
Knut Hamsun hem ulkesi Norvec hem de dunyada her donem tartışılan yazarlardan oldu. Tartışılmasının iki onemli ayağı vardı. İlki o gune kadar rastlanmayan tarzda yazdığı guclu kalemi, ikincisi ise Nazi hayranı ve destekcisi olması. Yazarın ilk romanı olan Aclık (Sult) mutlaka okunması gereken temel eserler arasında gelir. Hamsun, 1920 yılında Nobel Edebiyat Odulunu de kazandı.
Knut Hamsun ’un “Mucadeleci Hayat” kitabından alınan İstanbul gezisi, “İstanbul ’da İki İskandinav Seyyah” adıyla YKY ’dan basılmıştı. Bu hayli ilgi cekici derlemedeki ikinci yazar da Andersen. Biz bu gezilere Knut Hamsun tarafından bakalım dedik. Bilinc akışı ve ic monologlar gibi psikolojik tekniklerin oncusu olan Hamsun ’un, Thomas Mann, Stefan Zweig, Hermann Hesse gibi yazarlara ilham verdiği duşunuluyor. Boyle bir yazarın elinden Osmanlının son donemlerini, padişahı bizzat gorduğu bir gecit torenini, Turkleri, Kurtleri, Ermenileri, boğazı, Eyup ’u, Kapalıcarşı ’yı okumak hayli ilgi cekici.
Yazar, kimi zaman tasvirleriyle gulumsetirken, kimi zaman da Sarayburnu ’nda oturup saatler boyunca denize bakan insanımızın hayata karşı meraksızlığına laf carpıyor. İstanbul ’da İki İskandinav Seyyah, hem tarih hem de gezi dilinden hoşlananlar icin bulunmaz bir nimet. Kitap yazarın vapurla İstanbul ’a girişiyle başlıyor. Şehre daha girerken Hamsun ’un notları dokulmeye başlıyor…
“… yoksa biz Turkiye ’de değil miyiz? Ben otuz senedir beceriksiz sultanlar tarafından iflasın eşiğine getirilmiş bir memlekete dair yazılmış yazıları okumaktayım.
Halbuki vapur, bağlık bahcelik kucuk şehirlerin ve gullerin kıpkızıl parıltısıyla gozumuzu alan bir masal dunyasında yol alıyor. ”
Aramızda Turkiye saatinin kac olduğunu bilen yok…
…Yanımda İngiltere ’de burslu olarak ekonomi tahsili gormuş bir Japon duruyor. Bu yolculuğu daha evvelce de yapmış olan bu zeki, ufak tefek beyin her sozu altın kıymetinde. Saati soruyorum. Parmağıyla kaleyi işaret edip, şimdi soylerim size, diyor. Bayrak direğine doğru giden şu askeri goruyorsunuz değil mi? Gozunuz onun uzerinde olsun.
Aniden duyulan işaret atışıyla, direğin yanında hazır bekleyen asker bayrağı gondere cekmeye başlıyor. Saat altı, diyor Japon, gurup vakti!
Arkamızda Karadeniz yemyeşil ve sakin uzanıyor. Gurup vakti; guneş batarken ufuk cizgisinin en dibinde kan ve altın karışımı bir kuşak alev alıyor….
Gok kubbenin altında başka hicbir yerde boylesine bir renk cumbuşu gorduğumu zannetmiyorum ve başka hicbir şeyin de Tanrı ’nın yaptığı kadar guzel olamayacağını hissediyorum.
Vapurumuz Boğaz ’ı gecmeye başlıyor, Boğaz ’ın iki yakasında arka arkaya sıralanmış kucuk şehirlerin onunden birer ikişer dakikalık fasılalarla geciyoruz…
Esasen hepsi tek ve aynı şehir demek daha doğru olacak. Sahile o kadar yakınız ki, karada olup biten her şeyi gorebiliyoruz. Gorduklerimiz, duşunduklerimizden cok farklı. Yoksa biz Turkiye ’de değil miyiz? Ben otuz senedir, beceriksiz sultanlar tarafından iflasın eşiğine getirilmiş bir memlekete dair yazılmış yazıları okumaktayım. Halbuki vapur, bağlık bahcelik kucuk şehirleri ve gullerin kıpkızıl parıltısıyla gozumuzu alan bir masal diyarında yol alıyor.
