Onunla erken yaşlarda tanıştıysanız, insana ve sevgiye inancınız, umudunuz başınıza ne gelirse gelsin baki kalır. Hayvanlara, mahallenin delisine, diğerlerinden başka duran cocuklara, berduşlara, salaş meyhanelere farklı gozle bakarsınız.
Sait Faik okumak insanı geri donulmezce değiştirir, pişirir, kulak memesi kıvamına gelinceye kadar yoğurur, yontar. Sinağrit Baba ’yı bilen insan denize hurmet duyar. Ondan sonra adanın balıkcılarını, Beyoğlu ’nun sokaklarını ya da Yedikule surlarını başka gorursunuz.
HÂl tanışmadıysanız daha fazla gecikmeyin cekinmeden Sait Faik kimdir diye sorun biz de anlatmaya calışalım. Unutmayın, Sait Faik okumanın yaşı yok!
Dort yaşında denizle tanışan cocuk
Sait Faik Adapazarı ’nda dedesinin evinde 18 Kasım 1906 ’da doğdu. Henuz dort yaşındayken babasının tahrirat kÂtibi (resmi yazışmalarla gorevli) olarak tayini cıkınca Karamursel ’de denizin kokusunu icine cekti.
İleride peydahlanacak deniz, balık, balıkcı tutkusunu, belki de orada sahil kıyısında bir evde gecirdiği uc yılına borcluydu.
“Haşarı burjuva cocuğu”
Okul cağı geldiğinde, ailesi Adapazarı ’na dondu ve onu Rehber-i Terakki ’ye yazdırdı. Sait Faik ileride yabancı dilde eğitim aldığı ozel okul yıllarını hatırladığında, cocukluğunda haşarı bir burjuva cocuğu olduğundan bahsedecekti.
Aynı yıl anne ve babası ayrı yaşamaya karar verince, babasının evinde babaannesi ve dedesiyle kaldı. Akrabalarının yanına yerleşen annesini ise ancak haftada bir gorebildi. O yıllarda henuz habersizdi ama cocukluk ozlemini telafi etmek icin bir omur annesiyle yaşayacaktı.
İlk oykusunu Bursa Erkek Lisesi ’nde yazdı
1920 ’de Yunan işgali ile ailesi oradan oraya gocerken Sait Faik, Adapazarı İdadisi ’nde oğrenciydi. Ailesi 1924 ’te rotayı İstanbul ’a cevirince, Şehzadebaşı ’na taşındılar ve o da İstanbul Erkek Lisesi ’ne kaydoldu.
Onuncu sınıfa kadar burada okuyan unlu yazar, Arapca oğretmeni Seyit Salih Efendi ’nin sandalyesine iğne koyunca 41 arkadaşıyla birlikte okuldan atıldı. Yeni okulu Bursa Erkek Lisesi oldu. İlk oykusu ‘İpekli Mendil ’i bir edebiyat odevi icin burada yazdı.
Uygurca yerine edebiyatcı kahvelerinde
22 yaşında İstanbul Universitesi ’nde edebiyat okumaya başladı. Artık Beyoğlu ’nu arşınlayıp, Şehzadebaşı ’ndaki kahvelerde geziyor, sanat ve edebiyat ortamlarıyla tanışıyordu.
İki yıl sonra Uygurca oğrenmek istemediği icin okulu bıraktığında, 9 Aralık 1929 ’da ‘Ucurtmalar ’ isimli hikÂyesi Milliyet Gazetesi ’nde yayımlanmıştı. Hatta duymaktan pek memnun olmadığı ‘genc hikÂyeci ’ sıfatını da kazanmak uzereydi.
Yurtdışında bir gocmen kuş
25 yaşında, babasının isteği uzerine iktisat okumak icin Lozan ’daydı. Ama o kadar bunaldı ki, 15 gun dayanabildi ve Fransa ’da Grenoble şehrine gecti. Burada once Fransızca oğrenmek icin Champollion Lisesi ’ne devam etti. Sonra uc donem Grenoble Universitesi Edebiyat Fakultesi ’nde okudu. Şukur ki Uygurca diye bir derdi yoktu.
Orada bulunduğu gunlerde Paris ’i, Lyon ’u, Strasbourg ’u ziyaret etti. 1934 ’te ise İstanbul ’a dondu ve ailesinin yeni taşındığı, Nişantaşı ’ndaki Rumeli Apartmanı ’na yerleşti.
