
Oğuz Atay‘ın yarattığı metinler gercek icinde gercek yaratan ve yarattığı gerceği donemsel koşulların da otesinde bir yerde muhafaza ederek yaşatan bir dil kurgusuna sahiptir. Romanlarımızda karşımıza cıkan durum ve bize hissettirdiği cıkmazlar, tam da boylesi bir kurgunun sonucudur aslında. Edebiyat, yarattığı fırsatın icerisinde kendi şansını ararken bir yandan da onu yaratan kişinin hayatına yaslanır. Kurgu da olsa bu daima boyle işlemiştir. Cunku icsel olarak ilerleyen yazı, duşuncenin hicbir evresinden bağımsız değildir.
Oğuz Atay‘ın Babama Mektup aldı metni de tam anlamıyla boylesi bir yerde durur. Kurguyla gerceğin, edebiyatla yaşamın kesiştiği yerde…
“Belki hatırlamazsın ama bugun sen oleli tam iki yıl oluyor. Ne yazık ki bu sure icinde ben daha iyi ve akıllı olamadım; bu fırsatı da kullanamadım…”
“Oysa yıllar once, bazı zamanlar, sen olmasaydın bircok şey yapabileceğimi duşunurdum. Şimdi artık sucun kendimde olduğunu gormek zorundayım…”
“Sana bazı şeyleri anlatamadım. Bir iki yıl daha yaşasaydın ya da dunyaya donseydin – kısa bir sure icin- her şey başka turlu olurdu sanki…”
“Caresizlik yuzunden bircok şeyin anlamı kayboluyor. Sen olmadıktan sonra sana yazılan mektup ne işe yarar? Fakat ben artık bir meslek adamı oldum babacığım.”
“Yakın cevremde seninle ilgili bir hatıramı anlattığım zaman, ‘Ne guzel ’ diyorlar, ‘Bunu bir yerde kullansana. ’ Onun icin, cok ozur dilerim babacığım, seni de bir yerde, mesela bu mektupta kullanmak zorundayım…”
“Gecen zaman ancak boyle değerleniyormuş; insanın gecmiş yaşantısı ancak boylece anlam kazanıyormuş…”
“Ben, seninle ilgili olayları anlatırken aslında senin nasıl bir insan olduğunu belli etmemeye calışıyorum; aklımca asıl babamı kendime saklıyorum…”
“Benzer taraflarımız olduğu bir gercektir. Sen ustune başına dikkat etmezdin; bense ne kendime bakıyorum ne de arabama…”
“Uzun yıllarını gecirdiğin buyuk şehrin sokaklarında ikimiz de kir icinde dolaşıp duruyoruz. Bazen arabayı bir ara sokakta durdurarak kucuk ve karanlık meyhanenin birine giriyorum…”
“Senin deyiminle ‘tedrici intihar ’…”
“Sağ olsaydın yazdıklarımdan bir satır anlamamakla birlikte gene de benimle oğunurdun sanıyorum. Galiba biz, babacığım, birbirimizi hep boyle anlamadan sevdik…”
“Aslında yazdıklarım senin deyiminle ‘uydurma ’ şeylerdi; annemin seyrederken ağladığı filmler ya da okurken duygulandığı romanlar gibi ‘hepsi uydurma ’…”
“Sana yazdığım bu satırların da bir kısmı ‘uydurma ’ olabilir; sana acıklamakta zorluk cekeceğim bazı nedenlerle senin anladığın bicimde bir gerceklikten uzaklaşmak zorundayım…”
“Senin işin bir bakıma kolaydı babacığım. Bircok şeyi yok sayarak belirli bir duzen icinde yaşadın…”
“Sinemaya gitmedin. Hic roman okumadın. Zeytinyağlı enginar yemedin. Yabancı ulke ozlemi cekmedin. Kimseye hediye almadın. Evde kuşkonmazdan başka bitki yetiştirmedin. Yalnız halk turkulerini sevdin…”
“Basit beğenilerinin yanında beni şaşırtan duyarlıkların vardı…”