Herkes hayatının belirli donemlerinde buhranlı zamanlar yaşayabilir. Oyle zamanlarda insanın bazı şeyleri itiraf edemediği, icine kapandığı, fazla konuşmamaya başladığı, hatta konuşamadığı şeyleri yazıp bir nebze de olsa rahatladığı olmuş ve bu tur şeyleri de coğu seferinde kendi kendine icsel bir yolculuk ile sonuclandırmıştır. Bu tur zamanlar geciren birini ise hepimiz cok yakından tanıyoruz. Vurdulu-kırdılı Turk filmlerinin mihenk taşı Cuneyt Arkın. 18 yaşına basınca okuması şartı koymuş. Cuneyt Arkın eşi Guler ile anlaşmazlıklar yaşadığı bir donemde Cuneyt Arkın ’ın hakkında cıkan aşk dedikoduları sebebiyle iyice stresli gunler gecirir.Bu gunleri ise eşi Guler ’in Levent ’teki evlerini terk edip babasının Suadiye ’deki evlerine geri donmesi izler. Araya hatırı sayılır tanıdıklar ikiliyi barıştırsa da gece kulubunde cekilen bir fotoğraf yuzunden Guler Hanım evlerini ikinci kere terk eder.Bu donemlerde kendi icine kapanan Cuneyt Arkın kızına bu duygusal mektubu bırakır. Mektubu kızına vermek icin tek şartı ise 18 yaşına basınca okumasıdır. Merak edenler icin zarfı bu kez de biz acıyoruz.
Canım yavrum Filiz ’im. Sana bunları yazmamın bir sebebi var. Bugun 10 Mart 1968, Kurban Bayramı ’nın birinci gunu. Bugun yine annen seni bana gostermedi. Telefonları yuzume kapıyor, mektuplarımı okumuyor.
Senden ayrılalı iki ay oldu. Seni bin yıl gormemiş gibi ozledim. Artık tatlı yuzun, yavaş yavaş hafızamdan siliniyor, goğsume dokunan o kucucuk elinin sıcaklığı azaldı. Gunlerdir cehennemin dibindeymiş gibi acılar icindeyim. Nedense bayram insanları daha hassas yapıyor. Akşama kadar sokakta balon ucuran cocukların cığlıklarına kulaklarımı tıkadım. Bin kere adını fısıldadım, bin kere Allah ’a dua ettim seni bana gostersin diye. Korkular icinde sana geldim. Bana kapıyı acmayacaklarını bile bile…
Eve karı-koca iki dostumu gonderdim. Ben de koşede bekledim. Kadın hamileydi. Yuzu cilli, şefkatli bir cocuk beklemenin mutluluğu icindeydi. Ama benim kadar korku icindeydiler, benim kadar uzgunduler.
Teyzelerin onları kovmuş, annen, seni pencereden olsun gormeme razı olmamış. Sen teyzenin kucağındaymışsın, mavi dantelli bir elbisen varmış, tatlı tatlı guluyormuşsun, yaramazlık yapıp utanıyor, sonra başını saklıyormuşsun.
Cocuğum, bir babadan cocuğunu hangi kuvvet ayırır, buna hangi yurek razı olur? Hangi kotuluk boyle bir sevgiyi yener. Butun duygularım olmuş gibiydi donerken. Dunyanın butun kurşunları yureğime sıkılmış gibiydim.
Bir annenin katılığını, duygusuzluğunu, gaddarlığını neyle izah edecektik? Yanımdakilerin gozlerinde bir acı izah vardı.
Denize yaklaşmıştık, deniz kapkaraydı. Arabayı durdurdum, her şey kararmıştı, onlara bakamıyordum, hicbir kimseye, hicbir tarafa bakamıyordum. O akşam yatakta, bir zamanlar beni olecek kadar seven annenin şimdi neden duşmanım olduğunu, bu kotu duygunun doğuşundaki rolumuzun derecesini uzun uzun duşundum. Ve, kucucuk hayatını yaralayan bizleri eşit suclaman icin sana her şeyi anlatmaya karar verdim. Cunku gun gelecek annen ve benim hakkımda binlerce şey duyacak, okuyacaksın. Ve hep bunları başkaları yapacak ve sen hakkımızda bunlara gore karar vereceksin.
En baştan başlayacağım. Annenle elleri kitap dolu, zayıf, elmacık kemikleri cıkık, uzun saclı, yeşil gozlu bir delikanlı iken tanıştım. Sevgi arıyordum. Anneni buldum, incecik bir yuzu, ufak benekli iri gozleri vardı. Bana her şeyini verdi. Onunla guzeldim.
Toprağımdı, guneşimdi, su uzerinde kayan bir cicek gibi yururdu yanımda. Eskişehir ’de hastalarımı, acımı, kotu yemeğimi paylaştı.