Ne oğretmenlik ne de ticaret
Sait Faik İstanbul ’a donunce Halıcıoğlu ’ndaki Ermeni Yetim Mektebi ’nde Turkce oğretmenliğine başladı. Ama iki sorunu vardı: Klasik otoriter hocalardan farklıydı ve bu yuzden idare ile arası gitgide acılıyordu. Bir de derslere bir turlu vaktinde gidemiyordu. Hatta ay sonunda gecikmeleri hesaplanıp maaşından duşuldu ve eline bir avuc para gecti.
“Anladım ki oğretmenlik benim harcım değildi” diyen Sait Faik, aynı donemde babası tahıl işine girince oğretmenliği bıraktı ve onun dukkÂnında calıştı. Ama bu iş de ona gore değildi. Zaten altı ay sonra dukkÂnı babasına teslim ettiğinde icerisi tamtakırdı.
İlk kitabın sevinci
Onun işi kÂğıt kalemleydi. Hem André Gide ’den ceviriler yapıyor hem de Fransa anılarından yazdığı oykuleri Varlık Dergisi ’nde yayımlanıyordu. Ama dahası gelecekti.
1936 ’da babasının desteği ile ilk hikÂye kitabı ‘Semaver ’i Remzi Kitabevi ’nden cıkardı. Yıllar sonra ‘Hallac ’ oykusunde bu sevincini anlatacaktı.
Semaver ’in cıkışından sonra yazmayı surdurdu. Fakat bir mektubunda bahsettiği gibi dalgınlığı dillere destandı ve yazdıklarını orada burada unutuyordu. HikÂyelerinin dilediği ilgiyi gormemesi de canını sıkıyordu.
Asabiyecilerden “deli raporu”
Askeriyeden cağrıldığında careyi bir asabiye kliniğinden rapor almakta buldu. Raporun gercek olup olmadığı ve nasıl alındığı hic aydınlanmasa da, bir kavga sırasında bu raporu cebinden cıkarıp Aziz Nesin ’e gosterdiği rivayet edildi.
Nişantaşı-Burgazadası arasında mekik dokuyor
1938 ’de babası Burgazadası ’nda Cayır Sokak ’ta bir koşk aldı ve buraya taşındılar. Baba bir sure sonra bronşitten olunce Sait Faik, kışları Nişantaşı ’nda yazları ise adada annesiyle gecirmeye başladı.
Bu konargocer gunlerden geriye 16 hikÂyeden oluşan ikinci kitabı ‘Sarnıc ’ kaldı. 1939 ’da Cığır Kitabevi ’nden yayımlanan Sarnıc ’ta unlu yazar Adapazarı ve Bursa ’daki cocukluk gunlerine, İstanbul ’daki ve yurtdışındaki gozlemlerine yer verdi. Ucuncu kitabı ‘Şahmerdan ’ da aynı yayınevince bir sene sonra basıldı.
Halkı askerlikten soğuttu mu?
1937 ’de Kurun ’da yayımladığı ‘Celme ’ isimli oykusu uc sene sonra Varlık ’ta yayımlanınca, halkı askerlikten soğutmakla suclanıp askeri mahkemede yargılandı.
Sait Faik, 10 Eylul 1940 ’ta Ankara ’da yapılan duruşmaya annesiyle gitti. Varlık Yayınları ’nın sahibi Yaşar Nabi Nayır, donemin Genelkurmay Adlî Muşaviri Munir Paşa ’yla goruşup onun icin destek aradı.
Arkadaşı Orhan Veli “Celme hikÂyesini buldum, okudum ve başına bu işi acanlara kufrettim. Harika hikÂye azizim” diye yureklendirirken, ilk kitabını oven Peyami Safa onu Markscıların ardına takılmakla suclayacaktı. Hatta bu suclamayı duyan Yaşar Nabi “Peyami Safa edebi gunahlarına bir yenisini ekliyor” diyecekti.
“Mahkeme Kapısı”nda bir roportajcı
Yolu kendi davası icin mahkemeye duşen Sait Faik, eli bir turlu yeni oykulere gitmeyince, 28 Nisan – 31 Mayıs 1942 ’de Haber – Akşam Postası icin muhabirlik yaptı. Adliye koridorlarında gezen, duruşmaları izleyen yazar, bu roportajlarını “Mahkemelerde” başlığı ile tefrika halinde yayımladı.
Bu ilk tefrikası değildi. ‘Medarı Maişet Motoru ’nu 4 Ekim 1940 ila 21 Şubat 1941 arasında Yeni Mecmua dergisinde 19 bolum halinde yayımlamıştı. Yazar ilk roman denemesini kitaplaştırmak istediyse de, yayınevleri yanaşmayınca 1944 ’te annesinin desteğiyle bunu gercekleştirdi.
