
Yeşil ipek gomleğinin yakası
Buyuk zamana duşer
Her şeyin fazlası zararlıdır ya
Fazla şiirden oldu Edip Cansever
Demiş Cemal Sureya onun icin… Biz de şiirleriyle analım istedik şairimizi…
Huzurlarınızda sizler icin derlediğimiz Edip Cansever eserleri.
Yaşamak Telaşı
Hic boyle ısınmamıştım
Daldaki vişneye,
Vitrindeki aydınlığa,
Salca kokusuna mutfağımın,
Akan dereye, ucan buluta,
Hic boyle ısınmamıştım yaşamaya.
“Her yalnızlık bir ihtilaldir.” diyen Edip Cansever, 8 Ağustos 1928 ’de İstanbul ’da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi ’ni bitirdi. Kapalıcarşı ’da turistik eşya ve halı ticareti yapmaya başladı. 1976 ’dan sonra yalnızca şiirle uğraştı. Bodrum ’da tatildeyken beyin kanaması gecirdi, tedavi icin getirildiği İstanbul ’da 28 Mayıs 1986 ’da yaşamını yitirdi.
Sevda Bir Ateş Buldu Sende
Sevda bir ateş buldu sende, eğilip optu seni
Artık kimse denizi bilmiyor.
Dirseklerini masaya koyuşundan belli
Gelip gecen bir gunu bitirmek istemediğin
Sevda bir umut buldu sende.
Ey bir yolcu listesinde bir oluyu arayan
Artık kimse gozlerini bilmiyor.
Şunu imzala
Bir mektup, bir telgraf alındısı değil
Unutulmuş bir sevdadır kapını calan
Ve sevimsiz bir terlik gibi duran odan
Kimse artık bir şey giymek istemiyor.
Sonra bir pencereden kendine
Ay ışığı gibi vuran sen
Ne sana ne başkasına benziyor.
Ve işte bir dip balığı su boşluğunda
Cırparaktan yuzgeclerini
Hic kimseye uymayan bir mevsim oneriyor
“Acık kumral saclı, zayıf mı zayıf, kaburga kemikleri sayılabilen kucuk bir cocuk olan Edip, ucaklar hakkındaki resimli bir kitap dışında, hic kitap olmayan bir evde buyur… Ortaokulun ikinci sınıfında ilk şiirlerini yazar ve bir cocuk dergisinde cıkar ilk şiiri…”
Seni Gunlere Boldum
Seni gunlere boldum, seni aylara
Daha yıllara, yuzyıllara boleceğim
Ve her zaman soyleyeceğim ki beni anla
Boyle eskitilmiş de olsa bu kalbi
Minesi catlamış bir diş gibi durduracağım karşısında.
Şiirler soylenir, şiirler biter
Biz bu sevdayı neresine sakladıktı sen ona bak da
Kahverengi avuclarına mı gozlerinin
Tam oradan mı kahverengi yağan bir aydınlığa.
Butun gunler yenileşir her bekleyişte
Ve butun dunler, butun gecmişler
Kapını acarsın ki bir de, hic kimseler yok
Caresiz, benim sana gelişim de hep boyle.
Dun akşama doğru turuncu bir bulut gecti
Sonra butun bulutlar hep birden gecti
Anılar, anılar, belki hepsi bir kelime
17-18 yaşlarındayken, komşuları Nigar Hanım ’ın kardeşi Ahmet Hamdi Tanpınar ’a ilk şiirlerini gosterir… Onun “Bu şiirler cok guzel, hepsi de guzel, ama hicbiri şiir değil” deyişinden sonra, kendisine uzun uzun resme nasıl bakılacağını anlatır Tanpınar… Onun yanından ayrılır ayrılmaz gidip bir suru resim alır. Sonradan yayımladığına pişman olduğu “İkindi Ustu” şiirini yazar.
Bitti O Sevda
Bitti o sevda kesildi cığlıkları martıların
Su gibi bitti, suya karşıt gibi bitti
İtti kıyıyı adına deniz dediğimiz bir şey
Unuttuk ikimiz de her turlu yetinmezliği
Kaybetti kumarda gozlerim
Kaybetti kumarda gozleri.
