Aslında kufru hic sevmem, kufurlu soylemlerden nefret ederim; ama soz Neyzen ’e gelince akan sular durur.
Neyzen Tevfik deyince coğumuzun aklına onun kufurlu taşlamaları gelse de o bir soz cambazı. Neyinin nağmeleri ne kadar buyuluyse, hicivleri de diğer şiirleri de oylesine buyuleyici.
Tevfik Kolaylı (1879 – 1953 İstanbul) ya da yaygın bilinen adıyla Neyzen Tevfik, taşlamalarıyla tanınan Turk neyzen ve şairidir. Taşlama kitaplarının yanı sıra, ceşitli taksimler ve saz semÂilerinin bestecisi olarak da bilinir.
Osmanlı doneminde istibdat yonetimine, Cumhuriyet yıllarında ise devrimlere karşı cıkanlara hicivleriyle cevap vermiş; haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı şiirler yazmıştır.
Bircok defa tutuklanmış, ama kısa sure sonra serbest bırakılmıştır. Yaşamı boyunca sara hastalığı ve yoksullukla mucadele etmiş, 28 Ocak 1953 ’te İstanbul ’da olmuştur…
Huzurlarınızda efsane Neyzen Tevfik yazıtları.
Dudağında yangın varmış
Dudağında yangın varmış dediler,
TÂ ezelden yayan koşarak geldim.
Alev yanaklara sarmış dediler,
Sevda seli oldum, taşarak geldim.
Kapılmışım aşk oduna bir kere,
Katlanırım her bir cefÂya, cevre
Uğraya uğraya devirden devre
Butun kÂinatı aşarak geldim.
Yapmak, yıkmak senin bu gamlı omru,
Ben gonlumu sana verdim goturu.
Sana meftûn olduğumdan oturu
Sarhoş oldum Neyzen, coşarak geldim.
İsmet Hulusi anlatıyor: “Bir gece Pendik ’te deniz kenarındaki bir kaya uzerinde oturmuş; mavi siyah suda yakamozların oynaştığını seyrediyordum. Gayet hafif bir ney sesi duydum. Hafif ney sesi andan ana coştu. Gokten mi iniyordu, denizin altından mı geli­yordu… Gok kadar berrak, deniz kadar coşkundu. Bir alet sesi olamazdı bu, insan sesinde bu derece guzellik ta­savvur edilemezdi. Ney sesi perde perde alcaldı ve sustu. ‘O gece ne kadar guzeldi kÂinat… ’ Sonradan oğrendim ki o gece ney ca­lan rahmetli Neyzen Tevfik imiş.
Koşma
Ruhuma sunduğun mukaddes gunÂh,
Kanımda Âteşten bir şarÂb oldu
SevdÂnın şimşeği cakınca, gonlum
Nağmesi alevden bir rebÂb oldu.
Gokyuzu yıkıldı, yıldızlar sondu,
Guneş hic doğmadı, ay geri dondu.
Kainat gayb oldu hîce burundu,
Aşkından başkası hep harÂb oldu.
O hırcın hayÂlin ey sarhoş melek,
Serencam besteler bana gulerek,
Son gece verdiğin zehirli cicek,
HicrÂnlar şerheden bir kitÂb oldu.
VefÂsız, talihim bir kara kaya,
Yalvardım, soylettim bu sırrı nay ’a,
Varlığım yok oldu gun saya saya,
İcinden cıkılmaz bir hesÂb oldu.
“Uzun derbederlik hayatımda, o kaldırımdan bu kaldırıma; o kapıdan bu kapıya; o diyardan bu diyara; ney ’im ve mey ’imle bir kuru yaprak gibi savruldum.” diye ozetler yaşamını Neyzen Tevfik.
İkilik
KÂbe ’den maksadın varmaktır yÂra,
Kor gibi tapınma, kara duvara,
Hızır ’ı ararsan kendinde ara,
Bulamadım gibi rezalet etme.
Savaş vurguncularından birinin dedikodusu yapılmaktadır. “Tonla parası var… Herifin bir eli yağda, bir eli balda… Nereye gitse, hemen yol acıyorlar!” diye. Neyzen, “Gercekten kenara cekiliyor mu herkes?” diye sorar, “Cekiliyor.” cevabını alınca; “Demek cebindeki pisliğe bulaşmak istemiyorlar…” diye yapıştırır cevabı.
