Garip Akımı ya da Birinci Yeni; Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday ’ın onculuğunu yaptığı bir şiir akımının adıdır.
Daha once sizlere Orhan Veli Kanık ve Oktay Rifat ’ı şiirleriyle tanıtmıştık. Bugun de istedik ki Melih Cevdet Anday ’ı tanıtıp arkadaşlarını “garip” bırakmayalım…
Kolay ezberleyelim diye baş harflerinden OMO yaptığımız (Orhan-Melih-Oktay) bu uclunun ucuncusu Melih Cevdet kimdir diyenleri aşağıya davet ediyoruz. Ama oncelikle ilk birkac maddede Garip Akımı ’nı anlatıyoruz.
Duzenli Dunya
Bayılırım şu duzenli dunyaya
Kışı yazı
Baharı guzu
Gecesi gunduzu sırayla.
Ağacların koku icerde
Butun ağacların koku icerde
Dalların başı yukarda
İnsanların aklı başında
Butun insanların aklı başında
Beş parmak yerli yerinde
Baş işaret orta yuzuk serce.
Diyelim kalksa da serce
Orta parmağa doğru yuruse
Ne haddine!
Yahut akasyanın biri
Başını toprağa daldırdığı gibi
Bir gezintiye cıksa
Merhaba kestane, merhaba cam
Selamun aleykum, aleykum selam
Kimsin nesin nerelisin derken
Laf acılır mı bizim akasyanın kokunden
Bir uğultudur başlar ruzgarda
Koku dışarda, koku dışarda…
Yahut ne olur koca bir dağ
Baş aşağı gelsin…
Aman Allah gostermesin.
Bayılırım şu duzenli dunyaya
Altta oluler
Ustte diriler
Gel keyfim gel!
1941 yılında Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat uclusu, şiirde var olan aşırı duygusallığa, şairaneliğe, basmakalıp soyleyişe ve eski şiirin kurallarına başkaldıran şiirlerini “Garip” adını verdikleri bir kitapta topladılar. Kitaba koyulan “Garip” adı zamanla hem uc şairi anlatan bir kimlik kazandı hem de o yıllarda Turk şiirinde yeni başlayan bu şiir akımının adı oldu.
Kitabe-i Seng-i Mezar
Hicbir şeyden cekmedi dunyada
Nasırdan cektiği kadar
Hatta cirkin yaratıldığından bile
O kadar muteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah ’ın adını,
Gunahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Suleyman Efendi ’ye
Mesele falan değildi oyle,
“To be or not to be” kendisi icin;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, goturduler.
Yıkandı, namazı kılındı, gomuldu.
Duyarlarsa olduğunu alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince…
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
Tufeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Oyle bir ruzgar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigar.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla
“Olum Allah ’ın emri,
Ayrılık olmasaydı.”
Orhan Veli Kanık
Yukarıdaki ornekte de gorduğunuz uzere Garipciler, şiirde her turlu kurala ve onceden belirlenmiş kalıplara (olcu, uyak ve dortluk…) karşı cıkarak kuralsızlığı kural edindiler. Şiirin kurallarla ilgili olmadığını, ozgur yazılması gerektiğini savundular ve işledikleri konuları genişlettiler. O gune kadar “seckin” bir tur sayılan şiirin her konuda yazılabileceğini savundular. Konuşma dilini şiire dahil ettiler; hatta “nasır” gibi basit bir sozcuğun bile şiirde kullanılabileceğini gosterdiler. Halk deyişlerini şiire aktardılar.
Anı
Bir cift guvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma
Nerdeyse gun doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma
Sevdiğim cicek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Butun sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma
Rahat doşeklerin utanması bundan
Opuşurken o dalgınlık bundan
Tel orgunun deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma
Nice aşklar arkadaşlıklar gordum
Kahramanlıklar okudum tarihte
Cağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma
Bir cift guvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil, unutulur şey değil
Caresiz geliyor aklıma.
