O, “ben”ini ararken kendini kazımaktan cekinmedi. Yerinde duramayan, kabına sığamayanlardandı. Tezer Ozlu omru boyunca kimliği, burjuvalığı, kadınlığı ile hesaplaştı. Hicbir yerli olmadı, hicbir şeyi, hic kimseyi sahiplenmedi ve kimsenin olmadı.
Alabildiğine riyasız ve acık yurekliydi. Aklın ve deliliğin sınırlarında psikiyatri kliniklerinde gezinirken uzerine zorla giydirilmeye calışılanları reddetti. Tıpkı omru boyunca tum otoriteleri reddedeceği gibi.
Turkiye edebiyatının bu cetin cevizi 31 sene once hayata veda etti. O şimdi belki de bir yerlerde kolayca uyum sağlayanlara, nerede, nasıl davranması gerektiğini bilenlere gulumseyerek el sallıyor.
İlk gencliğinden beri yollarda
Tezer Ozlu 10 Eylul 1943 ’te Kutahya Simav ’da doğdu. Oğretmen bir anne ve babanın ucuncu ve son cocuğuydu. Ailesinin işi gereği Simav, Odemiş ve Gerede ’de buyudu. O yılları ileride “Dort bin nufuslu bir Anadolu kasabasında dunyaya bakmayı oğrendim. Altı yaşındaydım. Dunyanın sonsuz buyukluğunu hissettim ve gitmem, cok uzaklara gitmem gerektiğine inandım…” diyerek anlatacaktı.
On yaşındayken İstanbul ’ gelen Ozlu Avusturya Kız Lisesi ’nde ortaoğretime başladı. Henuz lisedeyken okul kampıyla Viyana ’ya gitti. Son sınıfta okulu bıraktı ve 1962 – 1963 yıllarında otostopla Avrupa ’yı gezdi. Ozlu 1965 ’te babası kırmayıp dışarıdan girdiği bitirme sınavlarının ardından İstanbul Erkek Lisesi ’nden mezun oldu.
Doğumunda bile Pavese ’nin izinde
Ozlu “Geceleri anneme sokulunca hem soğuktan korunuyorum hem de yalnızlıktan” diyen bir cocuktu. İleride eli kalem tutunca unlu yazarlar Italo Svevo, Franz Kafka ve Cesare Pavese onu cok etkileyecekti. Hatta Ozlu, Pavese ’nin izini surerken onunla doğumunda bile ozdeşlik kuracak ve “Pavese ’in doğduğu gun doğduğumu şaşarak oğreniyorum: 9 Eylul. Ben gece yarısından sonra. Ama Anadolu ’da gece yarısı gectiğinde, S. Stefano Belbo ’da henuz belki de gece yarısı olmamıştı. Aynı gun, aynı yıl değilse de” diyecekti.
Son durak Paris
Ozlu ilk gencliğinde cıktığı Avrupa seyahatinin son durağı Paris ’te, Adalet Ağaoğlu ’nun kardeşi, tiyatrocu ve yazar Guner Sumer ’le tanıştı. Paris ’te epey yağmurlu bir gunde Ozlu Monteparnesse ’daki Cafe Select ’e sığındı. Az sonra kapıdan Sumer girdi ve uc aylık Paris macerası boyle başladı. Cift birbirlerine Âşık oldular ve 1964 ’te evlendiler.
Cift Ankara ’ya yerleşince Sumer Ankara Sanat Tiyatrosu ’nda (AST) calışırken Ozlu cevirmenlik yapıyordu. O donemde Ingmar Bergmann, Ossip Piatnizki, Heinrich Boll, Kafka, Hans Magnus Enzensberger gibi yazarları Turkceye kazandırdı.
Kasvetli Ankara yıllarında manik-depresif haller
Ankara yılları başlangıcta fena değildi. Hatta AST ’ın 1963-64 sezonunda Sumer ’in yonettiği Brendan Behan ’ın Gizli Ordu oyununda rol aldı. Ama kısa surede Ozlu bu evlilikte aradığını bulamadığını fark etti. Aynı donemde ruh sağlığı da iyice bozulmuştu. Manik-depresif tanısıyla tedaviye alındı.
1968 ’de Sumer ’den ayrılan Ozlu İstanbul ’a taşındı. Gecirdiği rahatsızlık yuzunden 1967 – 1972 yıllarında pek cok defa psikiyatri kliniklerinde kaldı. Elektroşok verildi. Birkac kere intihar girişiminde bulundu.