Ah cocuğum! Dunya onun sevgili yuzu icin yaratılmıştı sanki. Sonra garip bir tesaduf oldu. Eskişehir ’e gelen bir film ekibiyle tanıştım. Annenin ve benim Sağlık Bakanlığı ’na 80 bin lira borcumuz vardı. Yaşadığım hayatı umutsuzluğa goturen, beni korkutan, erkek olarak uzen bir sorumluluktu bu borc. O zaman bu umutsuzluk onunde kendimi ortaya koymam gerektiğini duşundum. Annenle karar verdik. Bir yıl mucadele ettim. Annen, kendi ailesine, hatta benim aileme karşı beni korudu, beni yuceltti. Parasızdım. Dedenin evinde kalıyorduk. Bana karşı son derece kibardılar. Ama utanıyordum. Leyla Sayar, Halit Refiğ ve Recep Ekicigil bana yardım etmeye calışıyorlardı.
Duru Film ’e kucuk bir rol icin gunlerce gidip geldim. Resimlerimi cekmek istediler. Beni birisinin onune katıp Taksim Parkı ’na gonderdiler. Artık ona tabi olmuştum. İki yıl doktorluk yapan insan icin delice bir acıydı bu. Ne yapacağımı bilmiyordum.
Odama girerken ceketini ilikleyen 50 yaşındaki hastalarımı duşunuyor, bana gosterdikleri saygıdan utanıyordum. Eve gelip eşyalarımı topladım, annene Anadolu ’ya gideceğimi soyledim. Bana karşı koydu, «Başarmalısın, başaracaksın» dedi. Tekrar cileli gunler başladı. Annen tek gucum, tek dayanağımdı. İlk filmime başladığım zaman icim bomboştu. Subay trenckotum eskimiş, ayakkabılarım su alıyordu. Gunlerimi bir sandvicle geciriyordum. Annen hem operada calışmak, hem okula gitmek zorunda kaldı, ickiye alıştığım, doymamacasına ictiğim gunlerdi. Dunya bana haksızlık etmişti.
Yağmurlu bir gundu, ince trenckotumun altında uşuyordum. Ayaklarım sırılsıklam olmuştu. Evden kahvaltısız cıktığım icin midem acayip bir şekilde kaynıyordu. Paramı saydım, ancak yola yetecekti.
Taksim ’e geldiğimde fırın taze ekmek cıkarıyordu. Bir ekmek aldım ve onu yedim.
Bir gece sabaha karşı annen ağlıyordu. Gozyaşlarına dokundum, sustum. Annen benden şuphelenmişti. Hangi davranışım, hangi sozum onda bu şupheyi uyandırmıştı. Ya da kimler ona tesir ediyordu? Bunda ne dereceye kadar haklıydı, ya da ben sucluydum. Sana bir ornek vereyim. Şu kotu gunler icinde hakkımda bircok dedikodu cıktı, işte bunlardan ucu:
– «Ayrılır ayrılmaz Zeynep Aksu ile evlenecekmişim.»
– «Selda Alkor ile Bursa ’da maceralarımız olmuş.»
– «Evli bir kadınla ilişkilerim varmış.»
İnsanlar başkalarının hayatlarıyla oynamaya, onların mutluluğunu yıkmaya bayılırlar. Benim yureğimin dunyada bundan daha fazla iğrendiği başka şey yoktur.
Annenin son iki yıldır bana gosterdiği korkunc sahnelerde kendisinden cok teyzen Gul ’un ve cevresinin payı vardır.
Sonra iki yıl icinde başarılarım, şohretim, param oldu, imkÂnlarım genişledi. Annende de buna paralel olarak dedikoduların, kıskanclığın etkisinde kalmanın tesiriyle bir yabancılaşma başladı. Benimle bir yere gitmekten rahatsız oluyor, sokağa cıkmaktan korkuyordu.
Beni boylesine yıkan, insan dışı bir calışmaya iten hırsı anlayamıyordu. Bense yorgundum, bin yıl uyuyacak kadar her şeyden usanmıştım. Butun bunları annene anlatamıyordum.
Dort bir yandan kuşatılmıştı. Cevresi, arkadaşları, kardeşi, gazeteler ve sokaklar. Bense korkunc bir savaş icindeydim. Herkes beni yok etmeye hazır bekliyordu. Kovalanan bir hayvan gibi her an tetikteydim. Ve bu cılgın calışma icinde yalnızdım, hic kimse kalmamıştı cevremde. Yorgunluktan deli gibi bir şey olmuştum. Bu savaşın icinde annenin yureğini goremiyordum. Ona fırsat veremiyordum. Hayvanca bencil, yorgun ve gururlu bir erkek rolundeydim. Evet, annenin oc almak isteyen dişi haline gelmesine ben sebep olmuştum.
