
Hayat ve olumle hep ic ice bir adam oldu, o. Yaşamı, tum coşku ve heyecanıyla damarlarında hissetmek istiyordu cunku. Onu savaş meydanlarına da boğa gureşlerine de safariye de işte bu durtu goturuyordu. Pek cok eleştirmenin de soylediği gibi onun kalemi bu kıyasıya dovuşten, mucadeleden ve elbette olumden besleniyordu. Aslına bakarsanız tipik bir Amerikalıydı; ickiyi, kadınları, silahları ve gerektiğinde gomleğinin kollarını sıvayıp hakkını pazılarıyla aramayı seviyordu. Gittiği hemen her yerde, yazdığı hemen her şeyde izini surduğu bir tutku daha vardı; yemek. Neredeyse gurme denebilecek kadar sağlam bir yemek kulturune sahipti. Durmadan seyahat ediyor, gittiği yerlerin yemeklerini buyuk bir iştahla deniyordu. Bu bilgi ve tecrubelerini, kaleme aldığı oyku ve romanlarda kendini beğenmiş bir şef misali serdi ortaya. Gazeteciliğini-yazarlığını az-cok biliyoruz; ya gurmeliğini? İşte 13 kucuk sırla mutfaktaki Hemingway!
Babasının oğlu!
Av etine duşkunluğu babasından geliyordu. Babası Dr. Clarence, doğduktan kısa bir sure sonra ona et, balık ve yumurta yedirmeye başladı. Cocukların sağlıklı olması icin bu şekilde beslenmeleri gerektiğini duşunuyordu. Chicago ’nun banliyosunde yaşayan Hemingway ailesinin reisi, avcılığa meraklı bir doğa tutkunuydu. Henuz 5-6 yaşlarında olan kucuk Ernest ’i de ava goturuyor, ona doğayı ve erkek olmayı oğretiyordu. Gelecekte Hemingway ’in tum hayatını kuşatacak olan avcılık ve balıkcılık tutkusu bu yılların mirasıydı…
Cekirge Hemingway
Yazları Michigan ’daki yazlık evlerine gidiyorlardı. Baba ve oğul Hemingway burada, Walloon Golu kıyısında alabalık yakalıyor, evdekilere her akşam taze balık ziyafeti cekiyorlardı. Alabalık sonraki yıllarda da Hemingway icin hep ama hep cok ozel bir balık oldu. Oyle ki 1920 ’de, Toronto Star gazetesindeki ilk koşe yazarlığı deneyiminde, kendisine ayrılan sutunda da sık sık alabalığa ve pişirme yontemlerine yer verdi. Kamp kurmanın puf noktalarından, acık arazide nasıl yemek pişirileceğine dek babasından oğrendiği pek cok şeyi okuyucularla paylaştı. Sade ve mizahi dili cok sevildi.
Silahların golgesindeki şolenler
Tıpkı Woody Allen ve Ferzan Ozpetek ’te olduğu gibi Hemingway ’in edebiyatında da yemek ve ickinin ayrı bir yeri vardı. Hemingway yeme-icmeyi, karakterlerini betimlemekten tutun da hikayenin duğumunu cozmeye dek pek cok noktada ustaca kullanıyordu. Boylece kurgusuna gerceklik katıp bizi olayın icine cekiyordu. Bunun en iyi orneklerinden birini, 1. Paylaşım Savaşı ’nı (“Dunya” değil, “Paylaşım”), bir aşk hikayesinin fonunda tum gercekliğiyle anlattığı “Silahlara Veda” romanında goruruz. İtalyan mutfağına dair ipucları iceren kitapta Frederic ve Catherine ’in aşkını ve ayrılığını, yediklerinden ictiklerine her şeyi tum ayrıntılarıyla betimlediği gorkemli sofralar eşliğinde anlatır, usta yazar.
Hemingway ’le pazar bir şenliktir!
Pazar yerleri Hemingway icin tam bir şenlik yeridir. 1918 ’de cephesinde yaralandığı İtalya ’ya 30 yıl sonra, 1948 ’de donecek ve cok sevdiği Venedik ’in pazar yerlerini “Nehrin Otesinde” romanında tum coşkusuyla anlatacaktır. Rengarenk, taptaze deniz urunleri ve sebzeler, ic ice gecmiş dar sokaklarda kalabalığın getirdiği o itiş-kakış ve satıcıların guler yuzlu sohbetleri, bir bayram havası icinde Hemingway ’in satırlarında yeniden hayat bulur. Hemingway yalnız İtalya ’nın değil, sonraları Cape Town ’dan Paris ’e ve İstanbul ’a gittiği her yerin pazarlarını gezecek, ulkelerin damak tadı ve yemek kulturune dair gozlemlerine ve deneyimlerine, oyku ve romanlarında ustaca yer verecektir.