Garipcilere gore şiir, her yerde gorulen basit şeyleri anlatmalıydı. Onlar alaycı ve nukteciydiler. Aydınları bırakıp halka yoneldiler. Şairaneliğe kacmadan, sanatsız yazdılar. Soyut temalar yerine ekmek derdi, yoksulluk, yaşama sevinci, doğa sevgisi, cocukluğa donuş, olum, insan sevgisi, ve aşk gibi sıradan konuları işlediler. Onlara gore, “Konunun bayağısı yoktur, ancak işleyişte bayağılık vardır.”
Cok Guzel Şey
Yaşamak guzel şey doğrusu
Ustelik hava da guzelse
Hele gucun kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gonlun
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dunyada
Dostuna guveniyorsan
İyi gunler bekliyorsan hele
İyi gunlere inanıyorsan
Ustelik hava da guzelse
Yaşamak guzel şey
Cok guzel şey doğrusu
13 Mart 1915 tarihinde İstanbul ’da doğan Melih Cevdet Anday ’ın cocukluğu Kadıkoy Bahariye ’de gecti. Ortaokula kadar İstanbul ’da eğitim gordu. Liseyi ise Ankara ’da, Gazi Lisesi ’nde tamamladı. Lisede okuduğu sırada, Orhan Veli ve Oktay Rifat ile tanıştı. Liseyi bitirdikten sonra bir sure Hukuk Fakultesi ’ne devam etti. Daha sonra Ankara Universitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakultesi ’ne kaydoldu. Ancak Devlet Demiryolları ’nda memur olarak calıştığı icin oğrenimine devam edemedi. Calıştığı kuruluş tarafından sosyoloji oğrenimi gormek icin Belcika ’ya gonderildi.
Bu Kırlangıclar Gitmemişler miydi?
Giden gelen yok. Bir titreşimdir bu.
Durağan fulyanın ustunde arı
Bir diyapazon gibi titremekte kırlangıc
Tarihsizdir, belleğim sarsılıp duruyor denizde.
Martı bir ucta kanat, bir ucta ses.
Ya sabah, ya oğle… Gemici ve bulut,
Guneş ve yağmur kıl payı bir dengede.
Dolu bir boşluğu doldurup boşaltmak işimiz
Olulerle, gecelerle, sumbullerle
“Ukde” isimli şiiri ilk olarak 1936 ’da Varlık Dergisi ’nde cıktı. Bunun ardından yazdığı şiirleri ceşitli dergilerde yayınlandı. Orhan Veli ve Oktay Rifat ile birlikte 1941 yılında Garip isimli şiir kitabını cıkardı.
Hasan Âli Yucel ’in tavsiyesi ile Milli Eğitim Bakanlığı Neşriyat Mudurluğu ’ne memur olarak atandı. 1946 secimleriyle birlikte bakanlığın el değiştirmesi sonrasında once yeniden askere alındı, sonra Konya ’ya atandı; ancak bu atama daha sonra geri alındı. Anday, bir sure sonra bu gorevinden ayrılarak İstanbul ’a dondu.
Telgrafhane
Uyuyamayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Cunku sen artık o eski sen değilsin
Sen şimdi işsiz bir telgrafhane gibisin,
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Duzelmeden memleketinin hali
Duzelmeden dunyanın hali
Gozune uyku girmez ki
Uyumayacaksın
Bir sis canı gibi gecenin icinde
Ta gun ışıyıncaya kadar
Vakur, metin, sade
Calacaksın.
1953-1954 yılları arasında Akşam Gazetesi ’nin edebiyat ve sanat sayfasını hazırladı. Fikirleri sebebiyle işten cıkarıldı. Doğan Kardeş Yayınları ’na gecti ve ceviriler yaptı. Buradaki gorevinden de aynı sebeple ayrılmak zorunda kaldı.