Şimdi onu suclayayım mı?
Yok cocuğum!
Anneni beni mahkemeye verdiği icin, seni bana pencereden bile olsun gostermediği icin suclayanlara karşıyım. Onu benim kadar kimse anlayamaz. Mahkeme haberlerinde cıkan resimlerindeki şaşkın, biraz oc almışlığın rahat tebessumundeki acıyı yine ancak ben cozebilirim.
Cocuğum bunlar bizim yazımız, kaderimiz. Ama annen bir elini uzatsa kurtulacaktım. Evet, yavrum acı cekiyordum ve yalnızdım. Annenin bende guc bildiği, kıskandığı her şey, şohretim ve param beni bu dunyada yalnız bırakmıştı.
Cunku suclarımda, zaaflarımda samimi idim. Sucluydum, ama sahte değil, icten pazarlıklı değil, cimri değil.
Annenle aramızda buyuk bir ayrılık da Turk sinemasını asla onemsememesinden ileri geliyordu. Ona gore yaptığım butun iş basit, aşağılayıcı bir şeydi. Teyzelerin de aynı şeyi duşunuyorlardı. Bu konuda her an beni uzmekten zevk alıyorlardı.
Yavrum, bir erkeğin işi hayatının en muhim kısmıdır. Gun gelecek sen de anlayacaksın bunu.
Goruyorsun yavrum, anneni kazanmak işimi, işimi kazanmak anneni kaybettiriyordu bana. Yapayalnızdım, yine de anneni delice seviyor ve dayanıyordum.
Annen dışarıda gorev almak istiyordu. Kırklareli ’ne tayini cıktı. «Kendime guvenim gelir, oyalanırım» diyordu. Doğru soylemediğini biliyordum, gitmek istemiyordu ama, «Gitmem gerek» diye dayatıyordu.
Neden gittiğini, neden gitmek istediğini kesin olarak bilmiyordum. Neden razı olduğumu da… Ama o gunler olumume bile razı olacak kadar bezgindim. Tukenmiştim.
Yokluğunun acısını iki gun sonra duydum, ama artık cok gecti. «Bana don» diye yalvarmam lazımdı, ama yapamadım bunu.
Elimin kolumun neden zincirlendiğini, utanc ve azap icinde ona yazdığım guzel mektupları neden yırttığımı, Kırklareli ’ne gidemeyip belki bin kere yoldan neden geri donduğumu yalnız annen ve teyzen biliyor. Ve ileride sen de bileceksin. Ve anneni asla affetmeyeceksin.
Anneni oraya gondermekle bir erkek, bir koca olarak sorumsuz, hatta suclu davranmıştım. Bu suc guzel hatıralar, olum, aşk ve şeref icin oldu. Cunku annenin yaptığını yapmaktansa olmek daha iyiydi. Buraya kadar ben sucluyum. Bunu kabul etmiş, tam bir yıl annene ve asla affetmeyeceğim teyzene taviz vermiştim.
Onların bana icin icin gulmesini bilerek karşılarında gozyaşları dokmuş, ağlama yiğitliğini gostermiştim. Yine de suclu benim. Bir kadının suclarını ve faziletlerini kocası yaratır.
Annen aşkımızın eserlerini yıkmayı, benimle savaşıp beni rezil etmeyi artık gorev bilmişti. Bense hala birleşmemizi ve kotu bahtımıza karşı beraberce karşı koymamızı teklif ediyordum. Cunku annenin nasıl buyuk aşk, bağışlama, verme, toprak kadar sabır, tevekkul ve inanc olduğunu yalnız ben biliyorum. Sanki o benimle doğdu, benimle olecek.
Ah cocuğum!
Annenin benim yanımdan başka bir yerde mutlu olabileceğini bilsem… Buna inanabilsem… Filiz ’im. Bugune kadar sevgime bağlı kalmak icin her şeye katlandım. Bir yerde artık annene de karşı cıkmak zorundayım. Bunca haksızlığa layık olmadığımı ispat etmek istiyorum.
Nedir bu iğrenclikler, sessizce sevmek ve bağışlamak varken. Ben suclarımı ve onun suclarını bilerek geleceğe guvenle, erkekce, dostca, arkadaşca, insanca, yiğitce bakarak yalnız onu seviyorum.
Yalnız onun yarattığı ve yapayalnız bırakmak istediği sevgiyi kurtarmaya calışıyorum. O ise sevgiye bağlı kalmayı kucuk gordu ve şimdi benden daha yalnız.
Artık ona «Allahaısmarladık» diyebilirim.
Baban Cuneyt Arkın, (6 Nisan 1968)
Kaynak; 1