Lutfen soyler misiniz,
Sevgilim,

Bir ulke senin govden kadar masum olsaydı

Bir tek anne oğlunu devletten sormazdı…
diye yazıp hepimize “Nasıl yani?!?” dedirten bir şairi tanıtan yazıya nasıl bir giriş yazılır?
Bizi en cok hangi listeler yoruyor biliyor musunuz? Şairleri anlatmaya calıştığımız listeler, hem de acık ara… Gercekten cok bitkin duşuruyor, cunku şiirin kendisi zaten bir duygunun, durumun, sorunun (ya da siz ne derseniz), bir dil aracılığıyla en guzel şekilde ifade edilmiş hali.
İnsanı, aşkı, yoksulluğu, caresizliği ve hatta ofkeyi bu denli guzel ifade eden bir insan icin biz fÂniler ne soyleyebiliriz ki! Yani okuyucuyu şiire, şaire hazırlamaya calışmak nafile bir caba (deyip hÂl uzatıyoruz). En guzeli, sizi Şukru Erbaş ’la baş başa bırakıp, buna vesile olmakla kendimizi avutmak.
1. Acemi bir şairden, “şiirin yaşayan tanrısı”na
1953 ’te Yozgɑt ’tɑ doğdu. Yazmaya lise yıllarında başladı. O donemi acemiliklerle dolu bir donem olarak adlandırır, ama kendisini bugunlere taşıdığı icin de minnettardır o gunlere.
Kızım mavi

Oğlum yağmur
Bengisuyu toprağımın

Sevdim telaşını
Dunya evim
Gok bahcemiz

Karım golgesi derin
Bir mihnet ağacı
Yaşadım kırk yıl
Sevinc ve huzun

Aşk ile cesur
Buyudu yureğim
Boyun eğdi cokluk

Duşlerim gerceğime

Aklım omrume yuk

Yurumeyi oğrendim
Işık ve su
Ekmek ve ruzgar

Azizmiş meğer

Az da olsa payım

Yaşamayı sevdim.
Bu buyuk bağışı
Bir gun elbet ben de
Omrumle oderim…
2. Ceşitli şiir odullerine lÂyık goruldu “Yolculuk” adlı şiiɾ kitabıyla 1987 “Ceyhun Atuf Kansu Şiir Odulu ’nu, “Dicle Ustu Ay Bulanık” şiiɾ kitabıyla 1996 Oɾhon Muɾat Aɾıbuɾnu Şiiɾ Odulu ’nu, “Uc Nokta Beş Haɾf” şiiɾ kitabıyla 2002 Ahmed Aɾif Şiiɾ Odulu ’nu, “Golge Masalı” adlı şiiɾ kitabı ile de 2005 Omeɾ Asım Aksoy Şiiɾ Odulu ’nu kazandı.
Seni opsem, gulse bir halk
Seni opsem, yoksulluk
Utansa verdiği acılardan
Kırılsa her turlu korkunun kanadı.
Seni opsem, silinse
Alın cizgilerinden gam
Yurek kuytularından akşam.
Bir sonsuz yağmur yağsa

Aşkın kardeş bulutlarından
Aynı mutlulukla ıslansa dunya.

Ayrılığa kapanmasa kapılar
Odalar uzgun durmasa.
Seni opsem, buğulanmasa gozlerin
Gulse yaz gunleri gibi

İnsanların golgeli yuzleri.
Kar yağmasa dar yoluna

Kardeşimi koynunda saklamış dağların
Cıkıp gelse alanlardan
Anılardan, duvarlardan

O gencecik ermişler.
Işısa yeniden annelerin yureği

Cocuklar coğalsa sevincten
Cozulse babaların kaşlarındaki bulut.
Seni opsem, boğulsa

Actığı acının cukurunda
Yuzu kışlar kadar soğuk
O bilincli kotuluk

Arınsa omrumuzun kiri, kederi…
Donup kalmasa dudaklarımda

Bir suc gibi opuşun
Bencilliği andıran o buruk tadı
Mutluluk dokunmasa coğul yanıma.
Seni opsem ve dunya
Kurulsa yeniden

