
Kabataş ’a inerken İstanbul ’un gri gokyuzune duşmek, sahildeki o bankın yalnızlığına yanlamak, bir martının gozunun sarısında kendini gormek, aynı denizin suyunda, aynı gri gokte, aynı martının gozunde kendini Lizbon ’da bulmak. Yarı yıkılmış ateş tuğla duvarın dibinde bir banka oturmak, aynı denizin ayazında kemikleri sızlatırken kendini gormek.
Şehre olan bağı icin “Lizbon ’a gonullu surgunluk” dermiş Fernando Pessoa. Doğduğu ve yaşamının onemli bolumunu gecirdiği bu şehrin sokaklarında suzulmuş. Titrek sokak lambalarında, koşebaşı restoranlarında, martıların gozunde bulmuş kendini. Yani aslında bulamamış.
Tutunamayan, tutunamaz takılan, tutunamamaktan pirim yapan her martının ilk konduğu banktır Huzursuzluğun Kitabı. Oyleyse lafı daha da eğip bukmeden, Lizbon ’dan dunyaya esen huzursuz kalbe verelim kulağı. Uzatmayalım, cunku “Butun aşırıya kacan sozler, butun aşırıya kacan duygular elbette ki gulunc.”
Ne var ki her şey kusurludur ve en guzel gunbatımının daha guzeli…
… bize uykuyu getiren hafif yelin daha huzurlusu hep vardır.
Nasıl yaşadıysam oyle oleceğim, kenar mahallenin birinde…
…bir eskicide, alıcısı bulunamamış mektuplara duşulmuş notların arasında kiloyla satılacağım.
Kimseyle alay etme, asla kimseyi gulunc duruma duşurme, kalbinin en ucra koşesinde bile yapma bunu…
… İnsan yaşamı alaya alınmayacak kadar huzunlu ve ciddidir.
Kalp duşunebilseydi, atmaktan vazgecerdi
Yaşamayı bilmeden yaşayan bizlere, her şeyi reddetmekten başka hayat tarzı, dunyayı seyretmekten başka yazgı kalıyor muydu?
Japon cay fincanlarımdan birisi kırıldığında, gercek nedenin bir hizmetcinin ozensiz ellerinin değil…
… o porselenin kıvrımlarına yerleşen desenlerin kaygıları olduğunu duşunurum.
Âşık olmak yalnızlıktan usanmaktır; bu yuzden bir korkaklıktır, kendimize ihanettir
Gecmişim, olamadığım her şeydir. Hep uyanmanın sınırındaymışım gibi hissediyorum.
Butun yaşamım boyunca kendimi uyumsuz hissettim; en yuce şeyler karşısında bile…
…Ben kendimi, kendimin bir fikri olmaktan başka turlu asla algılamadım.
İnsanoğlunun kusursuzlaştırılabileceğine inanmak ne buyuk bir trajedi
Ya inanmak, ya o nasıl bir trajedi!
Diyelim ki, beni boğmakta olan bir eli boynumdan sokuyorum…
O eli sokup atan kendi elimin, beni kurtarırken boynuma bir ip gecirdiğini fark ediyorum. İpi boynumdan dikkatle cıkarıyorum, ama bu kez de kendi ellerimle boğazımı sıkmama ramak kalıyor…
Pek cok gemi, pek cok limana uğrar…
… Ama bir gemi bile yoktur ki hayatın ıstıraplı olmadığı bir limana uğrasın.
Birey, devletten ve toplumdan (daha) ahlaklıdır. Toplum bir lanettir…
… İnsan savaştan, fuhuştan nefret ederken , vatandaş onları sever, yeşertir. Başkaldırma ve isyan hakkı. Birey, aile icinde alcakgonulluğu sever; vatandaş ondan nefret eder, ahlaksızlığı sever.
Bonus Butun yaşamım boyunca kendimi uyumsuz hissettim; en yuce şeyler karşısında bile. Oysa tum diğer şeylere, en alcaklarına bile uyum sağlayabiliyordum. Boylece kendime ikili bir kişilik yarattım; bunun iki kolu da aynı olcude yanlış. işte bu yuzden kendimi bulamıyorum. başkalarıyla nispeten iyi gecinen nukteli insanın ardında, ben, olu sanatcıyım ve hatta gercekte bu bile değilim. Olmak istediğim şeyi, butunuyle olabileceğime inandığım şeyi gorduğumde; ve bugun olduğum şeyi gozlemlediğimde, sanki ruhumu yitirmişim gibi, sonsuz bir kaygı caresizce başıma uşuşuyor.