Hep medar-ı maişet (gecim derdi) uğruna
“Medar-ı Maişet isminde bir hikÂye kitabı cıkarmıştım. Hayatı tozpembe gormuyorum diye mahkeme parası odedim, uzuntusu de caba. Kahramanlarım rahat etmek icin hapse giriyorlardı. Butun sebep bu!”
Bu roman denemesi ilk baskısında sadece 99 adet satabildi. Cunku cıktıktan kısa sure sonra asılsız bir ihbar nedeniyle toplatıldı.
Sait Faik ’in bu kitapla derdi bitmeyecekti. Roman aşırı dağınık yapısı yuzunden eleştirilecek, iki bolum boyunca Fahri olarak gecen roman kahramanının adının ucuncu bolumde Necmi olması da dikkatsizliğine yorulacaktı.
Aylaklık zamanı: Luzumsuz Adam
1948 ’de yayımladığı ‘Luzumsuz Adam ’ın oncesi Sait Faik ’in aylaklık zamanıydı. KÂh balığa cıkıyor, kÂh arkadaşlarıyla rastlaşmak icin yolunu sık sık Beyoğlu ’na duşuruyordu.
Bu yalnızlık doneminin izlerini barındıran ve kitaba da ismini verecek hikÂyeyi yazdığında, bir sure ona isim bulamadı. Oykuyu okuyan Yaşar Nabi Nayır, onceden Sabahattin Ali ’den duyduğu Luzumsuz Adam ’ı onerdi. Sait Faik bu adı beğenince kitabın adı da belli oldu.
Gecikmeyen teşhis
1947 yılında, burnundan ara sıra kan gelmeye başlayınca, aynı zamanda yazar da olan doktor arkadaşı Fikret Urgup ’e muayene oldu ve karaciğerinin buyuduğu anlaşıldı. Gunlerinin coğunu Burgazadası ’nda gecirmeye başladı. 1948 ’de hastalığının siroz olduğu kesinleşti. Bunun uzerine cok duşkun olduğu ickiyi kesip perhize başladı. Yine de hastalığının kotuye gitmesi uzerine 1951 ’de tedavi icin Fransa ’ya gitti.
Doktorlar 15 gun yatması ve ciğerinden parca almaları gerektiğini soyleyince apar topar geri dondu. Cunku tedavinin ağırlığı gozunu korkutmuş, İstanbul ’dan uzakta olme fikri ona dayanılmaz gelmişti.
Hastalığın telaşı ile olum teması
“Yalnızlık dunyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
Yazar onceki donemlerinde insan sevgisi konulu oykuler yazarken, bu donemdeki keyifsizliğini boyle anlattı.
Paris donuşu iyice buyuk bir umutsuzluğa duşen Abasıyanık, aynı zamanda yazarlık kariyerinin en verimli gunlerindeydi. ‘Havada Bulut ’, ‘Kumpanya ’ ve ‘Havuz Başı ’ isimli kitapları cıkarken, artık yazılarında olum teması net bir şekilde goze carpıyordu.
Yaşamın kıyısına yolculuk
Hastalıkla başa cıkmak icin ilk zamanlar oyalanmak icin sık sık sergilere, toplantılara ve tiyatroya giderken daha sonraki gunlerde yine kalemine sarıldı. 1952 ’de ‘Son Kuşlar ’, 1953 ’te ‘Kayıp Aranıyor ’ isimli romanı, ‘Şimdi Sevişme Vakti ’ isimli şiir kitabı basıldı.
O adeta olumle yarışıyordu. 1954 ’te ise ‘Alemdağ ’da Var Bir Yılan ’ ve Georges Simenon ’dan cevirdiği ‘Yaşamak Hırsı ’ isimli kitapları okurla buluştu. Aslında son cevirisinin adı bile durumu ozetliyordu.
İcimde bir ihtilal varmış gibi
“Edebiyatın bir heves, bir arzudan cok bir ic ihtilalin fışkırması olduğunu bilmez değilim, fakat her heveskÂr gibi ben de icimde bir ihtilal varmış gibi yazı yazdım… Bugun size gonderdiğim, şu yazılar da o gunlerin atılmayan, yırtılmayan mahsulu.”
1928 ’de Meş ’ale dergisine gonderdiği uc şiirin yanına boyle yazmıştı. Hece vezniyle yazılmış şiirlerde Faruk Nafiz Camlıbel ve Necip Fazıl Kısakurek ’in etkileri seziliyordu. Ama o şiirlerin yayımlandığını goremedi.