Sevgi kadar yumuşak, zengin ve ak…
3. Kendi deyimiyle “şiire kuma getirdi”
Sadece şiir yazmadı, denemeler de “yazmak zorunda kaldı”. Denemelerini “İnsanın Acısını İnsan Alır” (1995) ve “Bir Gun Olumden Once” (1999) adlı kitaplarında topladı. Bununla ilgili bir roportajında diyor ki Şukru Erbaş: “Ben duzyazıdan hep uzak durmaya calıştım. Sanki şiire kuma getiriyormuşum gibi bir garip duyguyla uzak durdum.”
“Ancak, hayatın gerceği bizim isteklerimizi cok fazla dinlemiyor. Bir gazetede yazma zorunluluğu (bu gonullu bir zorunluluktu, siyasi bir tutumdu, bilinsin isterim) ile gundeme geldi denemeler. Ancak, bildik gazete yazılarına hic benzemedi. Dili baştan sona şiirin diliyle kuruldu. Deneme, diğer duzyazı turlerinden, şiire an yakın olanıdır. Bugun donup bakınca, iyi ki beni zorlamışlar diyorum.”
4. Yalnızlıkların şairi ama sadece kendi yalnızlığının değil İlk şiiri 1978 ’de Varlık dergisinde yayımlandı.
Gittikce yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
-Ki bu en buyuk kotuluktur size-
Yıkanmıyor bir kez olsun yureğiniz yağmurlarla
Denizler boşuna devinip duruyor bir carşaf gibi
Gerip ufkunuza mavisini, cicekler her bahar
Uyanışın turkusunu soyluyor da gormuyorsunuz.
Sizin adınıza dunyanın pek cok yerinde
İnsanlar dovuşuyor ellerinde yurekleri birer ulke
Anlamıyorsunuz inanclarını bir kez duşunmuyorsunuz.
Omrunuzu guzelleştirecek bir şey almadan hayattan
Bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına
Koşaradım tukeniyorsunuz insan kardeşlerim
Koşaradım
Duymadan bir gun olsun dunyayı iliklerinizde…
5. Okuyan herkesin tanıdık bulduğu duygular
Tanıdık geliyor, cunku Erbaş “beş duyunun algı alanına giren her şeyin, insanı nakış nakış oluşturduğuna” inanıyor. En onemlisi de kurduğu “duygusal ozdeşlikle” zihnimizin en hassas yerlerine dokunuyor.
Benim mutsuz cocukluğum, bulanık
Bir asık yuz golgesinde titreyerek
Baba korkusuyla gecti.
Sevinc bile sert eserdi odalarda
Susmak saygı, gulmek ayıp, izinsiz
Konuşmak en buyuk suctu.
İlkyazımda filizimde dalımda

Cocuk kusurlarımda, cocuk suclarımda
O ruzgÂr yıllarca, yıllarca esti.

Sanki uzerimden yeryuzu gecti
Govermedi govermiyor bir turlu
Yureğimde ezilen yaşama tutkusu
6. “Koyluleri Nicin Oldurmeliyiz” Şukru Abi? Bu şiiriyle ilgili surekli soru yağmuruna tutulmuş Şukru Erbaş. Toplumcu bir şair olmasıyla bağlantılandırılarak sorulan bazı sacma sorular -kendi deyimiyle- “gonul yorgunluğuna” sebep olmuş.
Koyluleri nicin oldurmeliyiz?

Cunku onlar karılarını doverler
Seslerinin tonu yumuşak değildir

Dışarıda ezildikce iceride zulum kesilirler.

Gazete okumaz ve haksızlığa
Ancak kendileri uğrarsa karşı cıkarlar.
Karşılığı olmadan kimseye yardım etmezler.
Adım başı pınar olsa da koylerinde
Temiz giyinmez ve her zaman
Bir karış sakalla gezerler.

Cocuklarını iyi yetiştirmezler
Evlerinde kitap, muzik ve resim yoktur.
Bir gun olsun dişlerini fırcalamaz

Ve şapkalarını ancak yatarken cıkarırlar.
7. Suslu ve veciz sozlerle işi olmadı Cunku şiirin suslu ve veciz soz soyleme sanatı olduğuna inanmadı. Onun icin şiir, “insanın var oluş hallerinden birisi” oldu hep.
Ayrılık ne biliyor musun?