Guzel bir olu govdeyle oc almak istedikleri
Ozlu cocukluğundan başlayarak yaşadıklarını ve klinikte kaldığı bu donemleri 1980 ’de yayımladığı ikinci kitabı, ilk romanı Cocukluğun Soğuk Geceleri ’nde anlattı. Olume nasıl yakın durduğunu tum sahiciliğiyle şoyle ozetliyordu:
Gece gunduz kendimi oldurmeyi duşunuyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi oldurmeye iten bir kaygı. Karanlık bir gecenin gec vaktinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk. Cok sessiz davranmaya ozen gosteriyorum. Gunlerdir biriktirdiğim ilacları avuc avuc yutuyorum. Kusmamak icin uzerine recelli ekmek yiyorum. Genc bir kızım. Olu govdemin guzel gozukmesi icin gun boyu hazırlık yapıyorum. Sanki guzel olu bir govdeyle oc almak istediğim insanlar var.
Hastane koridorlarında: Cocukluğun Soğuk Geceleri
Unlu yazarın 1980 ’de yayımladığı romanı cok gucluydu. Bizi hastane koridorlarında ve deliliğin sınırlarında dolaştırıp ic burkan uyumumuzla yuzleştiriyordu Ozlu. “Bu kitapta bir şoku anlatmak istedim. On bir yaşındaki, bir Turk kucuk burjuva ailesinin cocuğunun, yirmi yaşına dek okumak icin gonderildiği İstanbul kentindeki ceşitli yabancı okullardan biri olan Avusturya okulunda karşılaştığı Batı kultur ve eğitiminin yarattığı şoku” diyordu ve anlatıyordu da. Ustelik okuru derinden sarsarak yapıyordu bunu.
Deniz koydum adını
1968 ’de yonetmen Erden Kıral ile evlenen Ozlu 1973 ’te kızını kucağına aldı. Deniz Gezmiş ’e duyduğu sevgiden oturu bebeğinin adını Deniz koydu. Kıral ve Ozlu boşandıklarında Deniz 10 yaşındaydı. Annesi ve babası boşandığı icin 6 ay onlarla konuşmadı.
Deniz Kıral 1985 yılının Aralık ayında annesine bir dizi soru yoneltti. Tezer Ozlu kızının sorduğu soruları samimiyetle yanıtladı. Yıllar sonra borgesdefteri isimli blog sayesinde gun yuzune cıkan soru-cevaplara şuradan ulaşılabilir
Severek boşandı
İleride babası gibi sinemacı olacak Deniz Kıral ’ın “Hasret nedir?”, “Aşk nedir?”, “Nelere gulersin?” gibi soruları Ozlu hakkında ipucları verirken unlu yazar, kızının “Şimdiye kadar bir şey kazandın mı? (para haric)” sorusuna “Seni ve yazdığım uc kitabı, bir de İsvicre pasaportu” diyordu.
Ozlu ’nun “Başından inanılmayacak, garip ya da komik bir olay gecti mi? Anlatır mısın?” sorusuna yanıtı ise şoyleydi: “Başımdan cok garip olaylar gecti. En garip olay, sevdiğim halde, Erdem ’den severek boşanmam.”
Bir İntiharın İzinde ’den Yaşamın Ucuna Yolculuk
Ozlu, Kıral ile evliliğinin son yıllarında 1981 ’de bir burs alarak kızıyla birlikte Berlin ’e gitti. Burada ikinci romanını 1983 ’te Auf den Spuren eines Selbstmords (Bir İntiharın İzinde) adıyla Almanca kaleme aldı. Bu roman o yıl Almanya ’da yayımlanmamış eserlerin odullendirildiği Marburg Edebiyat Odulu ’nu kazandı. Daha sonra yazar, anlatısını Turkceye cevirdi bir nevi baştan yazdı ve Yaşamın Ucuna Yolculuk adıyla 1984 ’te Turkiye ’de yayımladı.
Uc yazarın, varlık ve yokluğun peşinde
Bu kitap Berlin ’den Svevo, Kafka ve Pavese ’nin izinde cıktığı yolculuğu ve yazarın derinden etkilendiği uc yazarın peşine duşmesini anlatıyordu. Ozlu 4 Temmuz-20 Temmuz 1982 ’de Berlin ’den cıkıp Prag ’da Kafka ’yı, Trieste ’de Svevo ve Torino ’da Pavese ’nin yaşadığı yerleri adımlarken akıl, delilik ve varlık ve yokluk arasında gezindi.
O kadar ki Kafka ’nın, Svevo ’nun mezarları başında onlarla konuştu. Pavese ’nin intihar ettiği otelde, Otel Roma ’nın 305 numaralı odasında oturdu ve o anları buyuttu kaleminde.