Paris entelijansiyasının icinde…
Hemingway ’in Paris macerası savaştan hemen sonra, ilk eşi Hadley Richardson ’la, 1921 ’de başlar. Paris ’in ara sokaklarında, bir aktar ve ikinci sınıf bir muzikholun uzerinde tuttukları daire 8 yıl boyunca evleri olacaktır. Ernest bu sırada Toronto Star icin savaş muhabirliği yapmakta, Cenova ’dan İstanbul ’a pek cok şehri gezip gozlemlemektedir. Bir lezzet avcısı olarak elbette bu şehirlerin ozel lokanta ve pazarlarını da keşfeder. Paris ’in gurme mutfağı ise bambaşkadır. Yazar-eleştirmen Gertrude Stein ’ın evinde James Joyce ve Ezra Pound ’la tanışır. Onlardan cok şey oğrenir. Eşi Hadley ’le, Stein ’ın sofrasında, donemin entelektuelleriyle hem oğrenme hem de yeme iştahlarını doyururlar. Şomine, eşsiz ev şarapları, likorler ve enfes yiyecekler, uzun sohbetlerine eşlik eder. Hemingway daha sonra kah aclık ve sefalet, kah eğlence ve bolluk icinde gecen Paris yılları anılarını, “Paris Bir Şenliktir”de toplayacaktır.
Tam bir eşekci!
Ernest yerinde duramayan, hep macera ve yarış peşinde koşan bir adamdı. Bu mucadele tutkusu onu avcılığa, balıkcılığa, boksa ve boğa gureşlerine itti. Paris ’te izlenebilecek olanlar ise sadece bisiklet ve at yarışlarıydı. Usta yazar, coşku ve adrenalinin doruğa cıktığı bu tur etkinlikleri hic kacırmaz; yol uzerindeki tezgahlardan şarap, peynir ve taze ekmek alır, banklardan birine oturup keyifle yarışları izlerdi. At yarışı oynayanların deyimiyle sağlam bir eşekciydi; yarışlara dair tum istatistikleri, atların orijinlerini, jokeylerin isim ve hayatlarını ezbere biliyordu. Bu onun Paris ’teki parasız donemlerinin neredeyse yegane eğlencesiydi.
Denizden babası cıksa yer
Deniz ve deniz urunleri, Hemingway ’in sofrasında her zaman baş koşede oldu. Afrika, Kuba, İtalya ve İspanya ’da hep denizle ic ice yerlerde yaşadı. Envai ceşit balığın yanı sıra ahtapot, karides, istiridye gibi deniz canlıları da sofrasının vazgecilmeziydi. Paris ’te denizsizdi. O da bu ozlemini taze deniz urunleri satan tezgah veya restoranlarda gideriyordu. Ozellikle “marenne” denen iri ve yeşil renkli istiridyelere bayılıyordu. Parası azsa sokak aralarındaki kafelere, coksa Paris ’in en iyi istiridye yapan lokantasına, Pruniers ’e gidiyordu.
“Papa”lığa yukseliş
O bir gurmeydi; iyi ickiden, iyi yemekten, iyi bir yemeğin nasıl yapılacağından gercekten anlıyordu. Paris onu hem bedensel hem de ruhsal acıdan beslemişti. 1926 ’da ilk romanı; savaş sonrası Paris ’te yaşayan, hayata ve dunyaya inancını yitirmiş Amerikalıları (yitik nesli) anlattığı “Guneş de Doğar” yayınlandı ve gercekten ses getirdi. Uc yıl sonra “Silahlara Veda” geldi. Tanınan, bilinen bir yazardı artık. “Papa” unvanıyla anılıyordu. Şohretle birlikte para da geldi; artık Montparnasse kafelerinin değil, Seine Nehri kıyısındaki Ritz veya Crilton otellerinin luks restoranlarının mudavimiydi.