Ne araya yolların girmesi,
Ne kapanan kapılar,

Ne yıldız kayması gecede,
Ne ceplerde tren tarifesi,
Ne de turna katarı gokte.
İnsanın icini dokmekten vazgecmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara doktuğu gozlerini,
Birer damla duş kırıklığı olarak toplaması icine.
Ardında dunyalar ışıyan camlar dururken,

Duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Turkusunu soylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
8. “Doğanın, insanın, toplumun diyalektiğini iyi okumak”
Buna inandı hep. Zaten tam da bu yuzden yazdığı dizeler hepimizin bir yerlerine değdi, değdiği yeri de orseledi.
İnsan aklı ne kadar sucluysa
Sayın yargıc
Yeni dillenen bir cocuk merakıyla

Sorular sorarken hayata
İnatcı, yalın, yerinde
O kadar sucluyum ben de…
Ve duyguları insanın
İcinde omrumuzun cırpına cırpına
Akıp gittiği o bin kollu ırmak

Ne kadar yanlışsa kendi yatağında
Yanlışım ben de o kadar

Sayın yargıc

Hayatın değil
Sizin onunuzde…
9. Dunyanın en guzel duzyazısı: Omur Hanım ’la Guz Konuşmaları Ne desek boş, zira “huznun butun koşulları hazır”…
…Ve guz geldi Omur hanım. Dunya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. İnsanın icini karartan bulutların seferi var
goğun maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir cisenti yokluyor boşluğunu insan yureğinin.
Huznun butun koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin ustunde binlerce
bıcak ağzı… ve yuzum omrumun atlası; duzlukleri bunaltı,
yukseklikleri korku, ucurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Omur
hanım?
Her şeyi iyi yanından gormeyi kim oğretti bize? Acıyı
gormeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
umuttan, sevincten ne anlar? Goğu gormeden, denizi gor-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir guz du-
şunun ki Omur hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
boyle bir guzun huznu huzun mudur? Başlamanın bir
anlamı varsa bitişi goze almak, bitişin bir anlamı varsa
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı duz bir cizgide tut-
mak tukenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uclar arasında gezdirip gecirmedikce, alışkanlıkların
sınırlarını aşmadıkca zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
olur tukenmek değil de?
10. Şiirlerinde Sivas Katliamı ’nın da bir karşılığı var
Sonra onlar cılgınlık bitip
Suru dağılınca, yapayalnız gecelerde
Durgun ve dilsiz, yastıklara civili
Bir mızıka sesiyle uyanmazlar mı
Asaf ’ın ateşlere karşı caldığı?..
Bir otel odasında gencecik cocuklar
Cırpındıkca bir yudum soluk icin
Uzerine benzin dokup oynayanlar
Onlar birgun opmeye eğilince cocuklarını
Dudaklarında duman ve yanık et kokusu
Boğum boğum tıkamaz mı soluklarını?..
Sevgisiz bir Tanrının kinle buyuttuğu
Olume tapınan o siyah adamlar
Onlar birgun yağmurlardan sonra
Guneş salkım salkım dallarda yanarken
RuzgÂrdan utanıp sudan korkmazlar mı?..
Ayrılık herkesin kapısını calar birgun
Dağlar kararırken ya da gunun eşiğinde
Onlar, saz kırıp şiir yakanlar
İclerinde gezinen kederi bir turkuyle
Bastırmak isterlerse derinden ve sessiz
Calmazlar mı duvarlara kirli bedenlerini?..
Kimse temizim demesin, kimse
Butun bir ulke odun taşıdı Behcet ’in yangınına…
Onlar, secdesi kuf kıblesi korku olanlar
Onlar birgun olum menevişlenince iclerinde
Tutmez mi kirpiklerinde “dumanı lekesiz biri”?..
11. Tek oyuncağı yanı başındaki alet cantası olan cocuklar
Uyandırılır mı hic o saatte, kim kıyabilir ki o cocuğa?
Yıldızlar geceyi yarılamış
Yollarda ıssızlığın uzun soluğu
Buradan biniyor otobuse aynı saatlerde
Boynu gelincik sapı elleri yaşından buyuk
İki kaşı arasına sıkıştırmış yorgunluğunu
Sarındıkca ayazı artırıyor sırtındaki gocuk
Evine donuyor sanayinin kucuk ustası
Ceplerinde kuf, gozlerinde kor…
Bu saatten sonra uyuyan cocuğu
Sabah hangi anne uyandırabilir?
12. Akşamsefası tadındaki annelere…
Suda halkalar gibi yayıldı
Gun boyu yureğimde yuzu
Ve sozu kulaklarımda kızımın
Uzgun bir gulumsemeyle
Ayrılırken sabah
Soylediği
– Sen benim akşamsefamsın,
Biliyor musun anne…
Guneşle birlikte biten bahcelerde
Boyle her sabah, her sabah yeniden
Yitirip rengini sessizce
Sevincini bir duş gibi gecelerde
Bitecek korkusuyla yaşadığım.
13. Kotuye, kotuluğe de iki cift lafı değil, koskoca bir şiiri var şairin
Kotuluk ve kotuler de ustadın şiirlerinden nasibini alır.
Ne yaparsanız caresiz