Para
CÂh u mevki-kÂrı cok oldu gozumden duşeli,
Bunların hicliğini ben bilerek oğrendim.
Şimdi de kalmadı nakdin nazarımda kadri,
Kirli ellerde gorunce, paradan iğrendim.
(cÂh u mevki-kÂr: yuksek mevki ve yerlerin değeri)
Neyzen Tevfik, yureği insan sevgisiyle do­lu biriydi. Dunya malına hic değer vermezdi. 1952 yılında Şehir Komedi Tiyatrosu ’nda jubi­lesinin yapılacağı gun bir arkadaşına telefon acar, kendisine bir takım el­bise gondermesini ister. Arkadaşı elbiseyi gonderir. Jubile bi­tince sahnenin arka­sında o elbiseyi cıkar­tıp oradaki garsonlara verir, sonra eski elbi­selerini giyer. Bana vereceğiniz parayı da yok­sullara dağıtın, der.
Fırka parti diye
Fırka, parti diye halkın boğazından sıkarak,
Milletin on senedir olmuş idi mengenesi.
Kazdığı cÂh-ı belÂya yine kendi duştu.
Orsunu, kıskacını s..tiğimin cingenesi
(cah-ı belÂ: bela yolu)
Bir gun Neyzen ’e sorarlar: “Neyzen, calarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı calarsın?” Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir donemdir. Neyzen: “Maliye Vekili değilim ki, calarken zevk alayım” der.
Sanma ciddiyet ile
Sanma ciddiyyet ile sarf ederim san ’atımı,
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir.
Bezm-i meyde sufehÂnın saza meftûn oluşu,
Nazarımda su icen eşşeğe ıslık gibidir!
(bezm-i mey: icki meclisi, sufehÂ: zevk ve eğlenceye duşkun kişiler, meftûn: gonul vermiş)
Devrin ileri gelenlerinin de bulunduğu bir toplantıda neyini uflerken kendisini dinlemeyip konuşanları gorunce cok ofkelenip soylemiştir bu sozlerini.
Cafer
Fabrika yaptı Sumerbank bez icin,
Cok muazzam bir eser bu, lÂf değil!
Dil işinde ehl-i dil tezden dedi,
S…. Cafer, bez getirsin Başvekil.
Başvekil İsmet İnonu ’nun Sumerbank bez fabrikasını actığı gunlerde, Turk Dil Kurultayı ’nda dil profesoru Ahmet Caferoğlu ’nun konuşmasının yarattığı hoşnutsuzluk uzerine soylemiştir bu dortluğunu. (1932)
Ben guzel sevmeye geldim
Duşeli derd-i firÂkın ile sevdÂya mey ’e
MuptelÂyım, deliyim, sinmişim esrÂr-ı ney ’e
Feleğin kahpe başında paralansın parası,
Ben guzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye.
(derd-i firak: ayrılık acısı, muptelÂ: tutkun, esrÂr-ı ney: ney ’in sırrı)
Mazhar Osman, Neyzen Tevfik ’e icki icmeyi yasaklamış. İcmeye devam ettiği takdirde hayati tehlike doğacağını soylemiş. İleri derecedeki samimiyetlerine dayanarak icki icmeyeceğine dair bir de and icirmiş Neyzen ’e. Aradan zaman gecmiş, Mazhar Osman, Neyzen Tevfik ’e bir yerde icki icerken rastlamış, hemen hatırlatmış: “Hani sen icki icmemek uzere and icmiştin?” Neyzen şoyle cevap vermiş: “Ustat, biz fakir adamız.. Bulunca icki iceriz, bulmayınca and iceriz…”
Gonlumun zÂviyesinden
Gonlumun zÂviyesinden dedi bir pîr-i mugan,
Gozunu yum, sağır ol, yut dilini, kes sesini!
Bilenin ağzına once s..ıyor kahpe felek,
Sonra sille ile patlatıyor ensesini.
(zÂviye: tekke, pîr-i mugan: din buyuğu)
Neyzen Tevfik bir kez evlenmiş ve ayrılmıştır. Ayrıldığı karı­sına aşık olan Neyzen onu hic unutamamıştır. İckiyi cok ictiği icin yine Bakırkoy Akıl Hastanesi ’ne kaldırıldığında, karısının ikinci kocası da orada yatıyormuş, tesadufen onunla tanışmış, ahbaplık kurmuş. O ’nu Dr. Mazhar Osman ’a takdim etmiş ve: “Bu adama iyi bakın, iyileşsin ki, benim şimdi kufrettiğim bir insanı mut­lu etsin.” demiş.
