
“Ağır, ağır cıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde guneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semÂya ağlayarak…”
Dizelerini hemen hemen bilmeyen yok gibidir. Kimimiz şiiri cok sevdiğimizden, kimimiz lise edebiyat derslerinden, kimimiz de şairini bilmesek bile birilerinden duyduğumuz icin biliriz bu dizeleri. Bazen merdivenli bir yolun başında, bazen de artık yaşlandığımızı hissettiğimizde dolanıverir dilimize bu dizeler. Aslında pek cok şiirini bildiğimiz; ama kendisini cok da iyi tanımadığımız Ahmet Haşim ’i tanıtalım istedik sizlere.
1. Şairsiz Dunya
Şairdir şiiri anlatan
Şairdir seni tanıyan
Şairdir duyguları yaşayan
Şairdir size bakan…
Turk Edebiyatında, sembolizm akımının en guclu şairlerinden olan Ahmet Haşim, 1884 ’te Bağdat ’ta dunyaya gelir. Babası Ahmet Hikmet Bey; annesi ise Sara Hanım ’dır. Bağdat ’ın ileri gelen ailelerinden olan Ahmet Haşim ’in cocukluk yılları, babasının kaymakamlık gorevi yuzunden şehir şehir dolaşarak gecer ve bu nedenle duzenli bir okul hayatı olmaz.
2. Ağac
Gun bitti, ağacta neş ’e sondu.
Yaprak Âteş oldu, kuş da yÂkut.
Yaprakla kuşun parıltısından
Havzın suyu erguvÂna dondu.
1893 yılında, daha ufak bir cocukken cok sevdiği annesi verem hastalığından vefat edince Haşim, derin bir yalnızlığa burunur. Cocuk ruhunda derin etki yapan bu olay Ahmet Haşim ’in tum hayatına ve şiirlerine yansır.
3. Bir Gunun Sonunda Arzu
Yorgun gozumun halkalarında
Guller gibi fecr oldu numÂyan,
Guller gibi… sonsuz, iri guller
Guller ki kamıştan daha nÂlan;
Gun doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını omrun eder ilan.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler?
Akşam, yine akşam, yine akşam…
1896 yılında babası Arif Hikmet Bey, oğlunun eğitimini duzene sokmak amacıyla İstanbul ’a yerleşir. Ancak İstanbul ’da yeni bir okula ve hayata başlayan Haşim ’in yanından mutsuzluk ayrılmaz. Bağdat ’ta doğup buyuyen Haşim, İstanbul ’a geldiğinde sadece Arapca biliyordur ve Turkce bilmemesi onun yalnızlığını ve cekingenliğini daha da arttırır.
4. Bulbul
Bir gamlı hazÂnın seherinde,
IsrÂra ne hÂcet yine bulbul?
Bil, kalbimizin bahcelerinde,
CÂn verdi senin soylediğin gul.
Savrulmada gul şimdi havada,
Gun doğmada bir başka ziyÂda.
İstanbul ’da bir muddet mahalle mektebinde okuyup Turkce oğrenmeye başladıktan sonra 1897 ’de Galatasaray Sultanîsi ’nde yatılı olarak eğitimine devam eder. HÂşim ’in sanat ve edebiyata ilgisi de bu okulda başlar.
5. Havuz
Akşam yine toplandı derinde…
Canan guluyor eski yerinde
Canan ki gunduzleri gelmez
Akşam gorunur havz uzerinde,
Meh-tab kemer taze belinde
Ustunde sema gizli bir ortu
Yıldızlar onun guldur, elinde…
Annesini kaybetmesinden birkac yıl sonra dilini, geleneklerini, insanlarını hic tanımadığı bir şehirde ve yeni bir okulda yatılı okuyor olmasının verdiği huzun onu iyice icine kapanık yapar. Ustelik okul arkadaşlarının yeni oğrendiği Turkcesi ve Fransızcasının telaffuzuyla alay ederek ve “Arap Haşim” diyerek yabancılığını yuzune vurmaları da cabası olur.
6. Karanfil
YÂrin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil,
Ruhum acısından bunu bildi.
Duştukce vurulmuş gibi, yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler,
Gonlum ona pervane kesildi.
Galatasaray ’da okurken derslerine giren ve şiirlerinde etkisi gorulen hocası Tevfik Fikret ve onun dahil olduğu Servet-i Funun akımından hoşlanmadığı icin onu kotuleyen yazılar yazar. Ama yazdığı olumsuz bircok yazısının ardından kendisine aynı şekilde karşılık verilmediği icin “Bu kusurum (dedikodu) icin kendimi mudafaa kuvveti artık bende yok” diyerek ozur mektupları yollar.