1958 ’den itibaren; Tercuman, Buyuk Gazete, Yeni Tanin ve İkdam ’da kendi adıyla ve ceşitli takma adlarla denemeler ve makaleler yazdı, tefrika romanlar yayınladı. 1960 ’ta Nadir Nadi ’nin desteğiyle Cumhuriyet ’te koşe yazıları yazmaya başladı. Bu gazetedeki yazılarını 1997 ’ye kadar surdurdu.
Yan Yana
Bu gurul gurul otların yanı başında.
Ağacın golgesine değdi değecek
Tam şeftalinin kokusu başlarken
Opuşmeye kıl kadar bitişik
Akarsuyun burnunun dibinde
Bu zulum, bu haksızlık, bu işkence
1956 ’da yayınladığı Yanyana isimli şiir kitabı, 142. maddeye aykırı olduğu gerekcesiyle 1964 ’te yasaklandı. Anday gerek şiir kitaplarıyla, gerekse daha sonraları yoneldiği roman ve tiyatro alanlarındaki yapıtlarıyla bircok odul aldı.
Zaman mı Gecti Ne
Zaman mı gecti, yoksa ben mi esriktim,
Zakkuma bağlardım guneşi,
Gecenin ağır ununu elerdim,
Ay benî İsrail zeytini.
Anlıksal birliğin simgeleriydi
Gulkurusu, altın ve tirşe,
Sirinksin yediveren sesi,
Asalbent, buhur kokuları icinde.
Olmuşum orda bir aralık,
Unutuverdim konuştuğum dili,
Ama ağacın kendisiydi,
Kavramı değildi gorunen artık.
Melih Cevdet Anday, İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bolumunde diksiyon, ozel bir tiyatro okulunda mitoloji dersleri verdi. 1964-1969 yılları arasında TRT ’de yonetim kurulu uyeliği, 1979-1980 yıllarında da Paris ’te eğitim muşavirliği gorevlerinde bulundu.
Solunum ve bobrek yetmezliği nedeniyle 28 Kasım 2002 ’de 87 yaşında vefat eden Anday, Buyukada Mezarlığı ’nda toprağa verildi.
Rahatı Kacan Ağac
Tanıdığım bir ağac var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın
Geceyi gunduzu biliyor
Dort mevsimi, ruzgarı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kotulemiyor karanlığı
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kacırmak icin
Bir oğrenegorsun aşkı
Ağacı o vakit seyredin.
II. Dunya Savaşı ’ndan sonra dunyayı saran olum fırtınası karşısında, yoksulluk, haksızlık ve yalan karşısında, arkadaşları gibi onun da sık sık ince yergiye başvurduğu gorulur. ‘Garip ’ten cok sonra ‘Rahatı Kacan Ağac ’ gibi, uyak kullanılarak, geleneksel denge anlayışının sağlanmak istendiği bir şiirde bile kendini ince yergiden alamaz Melih Cevdet. Ote yandan celişkileri sergileme, yergi, alay gibi yan imkÂnlardan, toplumsal sorunlara bağlı konuları işlerken de yararlanmaya calıştığını soyleyebiliriz.
Tek Başına
Olurken cocuklarımı unuttum
Kucuk deniz kirpileriyle sabah
Denedim butun sabahları.
Sana surgunumun şarabını bıraktım al
Mumlarını guzelliğin ve hicliğin
Bir de kaygumun soluk ellerini.
Denedim butun olumleri
Ama gormedim buyulu ağac
Ezilmiş sevdaların giysileri.
Sana ayrılığın yayını bıraktım al
Bir de adını bilmediğim gokyuzunu
Lamalar gibi koşar bozkırda.
Oysa olumsuzluk şuracıkta, kar
Guneşi gibi doldurmuş odayı, basit,
Anlamsız ve tek başına.
Ayaklarım hayvan, ustum başım bitki
Denedim butun vakitleri al
Başka turlu gecmeyen bir vakitti.