İhtiyarlık ile genclik
İhtiyarlık ile genclik diyerek,
Şu hayÂtı ikiye boldurme!
Ey buyukten de buyuk AllÂhım,
Benden evvel s..imi oldurme
Dr. Fahrettin Kerim Gokay ‘ickinin zararları ’ konulu konferansını vermektedir. Bir ara: “Rakı ’nın her kadehi, hayatımızı bir saat kısaltır” der. Dinleyiciler arasında olan Neyzen yerinden fırlayıp bağırır: “Eyvah, yandık!” Hayrola, diye sorarlar. “Hesap ettim, meğer ben oleli tam kırk yıl olmuş!!!”
Asrın yeni bir umdesi var
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Soz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Gecmez ele bir pÂye, kavuk sallamayınca,
Kursî-i liyÂkat, pezevenk puşt olanındır!
(umde: ilke, pÂye: mevki, kurs-i liyÂkat: mevki)
Bir gun, Neyzen Tevfik Pen­dik ’teki bir dostunda sabaha kadar devam eden Âlemden sonra, biraz seher havası almak icin cıkar ve deniz kıyısına gelerek bir citlembik ağacının altındaki bir kayanın ustune oturur. İnsana huzur veren derin bir sessizlik vardır doğada. Ustat, bu romantik havayı kacırır mı, hemen neyini cıkarır ve calmaya başlar. Biraz ileride ise camaşırlarını yıkayan birkac as­kerin tokac sesleri duyulur. Ney sesini duyan askerler biraz sonra yanına gelerek buyuk bir huşu ile dinlemeye başlarlar Neyzen ’i. Bir ara neyzen melodiye ara vererek, “Merhaba evlatlar, siz de benim gibi bu gece uykusuz kaldınız galiba!” diye takılır onlara. As­kerlerden birisi kulağına eğilip, “Kurbanın ola­yım amca, sabah sabah bizi deli ettin, ama sozumu kotu gorme, kopcaların cozulmuş, edep yerin gozukuyor…” deyince, Neyzen kal­kıp askerin boynuna sarılır. “A benim aslanım, ben sana kurban ola­yım ki edebim olduğunu ilk defa senden işitiyo­rum!” diyerek nuktesini patlatır. Sonra, pantolunun duğmesini ilikler ve askerlere bir guzel ney ziyafeti ceker.
Altmışından sonra cÂnÂ
Bir taraftan cÂm-ı aşkın, bir taraftan meyle ney
Kor kutuk, zil zurnayım; sÂkî fitil ettin beni!
Sarhoşum, kor kandilim, yandım o mavi gozlere,
Altmışından sonra cÂn bob-stil ettin beni.
(cam-ı aşk: aşk kadehi, sÂkî: icki sunan, cÂnÂ: sevgili, bob-stil: zuppece giyim tarzı)
Halk adamlığı, ney calışındaki ve yergi turundeki ustalığı ile Neyzen, “Turklerin Diyojen ’i” sayılırdı. O, yuz­yılların yetiştiremeyeceği buyuk bir sanatcı, mevki ve şohret sahiplerini amansız bir şekilde hicveden derbeder bir deha idi.
Demokratik idare
Kim demiş bizde bir demokratik idare yoktur,
Ne demek, olmasa elbet dışardan alırız!
Sırredip karne usûluyle o gumruk malını,
Karaborsaya verir, biz bize benzer kalırız.
İkinci Meşrutiyet doneminde nazırlığa getirilen bir zat, cok gecmeden yeğeninin vali olarak atanmasını sağlar. Karşılaştıklarında, Neyzen, “Maşallah, kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor.” deyince adam, “Genc yasta vali oldu, neden fasulyeye benzesin?” diye sorar. Neyzen de verir cevabı: “İşte ben de onun icin benzetiyorum ya, fasulye de sırığa sarılarak buyur.”
Kime sordumsa seni
Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;
Kimi alcak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler.
Kunyeni almak icin partiye ettim telefon,
Bizdeki kayda gore, şimdi o meb ’us dediler!
Neyzen Tevfik, ileriyi goren bir şairdi. Bundan yıllarca once yazdığı hicivleri bile sanki bugun yazılmış gibi guncelliğini korumaktadır.