Vapurumuz hız kesiyor, Konstantinopel artık karşımızda.
Buyuk devletlerin sefaretleri, geniş arazilare kurulmuş kışla benzeri mimarileri ve kaba cusseleri ile manzaraya tahakkum ediyorlar.
Sonra minareleri goruyoruz…
Turkiye ’nin payitahtı uc denizin, Marmara Denizi, Altın Boynuz ve Boğaz ’ın birleştiği yerde kurulmuş. İki kıtanın arasına yerleşmiş, iki yakasında tabiat harikası tepeler ve eteklerinde deniz olan bu şehrin dunyada bir benzeri yoktur. Konstantinopel, her ne kadar Moskova ’nın rengarenkliğine, kırmızı, yeşil ve yaldızlı kubbelerine sahip değilse de, Moskova ’da olmayan bir şey var burada: Semaya yukselen beyaz minareler.
Hava hafif aydınlanmaya başladığında palmiyeler ve selvileri seciyoruz…
Pera tepelerinin gerisinde birdenbire bir aklık beliriyor ve guneş şehrin minareleriyle Altın Boynuz ’un uzerine doğuyor.
Turkler yabancılara rehberlik yapmıyorlar.
Yabancı rehberleri ya Rum, ya Ermeni, ya da Yahudiler. Turk, şehri cevreleyen uc denizde kurek ceken sandalcı, hammal, amele olabilir ama turistlere hizmet etmez.
Eyub mezarların dunyası, servilerin, cınarların ve ciceklerin dunyası.
Etrafta camiler, olum mabedleri, turbeler, mezar taşları. Ve her yerde huzur. Serviler kıpırtısız, dimdik kuleler gibi, palmiyelerin yaprakları ruzgarda hafifce titreşiyor, başkaca ses işitilmiyor.
Ayasofya ’da her şey masif ve ağır. Taa tepede, kubbelerin altında insanlar ip merdivenlere tutunmuş catıyı tamir ediyorlar.(O donem de tadilat var)
Kucucuk cocuklar gibi gorunduklerine bakılırsa aramızdaki mesafe hayli fazla; yukarı doğru incelip,uzanarak goz yanıltan hicbir sutun ve kemer bulunmadığından kubbenin ne kadar yuksek olduğunun farkına varamamışız.
Bu ulkede gecinmek oldukca ucuza maloluyor; bir dilim ekmek, bir soğan ve bir yudum incir şerbeti bir Turk icin bir oğun yemek sayılabilir.
Turk, iş oncesi ve sonrası da kahvehaneye gelir. Yahut da bir cami avlusunda, golgede oturup, hayal dunyasına dalar.
Avrupa ’nın bu kadar yakınında yaşayan bir halk, kendini telaşa kaptırmamakla ne kadar iyi bir şey yapmış oluyor!
Şimdi şurada yirmi adam sedirlere uzanmış, fabrikalara, burolara koşturup yorulmaktansa, sabahın keyfini cıkarıyor. Bu insanlar neyle gecinir? Kalkıp gidenlerin yerine durmadan yenileri geliyor. Hepsinin de sabah keyfi yapmaya vakitleri var gibi.
Meraklılık Şarklıların tenezzul etmedikleri bir davranıştır;
Şark ’ta pek cok dukkanda alışveriş yaptık, bize kahve ve sigara ikram edildi, ancak alışveriş tamamlandıktan sonra, dukkan sahipleri nereden gelip nereye gittiğimizi sordular, daha da fazlası onları alakadar etmiyordu.
Vapurdaki Japon bir yıl kadar beraber calışacağı Turk ’e cok acıyor.