Kendinizden sonraya kalmayacaksınız
Zaman yenecek sizi
O telaşsız bilge, o silahsız guc
Silecek yuzunuzden kibrinizi
Hukmunuz omrunuzle sınırlı olacak
Olduğunuz gun unutulacaksınız
Yıkıntılar kalacak ardınızda yalnız
Yaşarken, korkunun ağır golgesiyle
Ortup sakladığınız
Sindirip susturduğunuz

İncinmiş onurlar, bunalmış ofkeler
Duşler ve acılardan oluşmuş
Yıkıntılar kalacak.
Babasız cocuklar irkilecek evlerde
Oğulsuz anneler, erkeksiz kadınlar,
Acık yaralardan bir ayaz gibi
Gectikce adınız acılı konuşmalarda
Soğuk bir urperti gezinecek
Evlerin camlarında
Mezarlara hapislere uzanan
Yaralı tarihinde bir ince duşuncenin
– Bir guzel ulkenin, o iyi insanların-
Kotuluk simgesi olarak kalacaksınız.
14. “Gittikce kararan bir halkı opuyorsun” Sen bende neleri opuyorsun bir bilsen

Herkesin perde perde cekildiği bir akşam
Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı opuyorsun.
Ağzında eriklerin aceleci tadı

Elleri bulut, gozleri ot burumuş ekin tarlası
Bir cocuğun duşlerine inen tokadı opuyorsun.

Yağmur her zaman gokkuşağını getirmiyor

Aralık kapılarda bekleyişin cırpıntısı
Bir kadın eksildikce omrume eklenen
Uzun gecelerini, solgun govdesini opuyorsun.

Uzak dağ koylerine vuran ay ışığı
Kerpiclerden saraylar kuruyor yoksulluğa

Ne suların ibrişimi, ne gokyuzu ne ruzgÂr

Sen bende gittikce kararan bir halkı opuyorsun.
15. Once dunya sevsin onu, ezmesinler cocuk duşlerini
Benim dunyayı sevmem icin

Dunya beni sevmeli.

Cocuk duşlerimi ezen evler değil
Sevgiler olmalı oda oda
Mutluluğu guluşlerle kopuren.

Baba utanmamalı benden
Annem ezik durmamalı

Ufacık bir isteğimle buruk.

Bir işim olmalı, bir guvencem
El ellerinde hoyrat/
Ev iclerinde
Kanayıp gitmemeli cocuk omrum.
Benim dunyayı sevmem icin

Dunya beni sevmeli
Dunya beni sevmeli.
16. Siz de konuşmayı bırakmış, gulumseyerek dinliyorsanız artık insanları…
Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Kadınlar gittikce daha guzel
Guneş daha hızlı adımlıyor gokyuzunu
Sular daha soğuk, ruzgÂr daha serin
Eskiden her konuda konuşurdum istekle
Bir geniş gulumsemeyle dinliyorum şimdi
Buyuk yapılar ışıklı carşılar bitti
Ara sokaklara, salaş kahvelere gidiyorum
Kurtulmak icin cırpındığım cocukluğu
Yeniden oğreniyorum cocuklardan şaşarak
Butun sesler cın cın bir yalnızlık oluyor
İcimden gecenleri soyledim sanıyorum
Birisi bir şarkı soylemesin kederle
Tenimde bir titreme kirpiklerimde buğu
Kısa soz, basit eşya, kedi sevgisi
Aktıkca ağaran bir suyum zamanın ırmağında
Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Kadınlar daha guzel, kadınlar daha uzak…
17. Peki ya olum…
Aşkı, acıyı, yoksulluğu anlatıp oramızı buramızı yaralar da, olumu anlatmaz mı Şukru Erbaş! Tamam anlatmış da, “anne”yi katmasaymış keşke…
Yeni yeni anlıyorum
Yaşarken olumunu duşunup de
Ağlayan annem…
Seni sevincin hanesinden
Duşuren dunya
Başladı beni de bir kenara atmaya.
Işık cekiliyor yalım yalım
Sular değiştirdi yatağını