Bir kuru ruzgarlandı goğus boşluğumuzda sanki
Uzaklaştı ağaclar birbirlerinden
Yakınlaştı ağaclar birbirlerine
Yani her soluk alıp verişimizde bizim
Bir mekik gibi kalbin
Bir mekik gibi kalbim
İşleyip durdu bu yitikliği yeniden.
Ne kaldı
Farkında mısın bilmem
Gunduzler..
Gunduzler biraz azaldı.
On dokuz yaşında evli, yirmisinde cocuğu olan bir genc! Hem ev gecindirmek zorunda, hem de şiire tutkun. Kapalıcarşı ’daki babadan kalma kucuk dukkanda halı ticareti yapıyor pek de sevmemesine rağmen, bir yandan da şiirler yazmaya devam ediyor, 1954 ’teki yangına kadar…
Ben Bu Kadar Değilim
Ben bu kadar değilim
Kışlada olu bir zaman
Bir guzel at durdukca gider
Gittikce doner bir bir guzel at durdukca
Askerim, benim ağzım kuşlardan.
Guneşi sormuyorum lekelenmiş dallardan
Dalları sormuyorum dallardan daha iyi
Yuzumu istiyorum bir suvari alayından
Ne yapsam istiyorum, ama istiyorum
Bir kişi bile değilim yalnızlıktan.
Bir kişi bile değilim yalnızlıktan
Gozlerim ormanlara asılı
Ağaclar, kırlar ve şehirler geciyor kaputumdan
O kadar geciyorlar ki, sadece duruyorum
Bir an bir yerde olumu tanımazlığımdan.
Ben bu kadar değilim
Kışlada olu bir zaman.
Şiir dışındaki işini; “Yıllar once insanların guzel diye yaptıklarını, o guzellik karşısında şaşıran, gulen, sevinen insanlara satıyorum.” diye tanımlasa da, bu ticaret işini hic sevmemiştir şair. Kapalıcarşı ’yı “Sınıf ayrımının en belirgin, en somut olarak gorulebildiği bir kucuk ulkeydi orası, herhangi bir eşyaya sadece para değerini duşunerek bakan koleksiyoncuların o kendisine ozgu jestlerini, mimiklerini izlemeliydiniz. Ne guzel senaryolar cıkardı kim bilir.” diye anlatır.
Masa da Masaymış Ha
Adam yaşama sevinci icinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye cicekleri koydu
Sutunu yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini cıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Uc kere uc dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gokyuzu yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira icmek istiyordu kac gundur
Masaya biranın dokuluşunu koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu aclığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yuke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu
Hayatının en onemli olayının 1954 yılında cıkan Buyuk Kapalıcarşı Yangını olduğunu soyler. Bu yangında dukkanı tamamen yanar. Sigortadan aldığı para yeni bir işyeri acamayacak kadar az olduğu icin de kendine bir ortak bulur. Birkac ay sonra ortağı, alım satım işleriyle kendisinin uğraşabileceğini soyleyerek ona asma kattaki odasında istediği kadar calışabileceğini mujdeler. Edip Cansever dokuz kitabını Kapalıcarşı ’da, Sandal Bedesteni ’ndeki bu kucuk dukkanın asma katında bulunan calışma masasında yazar. “Bugun duşunuyorum da ya o yangın olmasaydı?” der.
Gul Kokuyorsun
gul kokuyorsun bir de
amansız, acımasız kokuyorsun
gittikce daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun
hırcın hırcın, pembe pembe
ofkeli ofkeli gul
gul kokuyorsun nefes nefese.
gul kokuyorsun, amansız kokuyorsun
ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa oyle
sen koktukca duşumde goruyorum onu
duşumde, yani her yerde
yuzu sararmış, titriyor dudakları
şakakları ter icinde
tam alnının altında masmavi iki ateş
iki su
iki deniz bazen
bazen iki damla yaz yağmuru
mermerini emerek dağlarının
şiirler soyluyor gene
olumunden bu yana yazdığı şiirler
kızaraktan birtakım şiirlere
buyuk sular buyuk gemileri sever cunku
ve odur ki buyukluk
şiir insanın icinden dopdolu bir hayat gibi gecerse
o zaman olunce de şiirler yazar insan
olunce de yazdıklarını okutur elbet
ve senin boyle amansız gul koktuğun gibi
yaşamanın her bir yerinde.
