
Yaşar Kemal ’in hayatı, yapıtlarının da otesinde bir duruşla kendini her zaman icin var edebilmiştir. Edebiyat yaratımı da aynı var olma meselesinin icerisinde yer almaktadır. Romanlarında, oykulerinde, roportajlarında, denemelerinde ve sair butun duşsel eylemlerinde Yaşar Kemal; toplumun ve toplumun yaşadığı coğrafyanın her karışında ses olmuş, ses vermiştir. Cunku her şeyin otesinde insan olabilmenin temel odevi, anlamak ve anlatmakla tamamlanabilmektedir.
4 Ekim 1981 tarihinde Fransa ’nın Le Monde gazetesinde yayınlanan soyleşi, aslında Yaşar Kemal ’in kendisini ve duruşunu bir kez daha hic cekinmeden ortaya koyduğunun kanıtıdır. Zulfu Livaneli ’nin “Gozuyle Kartal Avlayan Yazar: Yaşar Kemal” kitabında “Yaşar Kemal ve Turk Halkının Epopesi” başlığıyla yayınlanan metinden, altı cizilesi satırları listeledik.
“Ben Cukurova kokenliyim. Cukurova ’yı taşıyla, toprağıyla bilirim. Yore halkını, sorunlarını cok yakından tanırım…”
“…Bildiklerimi ve duyduklarımı yazdım. Fakat koy yaşantısının bir dokumunu yapmıyorum. Ben koylerden cok, kentlerde yaşadım. Burjuvalar, emekciler, balıkcılar… Her meslekten ceşitli kişiler ile karşılaştım…”
“Edebiyata gelince, bu alanda karşımıza halk edebiyatı cıkar. On ucuncu yuzyılda Yunus Emre ile başlayan bir başkaldırı geleneği NÂzım Hikmet ’le gunumuze dek gelmiştir…”
“…İlginc bir istatistiğe Turkiye ’de on ucuncu yuzyıldan bu yana 38 unlu Turk şairi oldurtulmuştur! Şu bir gercek ki, Anadolu edebiyatı ve şiiri her şeyden once Anadolu halkının başkaldırının sesi oluyor…”
“Gunumuz Turk edebiyatının okulu hapistir. İlk koy romanı yazarımız Sabahattin Ali de oldurtulmuştur…”
“…Kemal Tahir 15 yıl, Aziz Nesin 5 yıl, yaşayan en buyuk şairimiz Ahmet Arif 5 yıl, ulusal ozanımız Ruhi Su 5 yıl hapiste yatmışlardır. Ben de bu cizgide yer alıyorum. Ve kendimi Mahmut Makal dışında, romancı olan ilk Turk koylusu olarak goruyorum. Koyum, icinde yetiştiğim yore, ozanların, şairlerin yoresidir: Buradan gelip gecen buyuk ozanlar capcanlı bir şiir birikimi, şiir geleneği bırakmışlardır. Ben bu gelenek , bu birikim icinde yoğruldum. Sekiz yaşındayken, koylerde şiir okurdum…”
“Dunya edebiyatını da yakından izledim. Tolstoy, Cehov ve Dostoyevski ’yi 20 yaşımda okudum…”
“…Dunya edebiyatıyla kendi koklerimi birleştirmeye calıştım. Faulkner ve Stendhal benim icin ozel onemi olan iki yazardır. Stendhal, epiği en iyi anlamış kişidir. Bir roman yazmaya başlamadan once, iki yazarı okumaya kendimi yeniden zorlarım: NÂzım Hikmet ’i dilimi canlı tutmak icin, Stendhal ’i, romanımın psikolojik sınırlarını genişletmek icin….”
“Bazı gercekleri, yazarken keşfediyorum. Demirciler Carşısı Cinayeti ’ni yazarken de boyle oldu…”
“…Kapitalist duzenin Cukurova ’ya getirdiği belaları daha iyi sezdim. 30 ’lu yıllara kadar bu ovada toprağa gereken değer verilmedi. Toroslar ’dan gelen koyluler ovadaki calıların koklerini cıkarıyorlardı. Cıkarılan her kok bir başarı, bir utkuydu koyluler icin. 1949 yılında ovaya yuzlerde traktor girdi. Bu traktorler vayı dumduz ettiler. Ovanın doğal ortusunden ortada hicbir şey kalmadı…”
“Her cağda, insanlar zayıf, umarsız zamanlarında kendilerine sığınacak kişiler, dunyalar yaratırlar…”
“…Yemek-icmek kadar onemli bir gereksinmedir bu. Orta Anadolu ’da, Goreme ’de oteden beri, insanlar ısınmak, aydınlanmak icin yakacak bir şey bulamamışlardır: Bu bozkırlarda ne odun ne de yağ bulunur. Guneş batımından sonra zifiri bir karanlık kaplar etrafı. Karanlık insan soyunu her zaman korkutmuştur. Oysa bu bolgede topladığım tum efsaneler ışıktan soz eder. Doğaustu ışıklar ararlar ve bulurlar… Her yer aydınlıktır. Burası bir ışık cennetidir…”
“Boceğiyle, kelebeğiyle kartalıyla insan ic ice yaşıyordu artık Cukurova ’da…”
“…Orada kartallar yığınak yapıyorlardı. Kartallar uctuğu zaman gok gorunmez olurdu. 1957 yılında bu kartalların bir tanesi bile kalmadı. O sıralarda , at vebası salgını cıktı. Atlar oldukce, leşleri ilaclıyorlardı. At olulerini yiyen kartallar da zehirlenerek olduler. At oluleri… Kartal oluleri… Cukurova ’yı ovalıktan cıkardılar…”
“Doğanın yağmalanmasına karşı bir ofke gosterilecekse, bunu edebiyatcılar tum şiddetleri ile yapmalıdırlar…”
“…Duygusallık değil, ofke gerekli. Dunya edebiyatına bakarsak insanın benliğini aşan bir ofkeyle, bir haykırışla karşılaşırız. Shakespeare, Euripides, Homeros ’a bakın. Sanat eseri bir şiddettir. Bana kalırsa, cağımızda en iyi Dostoyevski yansıtıyor bu şiddeti. Doğa bir manzara, bir sus değil. Doğa, insanın canı, kanı gibi…”
“Romanın yapısı, dili hep bu doğa ilişkisiyle ic ice olmalıdır…”
“…Kimi kez cok uzun cumleler yaptığımı soyluyorlar. Yakından bakılacak olursa butun bu uzun cumleler doğayla ilgili. Denizi betimleyen bir dil, bir atın şahlanışı icin kullanılan dile benzemez. Dilin, ritmi, uyumu, muziği, doğaya olan başkaldırışı, sevinc haykırışını, cılgınlığı vermeli. Doğanın ritmi değiştirkce yaşamın ritmi de değişir…”
“Ben de bir koylu olarak, kendimi kentin ortasında buldum…”
“…Son romanlarım hep kent uzerine. Demirciler Carşısı Cinayeti değişim halinde olan feodal Anadolu ’yu, Cukurova ’nın sanayileşmesini anlatıyor. Hic derisini değiştiren bir yılan gordunuz mu? Yılanın derisini değiştirmesi tam bir trajedidir. Edebiyatımız, Turk toplumunun bu acılı ve trajik değişimlerini yakından izlemelidir. Eserlerimizde insana değer verdiğimiz surece kent uygarlığında da yerimiz olacaktır.”