“Yaşamım boyunca icimi kemirttiniz”
Ozlu ’nun Almanya yılları bereketliydi. Onun cabalarıyla Erden Kıral ’ın Ferit Edgu ’nun Hakkari ’de Bir Mevsim romanından sinemaya uyarladığı aynı isimli filmi 1983 ’te Berlin Film Festivali ’nde yarıştı ve Gumuş Ayı kazandı.
O yıllardan geriye bir odul ve şu isyankÂr satırları kaldı: “Yaşamım boyunca icimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Ozel ya da resmi kuruluşlarınızla icimi kemirttiniz. Olmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, ac kalırsın, dediniz. Ac kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hic aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben butun bunların dışındayım…”
“Beni yalnız bırakma”
Ozlu Berlin yıllarından gonlu boş donmedi. Kendinden on yaş genc İsvicre asıllı sanatcı Hans Peter Marti ile birbirlerine Âşık oldular. Cift evlenmeye calıştığında ise Turkiye ’de onune pek cok burokratik engel cıktı. Sonunda 1984 ’te İsvicre ’de evlendiler. Ama aşkları kısa surecek, Ozlu ’nun hastalığı cifti ayıracaktı.
Kocası evden birkac parca eşya almak icin yanından ayrılırken gitmesini istemeyen Ozlu ’nun ona son sozleri “Beni yalnız bırakma”ydı. Ama olmadı, unlu yazar goğus kanseri yuzunden 18 Şubat 1986 ’da Zurih ’te gozlerini yumduğunda yalnızdı.
43 sene, yedi kitap, dopdolu bir hayat
Henuz 43 yaşındayken hayata veda eden Ozlu İstanbul Aşiyan Mezarlığı ’na defnedildi. Geride 1963 ’ten beri dergilerde yayımlanan oykulerinden oluşan Eski Bahce, sonraki yıllardaki oykulerini kapsayan Eski Bahce, Eski Sevgi isimli iki oyku kitabı; Cocukluğun Soğuk Geceleri ve Yaşamın Ucuna Yolculuk isimli iki roman, denemelerinin toplandığı Kalanlar, Zaman Dışı Yaşam isimli bir senaryo ve Tezer Ozlu ’den Leyla Erbil ’e Mektuplar ’ı bıraktı.
Gitmek arzusu ve ait olamama
Ozlu, hicbir yerliydi, kimseye ait değildi ve kimseye sahip değildi. Belki de bu yuzden Beyoğlu ’nun antikahramanı mulkiyet nedir bilmez Hayalet Oğuz en yakın dostları arasındaydı. Nereli olduğunu soranlara “Hicbir yerliyim” derdi ve haklıydı.
Henuz cocukken icine gitmek arzusu duşenlerdendi o. Ablası Sezer ile dunyayı keşfetmek icin yaşadığı kentin sonuna kadar yururdu. Buyuduğunde “Kalıplardan kacmak icin gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri donmek, ulkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, gene gelmek, hicbir şey yıldırmayacak beni…” diyecekti buyuduğunde.
Lirik prensesten canlı, dişi, toynaklı bir yazara
Ozlu yıllarca Turkiye edebiyatında “mahzun, gamlı prenses”, “Turk edebiyatının lirik prensesi” diye anılırken acaba ortada bir cinsiyetcilik, haydi en hafifinden bir eşitsizlik yok muydu? Oykucu ve romancı Hatice Meryem Seyyar Sahne ’nin sergilediği Cocukluğun Soğuk Geceleri oyununu izledikten sonra bu konuya kafa yordu. İyi ki de yordu.
Ozlu ’ye yakıştırılan bu klişeler onun sayesinde yırtıldı. Ocak 2012 ’de Canlı, Dişi, Toynaklı Bir Yazar: Tezer Ozlu yazısında Meryem unlu yazarın uslubunu irdelerken cinsiyetci yaftaları nasıl hak etmediğini ortaya koyuyordu.
Ayhan ve Yucel ’den birkac satır
Ece Ayhan onun icin “Vallahi tallahi! Evet! İctenlikle ve ozdenlikle yazıyorum ki, Tezer Ozlu ’yu de, onun cok insanda bulunmaz Doğrucu Davutluğunu her yerde, her kentte ve her sokakta arıyorum. Hayalet Oğuz ’a olağanustu ve eşsiz bir “hayır” işleyen bir insan-insanı ben nasıl ozlemem. Tezer Ozlu artık benim yakın akrabamdır” derken Can Yucel onu şu sozlerle andı:
Aşağıda yatıyorum
Sokağa bakan pencerenin yanındaki divanda
Bir ses birden bir olay oluyor
Kulağımın dibinde
Bir dal cama vuruyor
Tezer