“Benim icin tek mutluluk şiir yazmaktır, oysa bir şiirin verdiği mutluluk olsa olsa bir gun surer… Olsun. Belki de butun mutlulukların toplamı bu kadarcıktır.” der şair şiiri icin.
Gidemeyiş
Guz ve kış ve ilkbahar gecti
Yaz carcabuk gecti
Hepsi tekrar tekrar gectiler
Bu bana uzun geldi
Gecem avurtlarım gibi coktu
Ve coktum
Sabahım, sabahlarım
Kabından taşan sutler gibi buyudu
Ve taştım
Gun gune taşındı, yıl yıla
Gitmedim, gidemedim…
Sadece şiir yazan bir şairdir Edip Cansever, şiir dışında hicbir şey yazmamış ve hatta neredeyse başka hicbir şey yapmamıştır. Şiir yazmadığı zamanlarda, yani “mutsuzluk” zamanlarında “Hemen hemen okumaktan başka olumlu bir şey yapmam, yapamam.” der.
O Mavilik Derdi
Beni uykudan uyandırır uyandırmaz
Dunyanın butun huyları yuzunde
Ben bunlardan birini seviyorum en cok
Sana bir nar kesip uzatıyor ya doğa
Tutsam tanelerini
Sevincin gozyaşları derdim buna.
Bir sure bakışıyoruz karşılıklı
Ben uykudan uyanır uyanmaz
Benimle şiir gibidir bu
Tam karşımda ama yazılmamış
Durmadan bileniyor aklımda.
Seni unutarak baktığımda bile
Dunyanın her yerlerinden geciyorsun
Yayılıyorsun kalabalıklara
Yalnız yayılmak mı
Aşkın en buyuğu, en dayanılmazı demeli buna.
Ozlenirsin, alabildiğine varsın da
Daha da var oluyorsun gun gunden
Olgun bir meyva gibi guleceksin zamanla
Bir kadın da değilsin, bir kişi de değilsin
Bir kuş olsa mavilik derdi buna.
Edip Cansever ’in şiiri icin cok şey soylenebilir. Kendi deyimiyle “duşuncenin şiiri” mesela… Turkiye ’nin en kentli şairiydi o. Şiir, onun vatanıydı, şiiri hayattan, hayatı da şiirden ozumseyebilmişti. “Kaybola” adlı şiirinde, “Yapılan bir şeydir şiir, yuvarlak, kırmızı, geniş / En genişi en kırmızısı o ezilmişler katında” der…
Başlangıc
Doğanın bana verdiği bu odulden
Cıldırıp yitmemek icin
İki insan gibi kaldım
Birbiriyle konuşan iki insan.
“Edip ’in şiirleri insanı hayal kırıklığına uğratmaz, ama sesini duyamadığınız noktada uğraşmanız da yararsızdır. O size konuşana kadar, o da eğer konuşursa…” diye anlatır bir dostu onun şiirlerini.
Yuzumu Size Ceviriyorum
Yuzumu size ceviriyorum, siz misiniz?
Elimi suya uzatıyorum, siz misiniz?
Siz misiniz, belki de hic konuşmuyorum.
Belki de kim diye sorsalar beni
Guneşe, carşıya, kadehe uzatacağım ellerimi
Belki de alıp başımı gideceğim
Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
Nereye, ama nereye olursa gitmenin
Huzunle karışık bir ağrısı.
Şiirlerinde bireyin arayışlarını, umutsuzluklarını, uyumsuzluğa varan yaşam ilişkilerini yansıtmaya calışmıştır. Cevresindeki insanların yaşayışlarını etkileyecek, dunyaya bakışlarını değiştirecek bir şiirin aranışı icinde, kapalı bir imge anlayışına yaslanan, bu yuzden yadırganan, “anlamsız” diye nitelenen yapıtlar vermiştir.
Oyledir
Her sevda başlangıctır bir yenisine
Oyledir, her yoğun gunun sonu
Ezip gecer yalnızlığın burukluğunu.