7. Karanlık
Aşkın bu karanlık gecesinde
Bulbul yine vahşi muterennim
Mecnûn ’u terk etti mi LeylÂ?
Vahşî sesi firkat sesi sandım.
Aşkın bu karanlık gecesinde,
HicrÂnımı duydum, seni andım,
FirkÂtzede bulbul gibi yandım
(muterennim: guzel sesle şarkı soyleyen, firkat: ayrılık, hicran: ayrılık )
Ahmet Haşim, henuz on beş yaşında iken “LeyÂl-i Aşkım” adında ilk şiirini yazar. Ardından şiirlerin devamı gelir ve dergilerde yayımlanmaya başlar şiirleri. Şair bu yıllarda Cenap Şahabettin ve Tevfik Fikret gibi edebiyatımızın onemli isimlerinin yanı sıra son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri okuyup tanımaya başlar.
8. Parıltı
Ateş gibi bir nehir akıyordu
Ruhumla o ruhun arasından
Bahsetti derinden ona halim
Aşkın bu unutulmaz yarasından.
Vurdukca bu nehrin ona aksi
Kactım o bakıştan, o dudaktan
Baktım ona sessizce uzaktan
Vurdukca bu aşkın ona aksi…
II.Abdulhamit ’in devrilip 1908 Anayasasının ilanından sonra, Servet-i Funun dergisinin cevresinde toplanan genclerin kurduğu Fecr-i Âti topluluğu, en fazla “Fransız sembolizmi” uzerinde calışarak; “Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek” ilkesini benimseyen Ahmet Haşim gibi buyuk bir şairin doğmasına olanak hazırlar.
9. Şafakta
Donsek mi bu aşkın şafağından
Gitsek mi ekÂlîm-i leyÂle?
Bizden daha evvel erişenler
Ağlar bugun evvelki hayÂle.
Donmek mi? Ne mumkun geri donmek
Duştuyse gonuller bu melÂle?
Bir eldir ufuklardan uzanmış
Zulmet bizi cekmekte visale…
(ekÂlîm-i leyÂl: gece iklimleri, melal: keder, uzuntu, zulmet: karanlık, visal: kavuşmak)
Okul sonrasında Ahmet Haşim, bir sure memurluk yapar. Bir yandan da Mekteb-i Hukuk ’ta eğitimine devam eder. Daha sonra Fransızca oğretmenliğine atanınca memurluktan ayrılır ve hukuk eğitimini de sonlandırır. Tamamıyla edebiyata yoğunlaşan Ahmet Haşim, bu donemde siyasetten de bir hayli uzak durur. Birinci Dunya Savaşının baş gosterdiği yıllarda yedek subay olarak gorev yapar.
10. SuvÂri
Şu bakır zirvelerin ardından
Bir suvÂrî geliyor kan rengi.
Başlıyor şimdi melûl akşamda
1911 ’de yayınlanan Gol Saatleri adlı kitabıyla haklı bir şohret kazanan Ahmet Haşim, Fecr-i Atî topluluğu dağıldıktan sonra her turlu siyasî ve edebî akımın dışında kalıp, kendine ozgu bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak sanat hayatına devam eder.
11. Tahattur
Bir Acem bahcesi, bir seccÂde,
Dolduran havzı ateşten bÂde…
Ne kadar gamlı bu akşam vakti…
Bakışın benzemiyor mu ’tade.
Gok yeşil, yer sarı, mercÂn dallar,
Dalmış ustundeki kuşlar yÂda;
Bize bir zevk-i tahattur kaldı
Bu sonen, golgelenen dunyÂda!
(bade: şarap, mutÂd: her zamanki, zevk-i tahattur: hatırlama zevki)
Bu arada bobreklerinden rahatsız olan Ahmet Haşim, hastalığının iyice ilerlemesi uzerine 1932 yılında tedavi icin Frankfurt ’a gider ve buradaki anılarını Milliyet gazetesinde yayımlar. Bir muddet sonra tedavisini yarıda bırakarak Turkiye ’ye geri doner. Gazetede cıkan yazılarını “Frankfurt Seyahatnamesi” adı ile kitap haline getirir. Kendisini “Şairlerin en garibi” olarak adlandıran Ahmet Haşim 1933 yılında dunyaya veda eder.
12. Yarı Yol
Nasıl istersen oyle dinle, bakın:
Dalların zirvesindeyiz ancak,
Yarı yoldan ziyÂde yerden uzak,
Yarı yoldan ziyÂde mÂha yakın.