Salyangoz ve Fitzgerald
Hemingway ve F. Scott Fitzgerald 1925 ’te, Paris ’teki Dingo Bar ’da tanıştı. Fitzgerald ’la tanışmak Hemingway ’in yazarlık kariyeri icin adeta bir donum noktasıydı. Fitzgerald onu, “Muhteşem Gatsby”yi yayınlayan Scribner ’s Sons ’un sahibiyle tanıştırdı. Charles Scribner cok değil bir yıl sonra Hemingway ’in ilk romanı “Guneş De Doğar”ın yayıncısı olacaktı. Masalarını şampanya ve garaville (bir ceşit salyangoz yemeği) susluyordu. Hemingway salyangozları, icine ekmek parcaları doğranmış, tereyağlı, sarımsaklı ve maydanozlu sosa batırarak yemeye bayılıyordu. Yıllar sonra Amerika ’ya Ketchum ’a taşındığında da (1950) en buyuk keyfi, av donuşu evde, kendi ozel tarifiyle dostlarına salyangoz ziyafeti vermekti.
Cennetin yumurtası
Fransa, Hemingway icin konu bakımından bitmez tukenmez bir derya gibiydi. Oldukten 25 yıl sonra yayınlanan “Cennet Bahcesi”nde Paris ’i değil, bu kez Fransız Rivierası ’nı anlatıyordu, unlu yazar. Eleştirmenlerin “yazılmış en yumurtalı roman” şeklinde tanımladıkları kitapta Hemingway, “gastronominin başkenti” payesini adeta Paris ’ten alıp Akdeniz ’e veriyordu. Rafadan, haşlanmış veya omlet olarak her ceşidiyle karakterlerine yedirdiği yumurtayı, insanların yuzeysel ve değişken ilişkilerinin sembolu olarak kullanmıştı, unlu yazar. Aşk, tutku, kaybetme ve aclık temalarının ele alındığı romanda herkes neredeyse surekli yemek yiyordu.
Viva Espana!
Stein ve Pound ’un ısrarlarıyla Hemingway 1923 ’te, İspanya ’ya ilk yolculuğunu yaptı. Hedef, Pamplona ’ydı. Hem yortuya katılacak hem de dunyaca unlu boğa gureşlerini izleyeceklerdi. Hemingway bu yeşil ulkenin doğasından, renkliliğinden, safran ve zeytinyağı gibi yerel lezzetlerinden cok etkilenmişti. Madrid ’e varır varmaz soluğu hemen taş ve seramik doşeli hanlarda ve tapas barlarında aldı. İspanya ’nın bol baharatlı ve acılı yemekleri (ozellikle paella) ve Endulus ’un o telaşsız taş sokakları aklını başından almaya yetmişti. Yıllar sonra İspanya ’ya gazeteci kimliğiyle, ic savaşı izlemek uzere gelecek ve ulkenin bu durumuna epey uzulecekti. O kadar etkilenmişti ki kısa sayılabilecek bir surede “Canlar Kimin İcin Calıyor”u (1940) yazdı.
Gozetleme Ciftliği ’nden Kuba…
Yıl 1939; Paylaşım Savaşı ’nın provası niteliğindeki İspanya İc Savaşı bitmiş, dunyayı yerle bir edecek asıl savaş başlamıştı. Hemingway ic savaş sırasında tanıştığı, kendisi gibi sıkı gazeteci Martha Gellhorn ’la birlikte tum Havana ’yı tepeden izleyebildiği bir malikanede yaşıyordu. “Gozetleme Ciftliği” dedikleri ev, sonraları pek cok unluyu, entelektueli ve denizciyi buluşturan bir toplanma yeri olacaktı. Teknesi Pilar da farklı değildi. Sartre bu misafirlerin başında geliyordu. Sofranın olmazsa olmazları siyah fasulye, avokado, mango, hindistancevizi, karides ve elbette Hemingway ’in avlamaya bayıldığı kılıcbalığıydı. Kuba ’da denizde, denizcilerle yaşadıkları “Ya Hep Ya Hic”, “Akıntı Adaları” ve “İhtiyar Adam ve Deniz” kitaplarına ilham kaynağı oldu.
Tum kıtalarda; Afrika dahil!
Dunyanın en cok gezmiş yazarlarından biridir, Hemingway. Afrika dahil, ayak basmadık kıta bırakmamıştır. Ernest, 4. ve son karısı Mary ’yle birlikte keşfeder Afrika ’yı; Kongo, Butiaba ’ya giderler. Afrika; farklı coğrafyası, yerlileri, safarisi ve av hayvanlarından oluşan yemek kulturuyle Hemingway ’i cocukluk yıllarına goturur; babasıyla ava cıktığı zamanlara… Menude, bugun biz de dahil tum hayvanseverleri ayağa kaldıracak turden pek cok hayvanın av eti vardır.
Not: Bu yazıda anlatılanlar, Craig Boreth ’in “Hemingway ’le Yemek Bir Şenliktir” adlı kitabından derlenmiştir.