“Evime Donuyorum…
Adımım duşunuyor… Anlatılmaz ki sozle;
Bin bir ateşten dilli yangınken sonuyorum…
Bir harabe yuzuyle, balmumundan bir gozle,
Sararmış caddelerden evime donuyorum.
Duşmuş yanına eli, bir tutam buğday gibi.
Bir cocuk uyuyordu işportanın başında;
Avizeler yakıyor caddeler saray gibi;
Bir anne dizi hÂli kaldırımın taşında.”
İlk şiiri ‘Hamal ’ ise 21 Ocak 1932 ’de Mektep dergisinde cıktı.
“Ne hikÂyeciyim ne de şair”
“HikÂyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir – iki tane de şiir yazdım. İcinde hikÂye kokuları var dediler. Demek ki ben ne hikÂyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayip bir şey. Ne yapalım beni de boyle kabul edin.”
Uzun sure şiir yazmaya ara veren Abasıyanık, 1936 ’da bir yazısında gencliğindeki şiirlerini reddedercesine hece vezniyle yazan şairleri eleştirdi. 1939 ’da ise yeniden şiire başladı. 1944 yılında ‘Soyleyemiyorum ’ isimli şiiri İşte dergisinde basıldı. En tanınan şiiri ‘Şimdi Sevişme Vakti ’ ise sağlığında yayımlanan son şiiri oldu. Aynı isimli şiir kitabı 1953 ’te basıldı.
Şimdi Sevişme Vakti http://youtu.be/yAedZP31_vI
“… Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem
Nasıl etsem, nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı calsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu…”
Şiir, Ezginin Gunluğu ’nden Nadir Gokturk tarafından bestelendi ve 1995 ’te cıkan Oyun albumunde yer aldı. Şimdi her bahar sandıktan cıkar, dillere duşer.
Mark Twain Odulu
“Demek ki şimdiden sonra dunya capında bir hikÂyeciyi anmak icin kurulmuş bir cemiyete dunyanın dort bucağından kendi halinde hikÂyeciler de secilecek.”
ABD ’deki Mark Twain Derneği 1953 ’te, cağdaş edebiyata yaptığı katkılardan oturu yazara onur uyeliği verince, Yaşar Kemal ile roportajında memnuniyetini boyle ifade etti.
Sade, samimi, sıcakkanlı
Modern Turkiye hikÂyeciliğinin onculerinden Sait Faik, klasik oyku tekniğini yıkarak doğayı ve insanları samimi, şiirsel ve usta bir dille anlattı.
Coğunlukla şehirli alt sınıfın hayatını yazan Abasıyanık, balıkcı, işsiz, kıraathane sahibi gibi karakterleri eserlerinde ağırladı. Uslûbu sade, mutevazı ve sıcakkanlıydı. Tek bir cumlenin bile samimiyeti şuphe goturmezdi. Satırlarından, az da olsalar dizelerinden, ince ince huzun ve yalnızlık akmasına rağmen, muzip ve mustehziydi.
Dulger balığı ile dost
Hic evlenmeyen Sait Faik uc kere evliliğin kıyısından dondu. Hayatındaki en onemli insan annesiydi. Sanat dunyasından Husamettin Bozok, Ozdemir Asaf, Orhan Kemal, Mucap Ofluoğlu, Adalet Cimcoz, Oktay Akbal, İlhan Berk, Orhan Veli, Tarık Buğra, Abidin Dino gibi dostlarıyla İstanbul ’un sokaklarını arşınladı.
Onlarla kahvelerde oturdu, meyhanelerde kadeh tokuşturdu. Bazen kavga etti, bazen dertleşti. Burgazadası ’ndaki esnaf, balıkcılar, sarhoşlar, cocuklar, martılar, hatta dulger balığı da onun dostuydu.
Sanat hanesinde yok yazan pasaportla son yolculuk
23 Ocak 1953 ’te Paris ’e gidebilmek icin bir kere daha pasaport aldı. Sanatı hanesinde “yok” yazan pasaportu hic kullanamadı. Olumunden kısa bir sure once yazarla Burgazadası ’nda karşılaşan Nurullah Atac, Sait Faik ’i “dudakları busbutun incelmiş, kupkuru ve benzi sapsarı” bulmuştu.
