yine izleyiciye şapka cıkarttırır.
Sinemaya ilk adım: The Men (1950)
Marlon Brando ’nun sinemaya adım atmasına vesile olan film. Filmin yonetmeni Fred Zinnemann, Thomas More ’un hayatının bir doneminin anlatıldığı “A Man For All Seasons” filminin de yonetmeni aynı zamanda. Filmde Marlon Brando ’ya Teresa Wright ve Everett Sloane eşlik ediyor. Filmin iceriğini de, 2. Dunya Savaşı ’na katılan ve ciddi bir yaralanma geciren, savaştan donunce de topluma adapte olmaya calışan bir gazinin oykusu oluşturuyor. Brando ilk filminden itibaren “yakında Holivud ’u otturecem” diyor bir bakıma.
Chaplin ’in jubilesi: A Countess From Hong Kong (Hong Konglu Kontes – 1967)
Marlon Brando gibi bir efsaneyi, Charlie Chaplin gibi başka bir efsanenin filminde gormek cok garip. Tabii film cekildiği donemde Chaplin coktan efsaneydi, Brando ’da efsane olma yolunda ilerliyordu. Filmde, Ogden Mears adlı bir petrol kralından soz edilir. Ogden gemiyle Hong Kong ’a gelir ve Natascha adlı bir Rus kontesle tanışır. Kontesimiz gecenin sonunda, kacak olarak Amerika ’ya girebilmek icin gemide saklanır ve geminin hareket etmesiyle birtakım olaylar yaşanmaya başlanır. Filmin en onemli ozelliği, Chaplin ’in son filmi olmasıdır. Maalesef vasat bir filmdir ve hem eleştirmenler, hem de izleyiciler tarafından hunharca eleştirilir.