Oyle hurriyete Âşık ki
Oyle hurriyete Âşık ki kadınlar, hattÂ
Hicbir erkek olamaz onlara yol arkadaşı.
Cıkar at carşafı teklîfine karşı, nitekim
Donu fırlattı g..unden, acacak yerde başı.
Basın cevrelerinde tanınmış bir hanım bir gun Neyzen ’le karşılaşınca, “Aşk olsun, benim icin aşifte filan gibi sozler soylemişsiniz.” der, Neyzen elini sinek kovalar gibi sallar ve “Hanım, sen beni tanımıyorsun. Ben herkesin bildigi şeyleri soylemem.” diye cevap verir.
ŞÃ‚hÂne cehÂlet
Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden,
Softalık zorlu anırtı ile aldı yurudu.
Kara bir kinle taassup pusudan cıktı yine,
Yurdu şÃ‚hÂne cehÂlet yeni baştan burudu.
Dini butun gecinen bir dostu Neyzen ’e sorar, “Beni tanırsın. Cennetin anahtarı sende olsa beni oraya almaz mıydın?” Neyzen, karşısındakini baştan ayağa şoyle bir suzdukten sonra gulumser, “Bende cennetin değil de cehennemin anahtarı olsaydı, senin icin daha hayırlı olurdu. Belki seni oradan cıkarırdım!” diye cevap verir.
Sertabip
Sertabibin bilirim kudret-i ilmiyesini,
Kimi hakkında şoyle, kimi boyle dedi
Mîriden calma, ruşvet olarak Pendik ’ten
Mazhar Osman tam beş araba gubre yedi.
(sertabip: başhekim, kudret-i ilmiye: bilginin gucu, mîri:devlet)
Neyzen ’in kardeşi Şefik Kolaylı anlatıyor: “Tevfik rakıdan kesilmiş, istirahat etmek uzere Pendik ’e gelmişti. Tevfik, dedim, se­nin yuzunden bak neler oldu. “Dr. Mazhar Os­man Bey beş araba koyun gubresi istemişti, gonderdim. İhbar etmişler, mufettiş geldi, uzat­mayalım başımıza iş actın.” dedim. Bir hayli gul­du. Birkac saat sonra işte bu kıta ’yı yazıp elime verdi.
Şefik Kolaylı ’nın, Dr. Mazhar Osman ’a parasız verdiği gubreler icin hakkında soruş­turma acıldığı anlaşılmaktadır. Bu soruştur­ma, cumhuriyetin ilk yıllarında devlet malının nasıl korunduğunun bir gostergesi değil mi? Bugun, devlet malının nasıl talan edildiğini gor­dukce, “Nereden nereye geldik…” diye duşun­mekten kendimizi alamıyoruz.
Ataturk ’un olumunden sonra
Tanrı olmez, O dilerse gorunur bir muddet,
Kaybolunca O ’nu kalbinde bulur her millet.
Biliyormuş kaderin cilvesini evvelce,
Butun ecrÂm-ı sem yasla burundu o gece.
Yaklaşan bir acı once guneşi korkuttu,
Ay tutuldu diyemem gokyuzu mÂtem tuttu.
Ata gectin ebedin mevki-i mustahkemine
Bir direktif veriyor arza, beşer Âlemine!
Bize ilhÂm ile isÂl ediyor her haberi,
Ki O ’nun kudret-i kulliye, emirber neferi.
Bağladı dÂr-ı fenÂnın ebede telsizini,
Gudelim actığı yollardan mubÂrek izini.
Ataturk ’un beşere sunduğu peymÂnı budur:
Ataturk ’e inananlar er olur, sulhu korur!
(ecrÂm-ı semÂ: gokteki yıldızlar, mevki-i mustahkem: makam, isÂl: ulaştırma, kudret-i kulliye: Allah yapısı, dÂr-ı fenÂ: hiclik alemi, peyman: yemin, and)
Neyzen ’in sevmediği tek şey, otoriteydi. O yuzden devlet erkÂnı ile iyi gecinmezdi. Yalnız, Ataturk ’e cok bağlıydı. Ataturk ’un olumunden sonra gunlerce evinden cıkmadığı soylenir. Yukarıdaki satırları Ataturk ’un olumunun ardından 1938 ’de yazmıştır.
(Bazı anılar icin, PENDİK gazetesi 9 ekim 2008 sayısından yararlanılmıştır)