Şiirlerinde toplumsal gercekliği benimseyen şair, zamanla ilk şiirlerindeki romantizmden sıyrılmış, duygulardan cok aklın egemenliğine, guzel gunlerin ozlemine yonelmiş ve daha sonraki şiirlerinde bu konulara yer vermiştir
Anday ’ın şiirlerinde soz oyunlarından arınmış yalın bir dil vardır. Duz yazılarında ise yoğun bir duşunce iceren şiirsel, esprili, ozlu bir dil kullanmıştır.
Şiirin yanı sıra fıkra, makale, gezi yazısı, roman ve tiyatro turlerinde de yazmış, ceviriler yapmıştır.
Defne Ormanı
Kole sahipleri ekmek kaygusu cekmedikleri
İcin felsefe yapıyorlardı, cunku
Ekmeklerini koleler veriyordu onlara;
Koleler ekmek kaygusu cekmedikleri icin
Felsefe yapmıyorlardı, cunku ekmeklerini
Kole sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Koleler felsefe kaygusu cekmedikleri
İcin ekmek yapıyorlardı, cunku
Felsefelerini kole sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri kole kaygusu cekmedikleri
İcin ekmek yapmıyorlardı, cunku kolelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin
Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin
Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini
Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Hala yeşil bir defne ormanı altında.
Ayhan Bozkurt anlatıyor:
Yıl 1997, aylardan Ekim… Sabahın erken saatleri… Muğla ’nın Oren koyundeyim. Pırıl pırıl bir deniz, mukemmel bir koy… Unlu şair Melih Cevdet Anday ile goruşeceğim, heyecanlıyım. Saat cok erken. Deniz kenarında acık bir kafe bulup oturdum. Goruşme icin son hazırlıklarımı yaptım, notlar aldım, sorularımı bir kez daha gozden gecirdim. Aradan iki ya da uc saat gecti. Kafede calışan cocuğa Melih Cevdet Anday ’ın evini sordum, biliyordu, tarif etti. Evin yolunu tuttum… Gercekten hayatım boyunca bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Tahta citlerle cevrili şirin bir evin onune geldiğimde durdum. Nefes nefeseydim… Evin birinci katında bulunan balkondan geldiğimi goren Melih Cevdet ve eşi Suna Hanım ayağa kalktılar, merdivenlerin başında karşıladılar beni…
“Hoş geldiniz” dedi Melih Cevdet Anday. Yutkundum, kısık bir sesle “Hoş bulduk” dedim. Melih Cevdet, denize paralel duran Oren koyunun bir kısmını cevreleyen sıradağı gosterdi. Şaşırdım. “Neye benziyor bu dağ” dedi hemen ardından… Duşundum, aniden sorduğu icin mi yoksa heyecanımdan mı bilmiyorum. Ne yalan soyleyeyim, hicbir şeye benzetemedim. “Eyvah” dedim, ne diyecektim şimdi? Anlamış olacak ki, gulumsedi, eliyle omzuma dokundu. “Gebe bir kadın” dedi.
Hakikaten dağa baktığınızda gebe bir kadın silueti vardı. Bir gun Oren koyune yolunuz duşerse mutlaka gorun…
Kolları Bağlı Odysseus
…………….
İyi dinle soyleyeceklerimi
Her şeyi olduğu gibi anlatacağım sana
Ki yeni uğursuzluklar yuzunden
Denizler ortasında kalma bir daha.
Once Sirenlere rast geleceksiniz
Koruyun onlardan kendinizi
Yabansı ezgilerle buyuleneceksin
Ordan carcabuk uzaklaşmalı ki
Busbutun yok olmasın İthaca.
Sirenleri aştıktan sonra kurekcilerin
İki yol cıkacak karşına birden
Acaba bunlardan hangisi?
Artık onu orda sen bileceksin!
…………….