5 Mayıs 1954 ’te yemek borusu kanaması nedeniyle komaya girdi. Yapılan butun mudahalelere rağmen yazar, 11 Mayıs ’ta gece saat 02.35 ’te vefat etti. Cenazesi 12 Mayıs 1954 ’te Şişli Camisi ’nden kaldırılarak Zincirlikuyu Mezarlığı ’na defnedildi. Naaşı, mezarlığa goturulurken, Abasıyanık ’ın isteği uzerine Kırağı Sokağı ’ndaki evlerinin onunden gecirildi.
Varı yoğu Daruşşafaka ’ya
Sait Faik, yaşamının son yıllarında ceşitli edebiyat etkinliklerine de katıldı. Bunlardan biri de Daruşşafaka Lisesi ’ndeydi. Lise ’deki ilk toplantının konuğu Fazıl Husnu Dağlarca, ikinci toplantı icin Abasıyanık ’ı ikna etmişti. Matineden sonra okulu gezen yazar donuşte annesine mallarını Daruşşafaka ’ya bağışlamayı teklif etti.
Annesi Makbule Hanım, oğlunun olumunden sonra, 8 Kasım 1954 ’te hazırladığı vasiyetinde malvarlığının coğunu ve yazarın eserlerinin telif hakkını bu cemiyete bıraktı.
Burgazadası Cayır Sokak 15 numaradaki evleri de annesinin isteği ile muzeye donuşturuldu ve 22 Ağustos 1959 ’da ziyarete acıldı. 1964 ’ten itibaren Daruşşafaka Cemiyeti ’nin sorumluluğunda yoluna devam eden ve 2009-2013 ’te kapalı olan muze, restore edilip yeniden konuklarına kavuştu.
Beyazperdeye ve sahnelere uzanmak
Sait Faik, Mengu Ertel, Ayfer Feray ve Ozdemir Asaf ’ın aralarında bulunduğu arkadaşlarıyla Burgaz Film Şirketi ’ni kurmaya niyetlendi. Şirkete girmek icin biner liralık bir ortaklık payı verilecek, Sait Faik senaryolaştırılacak uc oyku yazacak ve Mengu Ertel de filmleri cekecekti. Fakat aynı donemde yazar hastaneye yatırıldı ve bu plan gercekleşemedi.
Yazarın, Sabahattin Kudret Aksal, Cahit Irgat gibi arkadaşlarına ortaklaşa bir tiyatro oyunu yazmayı teklif ettiği de biliniyordu. Arşivindeki musveddeler arasında ise iki tiyatro oyunu taslağı vardı.
Yazarları sırtından yazmaya iten
Abasıyanık, kendisinden sonra gelen pek cok yazarı etkiledi. Vefatından sonra verilen Sait Faik HikÂye Armağanı, edebiyat dunyasında motive edici bir guc oldu. Mahir Unsal Eriş, bu yılki Sait Faik HikÂye Armağanı ’nın sahibi oldu.
Oktay Akbal oykuculuğunde geldiği noktayı anlatırken onu andı. Adalet Ağaoğlu “İlk genclikten gencliğe ağdığımız yıllarda, bilebildiğim kadarıyla beni sırtımdan yazmaya doğru guclu bir ruzgÂrla iten, Sait Faik hikÂyeleri olmuştur” dedi. Şair Ece Ayhan da yazarın Şimdi Sevişme Vakti isimli şiir kitabının Cemal Sureya ve Sezai Karakoc uzerinde buyuk etkisi olduğunu iddia etti.
Meraklısı icin…
Safa Onal 1970 ’de Medarı Maişet Motoru romanını ‘Ağlayan Melek ’ ismiyle sinemaya uyarladı. Başrollerde Turkan Şoray ve Ekrem Bora oynadı. Savaş Dincel, unlu yazarın yaşamını anlatan ‘Meraklısı İcin Oyle Bir HikÂye ’ isimli tek kişilik bir oyun yazdı.
Bu oyun ilk kez Dincel tarafından, Macit Koper yonetiminde 1993 ’te İstanbul Şehir Tiyatroları ’nda sergilendi. Dincel ’in 2007 ’deki vefatının ardından bir sene sonra bu kez Naşit Ozcan ’ın oyuncuğuyla izleyiciyle buluştu. Ayfer Tunc ’un yazarın oykulerinden yola cıkarak yazdığı Havada Bulut isimli senaryo da filme cekilerek 2003 ’te TRT ’de yayımlandı.
Hişt hişt! “Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, bocekten, cicekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın cicekler, bocekler, insanoğulları. Hişt hişt! Hişt hişt! Hişt hişt!” diyen yazarın cağrısını cevapsız bırakmayalım. Hişt! Hişt!