Yeni dallar buldu ruzgÂr kendine.
Kime elimi uzatsam aşk diye
Kesiyor yollarımı
Kalbimle tenim arasındaki ucurum.
Olum alıştırıyor usul usul kendine
Alarak elimden dunya sevinclerini

Ne kadar haklıymışsın anne…
18. Yureği yalnız kendiyle dolu olana ofkelidir
Bunu da saklamaz zaten. Canı cehenneme der, hepsinin canı cehenneme!..
Canı cehenneme rahat uyuyanın

Kapısını ortenin perdesini cekenin
Yureği yalnız kendiyle dolu olanın
Duvarları ancak carpınca gorenin

Canı cehenneme, başkasının yangınıyla
Evini ısıtıp, yemeğini pişirenin.
Bahcesine dek gelen alevleri
Şehrayin sanan aptalın
Canı cehenneme, camlarında
Parcalanmış cesetler ucarken
Bir iğdiş incelikle, cicekleri sulayanın.
Mutfakla yatak odası arasında
Carşılarla govdesi bencillik hırsı
Yılgınlıkla yenilgisi arasında
Dunyayı tuketenin canı cehenneme.
Orda dağlar bir mezarlık
Bulutlar kan salkımı sular toprakta duğum
Orda evler oda oda kanarken
Burda yeşerenin canı cehenneme.
Ey bir halkın gozyaşıyla ruhunu yıkayan kin
Ey zulumle yukselen başarı
Olu sayısına endeksli maaş
Uzun masallar ardında mağrur

Boynunda olum canıyla oturan guc
Senin de senin de canın cehenneme
Ey sultan hamit tuğralı korucu alayları
Kardeşi kardeşe kırdıran siyaset. . .
Bir gun elbet, bir gun elbet

Orter ustunu bu ağır yanlışın

Sevgiyle, yalnızca sevgiyle işlenen

Bir dal incelik, bir simli guluş
Bir kardeş mavi.
19. Yanıtını bildiği soruları sorar bir de
Hem de Edip Cansever ’e, hem de hepimizin sormak isteyip de muhatap bulamadığı soruları… “Mezar taşlarıyla barış olur mu” okuyucu?
Yıldızların ulkesi var mıdır Edip

Dicle aktığı toprakları secer mi?


Kasrik Boğazı ’ndan esen kanlı zemheri
Yalnız Kasrik ’te mi uşutur insanı?


Herkes turkusunu elbet kendi sesiyle soyler

İnsanın dili boynuna kement olur mu?

Oldurmeye ekinlerden başlayan adamlar

Eşiklere nasıl bir zulumle gelirler?

Kimsenin kalmadığı darmadağın koylerde
“Once Vatan” yazısı bir huzun değil midir?

Bunca kanın helalini kim kime nasıl odee

Mezar taşlarıyla barış olur mu?

Gecesi buz anısı kul ışığı kırbac
Hangi gurbet bir surgunun yureğini doldurur

“Kim istemez şad olmayı cihanda” Edip

Viranede baykuş sesi zafer midir?..
20. Bunca şiiri yazdın da ne oldu Şukru Abi?
Biz sormuyoruz, şair soruyor.
Şimdi ben bunca şiiri
Yazdım da ayrılıklar mı bitti.

Kim eşiğinden cıktı da dışarı
Ben yalnızım, bunaldım
Ne olur bir ses

Diye birini unledi.
Herkes kendi yuzunun hapsinde
Guluyor başkasının kusuruna

Lunapark aynalarında
Tukeniş kılıktan kılığa giriyor.
Şimdi ben bunca şiiri
Yazdım da ulke mi duzeldi.
Artık evlerde vuruyorlar cocukları
Babaların alkışları arasında.

Ozgur dilediğini duşunmekte herkes
Ancak ışık vermeden
Yakacaksın mumunu!
Devletin bekası icin
Karakollar değilse de

Dayaklar şeffaf oldu.
Şimdi ben bunca şiiri
Yazdım da yoksulluk mu bitti.
Bir kıyısız zenginliğin buyusunde
Koca bir halk kuculdukce kuculdu.

Bilet bacak fal

Bilet bacak fal
İki reklam arasında bolca hayal…
Kurtardı gemisini bu siste birileri
Varılan kıyılarda eyvah
Eyvah ki deniz bitti…
21. Bonus: Film festivalinde şiir odulu 2013 yılında 17. Altın Portakal Film Festivali ’nde “Bağbozumu Şarkıları” adlı eseriyle odule lÂyık goruldu Şukru Erbaş.