Sen ki kendinden uzak binlerce tepedesin
Bir kentin alınışını seyreden, onurlu
Eski bir askerle ic icesin
Kent alındı, gece şehrÂyin
Uzandın bitkin yatağına
Surup dursa da dışarıda
Bıkkınsın, icindeki şenliği itersin.
Surekli utkulardır mutluluk
Sustukca duruldukca yitersin.
Sabahtır sumbuller acmış cadırında
Ellerin bir başka kentin varışlarında
Gerci şiirselliği duşuncenin alaca bolgelerinde ararken kapalı soyleyişlerin sınırında dolaşıyordu ama kesinlikle anlamsızlıktan yana değildi. Tersine şiirlerinde anlatmaya, hatta oykulemeye buyuk yer veriyor, duz yazı olanaklarından, oyunlardan, konuşmalardan bol bol yararlanıyordu. Cağdaş şiir akımlarındaki gelişmelerle birlikte, yazdıklarının buyuk oranda aydınlığa cıktığı gorulerek bir duşunce şairi olarak nitelendi hep.
Gozleri
Sanki hicbir şey uyaramaz
İcimizdeki sessizliği
Ne soz, ne kelime, ne hicbir şey
Gozleri getirin gozleri.
Başka değil, anlaşıyoruz boylece
Yaprağın daha bir yaprağa değdiği
O kadar yakın, o kadar uysal
Elleri getirin elleri
Diyorum, bir şeye karşı koymaktır gunumuzde aşk
Birleşip salıverelim iki tek golgeyi.
Edip Cansever, şiir seruveni boyunca, Turkcenin kullanımındaki yetersizlikten hareketle, yeni soyleyiş bicimleri yaratmaya calışarak katkıda bulunmuştur dilimize. İlk anda okuyucuyu şaşırtan bu soyleyiş biciminin onemi, soz dizimi değiştirildiğinde, başka bir şiir cumlesi kurulduğunda, Cansever ’in verdiği anlamın yitimiyle karşı karşıya kalınmasından kaynaklanmaktadır. Cansever, Turkcedeki sozcuk ceşitlerine yeni kullanım alanları acmayı başarmış bir şairimizdi.
Yercekimli Karanfil
Biliyor musun az az yaşıyorsun icimde
Oysaki seninle guzel olmak var
Orneğin rakı iciyoruz, icimize bir karanfil duşuyor gibi
Bir ağac işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha guzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Goruyorsun ya bir sevdayı buyutuyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
1957 ’de yayımlanan “Yercekimli Karanfil” adlı kitabıyla 1958 Yeditepe Şiir Armağanı ’nı, 1976 ’da yayımlanan “Ben Ruhi Bey Nasılım” adlı kitabıyla 1977 Turk Dil Kurumu Şiir Odulu ’nu, 1981 ’de butun şiirlerini bir araya getiren “Yeniden” adlı kitabıyla da 1982 Sedat Simavi Edebiyat Odulu ’nu almıştır.
Olu Bir Deniz Yıldızı
Ey sonbahar! ey duşsel yolculuk! seni
Dolaştım yaz sıcaklarında, bekledim
Duydum ki benim değildi artık, doğanın
Kalbiydi ucurumlar toplamı kalbim.
De bana, anlat bana, oyleyse neden hatırlıyorum onu
O fırtına kuşunu golgesini yere duşuren
Gittiydi geldiği yere, uzaklığına
Doner mi bir daha donmez mi bilmem
Yuklenip yittiydi gozden onca cırpınışları
Ne sevinc bıraktıydı icimde, ne keder, ne acı
Bir sen kalmıştın sen, ey sonbahar ilimi, dortnala gelen
Bir atın kalkışı gibi kalkıp da gozlerimden.
Parlar ki şimdi ara sıra geceleri
Diplerde, derinlerde, yalnızlığımda
Olu bir deniz yıldızıdır mutluluk
O nedensiz mutluluk, olsa da olur olmasa da.
Edip Cansever ’i, 1986 Mayısı ’nda yitirdik. Cemal Sureya ’nın dediği gibi belki de “Fazla şiirden oldu Edip Cansever” gercekten de…