Turk oylesine geri kalmış ki; Turk ’un oğrenmemekte bu kadar ısrar etmesini insanın aklı almıyor değil mi?
Tahta bir sopaya gecirilmiş, tahta bir cubuk (saban). Peygamberin olumunden bin beş yuz sene sonra hala, ziraat aleti sayılabilir mi bu?
Yankee ’lerin (Amerika) ulkesinde bir ciftci bu tuhaf aleti işaret ederek, şu sabana bakın! Amerika ’da bizim sabanlarımız celikten yapılmıştır, tekerleklidir, iki at tarafından cekilir, der. Turk ciftcinin iki atı yoktur tarlasını surecek, okuzunu koşar sabana. Tahta sopaya gecirilmiş, tahta cubukla toprağı, tohum ekmeye kafi gelecek kadar altust etmeyi başarır. Hedefe ulaşılmıştır. İki at ve celik sabanla gercekleştirilen modern, rasyonel ziraatte ise topraktan azami faydadır mevzubahis olan; bir ekilir, altmış bicilir. Ama Turk ciftcisi toprağın verdiğinden fazlasını beklemez tarlasından. Kanaatkardır. Cok az şeye ihtiyac duyar; bir dilim ekmek, bir soğan ve bir yudum incir şerbeti bir oğun yemektir ona.
Konstantinopel ’den cıkıp karadan Bursa şehrine giderken mumbit topraklardan, ormanlardan, buğday tarlalarından ve bağlardan gecilir.
Ancak halkın evleri de ust başları gibi oldukca pejmurdedir. İklim bu tur giyim kuşama musaittir tıpkı başka iklimlerin sazdan kulubelerde yaşamaya, incir yapraklarıyla ortunmeye musait olduğu gibi.
Yabancı bir dergi son Ermeni isyanı cıktığı sırada Payitahtta vazifeli bulunan yuksek dereceli devlet memurlarından % 25 ’inin Ermeni asıllı olduklarını bildiriyordu.
Demek ki İslam ’ın Halifesi butun kuvvetini Hıristiyanları yok etmekte kullanmamış, devlete duşmanlık gostermeyenleri bir kenara ayırmış. Turk devletinde en kuvvetli kimseler Hıristiyan Ermeniler ve Rumlardır. Sultanın başmabeyincisi Ermenidir. Turk diplomatlarının yarısı Rum asıllıdır. Muhim vazifelerde bulunanlar arasında Berlin Sefiri merhum Aristarchy Bey sayılabilir.
Bonus: Hamsun yazılarında Arnavutlar, Kurtler, Rum ve Ermenilerle ilgili goruşlerine de yer veriyor
Unlu yazarın kendi ulkesi de dahil olmak uzere azınlıklara karşı pek de hoşgorulu olduğu soylenemez. Guclu kaleminin yanında Yahudi karşıtı goruşleri ve Nazi hayranlığı bilinmektedir. Ulkemiz seyahatinde de yer yer hem Turkler hem de Osmanlı donemi Kurtleri ve Hristiyanları ile ilgili pek de ic acıcı olmayan goruşlerine yer verir.
Hamsun, kazandığı Nobel ’i Nazi Propaganda bakanı Joseph Goebbels ’e hediye etmiş bir yazar. Norvecliler o gune kadar ovundukleri yazarlarına daha fazla tahammul edemeyerek ellerindeki butun Knut Hamsun kitaplarını yazarın evinin bahcesine atarak onu protesto ettiler. Hamsun ’un uzuntusunden bir daha evinden dışarı cıkamadığı soylenir. Yine de bu kitap donemin Osmanlı ve İstanbul tasvirleri icin bulunmaz bir kaynak. Eserde padişahın Yıldız Sarayı ’ndan Cuma namazı icin cıkış toreni gibi hayli detaylı acıklamaları da okumak mumkun.
Bonus 2: İstanbul ’da İki İskandinav Seyyah
Baskısı bulunmayan esere şuradan pdf olarak ulaşmanız mumkun.
Bonus 3: Knut Hamsun Kitapları