Unlu şair Melih Cevdet Anday ile goruştuğum icin heyecanlıydım. Sohbetimiz şiirle devam etti. Bilginin onemli olduğunu vurgulayan Anday, mitolojinin şiirin en buyuk kaynağı olduğundan soz etti. “Kolları Bağlı Odysseus” kitabını ornek verdi.
Kafka ’dan bahsettik… O gun herkesin hikaye ve romanlarından bildiği Kafka ’nın aslında bir şair olduğunu duşundum.
Şairin yeni sozcukleri dile kazandırmasının gerekliliğini onemle vurguladı. “bicem” sozcuğunu, “girerlik- yani- koridor” sozcuğunu Turkceye kazandırdığını ama bunların yaygınlaşmadığından yakındı. “Şiir dil işidir ve bu dil şairin bilgisiyle gelişir” diye devam etti…
Fotoğraf
Dort kişi parkta cektirmişiz,
Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi…
Anlaşılan sonbahar
Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli
Yapraksız arkamızdaki ağaclar…
Babası daha olmemiş Oktay ’ın,
Ben bıyıksızım,
Orhan, Suleyman efendiyi tanımamış.
Ama ben hic boyle mahzun olmadım;
Olumu hatırlatan ne var bu resimde?
Oysa hayattayız hepimiz.
Sohbetimiz “Garip” akımına geldi. Karşımda oturan koca şairin bir an gozlerinin dolduğunu fark ettim. “Ne zaman bunu konuşsam Orhan aklıma geliyor” dedi yutkunarak. Sustum… Bir sure o da sessiz kaldı, ardından “O ’nu cok ozledim”, “Orhan Veli cok erken oldu” dedi…bir sure daha bekledi. “Orhan ’ı cok ozluyorum…” Donuş icin Oren koyunun sahilinde yurudum ve aklımdan Orhan Veli ’nin şu dizeleri gecti:
Bakakalırım giden geminin ardından,
Atamam kendimi denize,
Dunya guzel.
Serde erkeklik var,
Ağlayamam…
Hep Sonrası
Akşam sona ermek uzere. Akşam değil.
Sonra? Sonrası gece. Koylar gordum
Tanınmamış resuller gibi. Ama ben geceyi
Bilirim. Sonra? Sonrası duşleri,
Butun duşleri. Kucuk bir kuş vurdum,
Topal kaldı Temmuz ’da. Sonra?
Sonrası sabah, dağdan indim
Gunun yamacına. Baktım o değil,
Değil kusken tanıyan beni.
Komşuları gordum sonra da,
Bir bildikleri varmış gibi
Akşama bakıyorlar ve geceyi bekliyorlar
Doğan Hızlan anlatıyor:
Yazarların, şairlerin eserleri ebediyen yaşar ama kişiliklerini ancak onu tanıyanlar anlatabilir. Onun cok iyi bir konuşmacı olduğunu, yazı dili kadar konuşma dilinde de usta olduğunu az kişi bilir. Konuşmalarındaki sağlam mantığı, gizli ironiyi ben cok severdim. Başından gecenleri, anıları, anekdotları fıkra turunun icine yerleştirip anlatırken, sizin gozunuzun icine bakar, onu anlayıp anlamadığınızı, algılayıp algılamadığınızı sınardı. Gulmezdi, cok ciddi bir konu uzerine duşuncelerini acıklar gibi bir gorunuşu vardı o sırada. Cunku sizin de fıkranın icindeki ozu, tadı boluşmenizi beklerdi. Anladığınızı belirten tek bir sozcuk bile onun icin yeterliydi. O zaman ardından gulerdi. Yoksa, oyle değil mi efendim, deyip lafı kapatırdı. İğneli dilinin en guzel orneklerini onun soyleşilerinde buldum hep. Cunku onun icin fıkra, icki masalarında, dost meclislerinde tuketilecek yuzeysellikte bir meta değildi, buyuk olcude bir IQ testiydi.
Not: Alıntılar icin şuradan ve buradan faydalandık.