(mah: ay)
Ahmet Haşim ’in şiiri adeta bir tablo gibidir. Karamsarlık ve yalnızlık onun vazgecilmez temalarıdır ve Haşim, bu temaları sonbahar ve akşam kızıllığı gibi ceşitli simgelerle şiirlerine yerleştirmiştir. Bu nedenle onun şiirinde ahenk buyuk bir oneme sahiptir.
13. Bir Yaz Gecesi Hatırası
İşveyle, fısıltıyla, guluşle
Olmuş şeb-i sevda yine bî-hÂb
Oklar gibi saplanmada kalbe
Duştukce semadan yere mehtap…
Buseyle kilitlenmiş ağızlar
Gozler neler eyler neler işrap! …
Ucmakta bu ateşli havada
Vuslat demi bir kuş gibi bitap…
(şeb-i sevda: sevda gecesi, bî-hÂb: uykusuz, israp: ustu kapalı anlatma, vuslat: kavuşma, dem: an, bitap: yorgun)
Haşim ’in şiirlerinde hÂkim olan duyguların başında cocukluk anıları, aşk ve tabiat gelir. En cok kullandığı zaman dilimi; guneşin batışı yani “golgelerin suya inip, kuşların uykuya yattığı” vakittir. Ve o saatlerde dunyasını saran kızıllık en sevdiği renktir.
14. Gelmeden Evvel
Kalbim
Benim bir ormandı,
İsimsiz, Âsude,
Bir buyuk orman;
Ve golgelerinde revan
Olan hafi suların aks-i şevk-i muttaridi
Dağıtırken sukutu bî-hûde,
Duşunurdum ki hangi gun, ne zaman,
Ne zaman
Girecektin o kalb-i mes ’ude?
( Âsude: dingin, revan: akan, hafi: gizli, aks-i şevk-i muttarid: surekli coşkulu ses, bî-hûde: boşuna)
Cocukluğunu Dicle kıyılarının romantik ve boğucu sıcak atmosferi icinde yalnız yaşayan şair, bir de cirkin olduğuna inandığı icin yuzlerin, şekillerin ustunun golgelerle ortulduğu akşam saatlerini bu nedenle cok sever.
15. Sonbahar
Bir taraf bahce, bir tarafta dere
Gel uzan sevgilim benimle yere
Suyu yakuta donduren bu hazan
Bizi gark eyliyor duşuncelere.
Haşim ’e gore kendisi “İri ve yağlı bedeni uzerinde duran koca kafası, kısacık boynu ve yuzundeki yara iziyle bir ucubeyi andıran, cirkin sesli zavallı bir adamdır” ve kendisinde zerre bulunmadığını duşunduğu guzellikten de bu nedenle nefret eder. Haşim butun hayatını, anlaşılamamış olduğunu duşunerek ama inatla anlatmaktan vazgecmeyerek yaşar.
16. Orman
Su değil, mevsimin havası akan
Duyduğun yaprağın, dalın sesidir
Suda yıldızların parıltısıdır
Bu karanlıkta bazı bazı cakan…
Kadınlarla ilişkisine gelince, şair kadınlardan ya korkup kacmış ya da ani duygu kabarmalarıyla saldırgan bir hal almıştır. Evlenip bir yuva kurma hayalini hayatı boyunca taşıyan Haşim, guzel ve zengin bir kadınla evlenerek mutlu bir yuva kurmayı hayal etmiş; ancak, aşk hayatını “Beni sevenlerin hepsi guzel fakat zuğurttu. Sevdiklerimin hepsi de zengin fakat bana kayıtsızdı. Hem zengin hem de bana ilgisi olan kızlar tanıyorum ki maalesef onlar da cirkinlerdi” sozu ile ozetliyordu.
17. Merdiven
Ağır, ağır cıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde guneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semÂya ağlayarak…
Sular sarardı… yuzun perde perde solmakta,
Kızıl havÂları seyret ki akşam olmakta…
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar guller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bulbuller,
Sular mı yandı, neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisÂn-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havÂları seyret ki akşam olmakta…
(muttasıl: surekli, lisan-ı hafî: gizli dil)
Divan Edebiyatı kulturunu de şiirinde kullanan Ahmet Haşim, faklı bir şiir yaratarak bircok şairi etkilemeyi başarmıştır. Şiir dışında yazdığı, gezi yazılarında, denemelerinde ve fıkralarında ise sade ve anlaşılır bir dil kullanmıştır