
Deyimler, hayatımızın hemen hemen her alanında kullandığımız ifade bicimleri olarak varlık gosterirler. Bir tur tanım gibi duran coğu deyim, kalıp olarak birbirinin benzeri olaylar karşısında yaşanan olayları ifade eder ya da tanımlar. Soz konusu deyimlerin elbette ki bir gecmişi, tarihi vardır.
İstanbul Universitesi Edebiyat Fakultesi Oğretim Gorevlisi Cilem Tercuman tarafından “İstanbul ’un 100 Deyimi” adıyla derlenen kitap, İstanbul Buyukşehir Belediyesi Kultur AŞ. tarafından yayımlandı. Kitap, gunumuzde kullanmaya devam ettiğimiz pek cok deyimin hikayesini ele alarak ilerliyor.
1. Ağzınla kuş tutsan nafile
Gunluk hayatta sıkca kullandığımız bu deyimin kokeni Osmanlı donemine kadar uzanıyor. Fransa ’yla iyi ilişkilerin kurulduğu bir donemde İstanbul ’a gelen Fransa elcisi, Topkapı Sarayı ’nda padişahın huzuruna kabul edilmeyi beklediği sırada işinin acele olduğunu, bir an once padişahla goruşturulmesi gerektiğini soyleyince şu cevabı alır: “Şevketli padişahımız bugun cok hiddetli. Biraz once kulahından tavşanlar cıkaran, alev alev yanan cubukları ağzında sonduren, havaya ucurduğu kuşu birkac sozuyle geri dondurup ağzıyla ayaklarından yakalayan hunerli bir hokkabazı dahi huzurundan kovdu. Senin anlayacağın, ağzınla kuş tutsan nafile, ama yine de buyuk bir hunerin varsa soyle, zat-ı şahaneye arz edeyim.”
2. Ateş pahası
Donemin padişahı Kanuni Sultan Suleyman, yanındaki maiyetiyle birlikte Halkalı ’da ava cıkar. Fakat hava birden bozar ve sağanak yağış başlar. Padişahla adamları mecburen karşılarına cıkan ilk eve sığınmak zorunda kalırlar. Ev sahibi ocakta bir ateş yakar ve boylece padişah elbiselerini kurutur. Elbette evin sahibi bu misafirlerin kimler olduğunu bilmemektedir. Padişah, bu durum karşısında yanındakilere donerek; “Şu ateş bin altın eder” der. Havanın iyice bozması neticesinde padişah ve adamları geceyi orada gecirmeye karar verirler. Ev sahibi misafirlerinin oldukca zengin kişiler olduğunu duşunur ve sabah evden ayrılırken borcunu soran padişaha “Bin bir altın” cevabını verir. Ateşin değerini padişahın bictiğini, konaklamanın ise bir altın değerinde olduğunu ayrıca belirtir. ‘Ateş pahası ’ deyiminin de bu olay neticesinde ortaya cıktığı soylenmektedir.
3. Balık kavağa cıkınca
İstanbul Boğazı ’nın Karadeniz ’e acılan kısmındaki Rumeli Kavağı ile Anadolu Kavağı ’nda ruzgarlı havalarda balık avlamanın bir hayli zor olduğu bilinir. Bu nedende balığın bol ve fiyatının da uygun olduğu zamanlarda şehirde tutulan balıkların Kavaklar ’a kadar goturulduğu soylenmektedir. Bunun dışında kalan zamanlarda uygun fiyata balık almak isteyen vatandaşlara satıcıların verdiği cevap “o sizin dediğiniz ucret, balık kavağa cıkınca olur” şeklindedir. Satıcıların verdiği cevap zamanla dilimize yerleşmiş ve deyim halini almıştır.
4. Başında kavak yeli esmek
Sorumsuz ve kendi zevkleri uğruna işler yapan gencler icin soylenen deyim ise aslında Anadolu ve Rumeli kavaklarının şiddetli ruzgarları uzerine soylenmiştir. Zamanla kişilerin karakter yapılarının tarifinde ve ozellikle de genclik donemlerinde karşılarına cıkan bu deyimi de sıkca kullanmaktayız.
5. Carşamba pazarına donmek
Yine Osmanlı donemlerine kadar uzanan bu deyim, Fatih Camisi avlusunun duvarından Yavuz Selim ’e kadar uzanan bir alana kurulan kalabalık ve buyuk carşamba pazarlarından gelmektedir. Kargaşayı ve duzensizliği ifade etmekte kullanılan bu deyimi de gunluk hayatımızda sık sık kullanmaktayız.
6. Dingo ’nun ahırı
İstanbul ’daki şehir ici ulaşımının atlı tramvaylarla sağlandığı donemlere dayanan deyimin hikayesi de bir hayli ilginc. Şişhane ’nin dik yokuşunu cıkmakta zorlanan atlı tramvaylara destek icin ek atlar kullanılırmış. Destek icin eklenen atlar ise Taksim ’de bulunan Dingo isimli Ermeni bir vatandaşın ahırında dinlendirilir, oradan yeniden Azapkapı ’ya goturulurmuş. Gun icinde ahıra sık sık girip cıkan atlardan dolayı bu deyimin doğduğu soylenmektedir ve gunumuzde sık sık kullanılmaktadır.
7. Dolap cevirmek
Haremlik ile selamlık arasındaki iletişimin sağlandığı dolaplar, eski konaklarda bulunurmuş. Soz konusu dolaplar haremlik-selamlık bolmesinin arasında, ağactan, silindirik, alt ve ust kısımlarından bir mil ile tutturularak cevrilen dolaplar şeklindeymiş. Birbirine ilgi duyan ev sahiplerinin durumdan haberdar olmasını istemeyen konak gorevlileri, bu dolay yardımıyla haberleşirlermiş. Yani tamamen gizli yapılan bu iş, aslında ‘dolap cevirmek ’ deyimini tam anlamıyla karşılıyor diyebiliriz.
8. Eşref saati
Osmanlı doneminde onemli bir olayın mujdeleneceği zamanların eşref saatlerine, yani uğurlu vakitlere denk getirilmesine ozen gosterilirmiş. Saray halkından sokaktaki insanlara kadar herkes buna inanır, ozen gostermeye gayret edermiş. Soz konusu olayın ya da işin acıklanacağı zamanlarda muneccime başvurulur, onun yonlendirdiği ya da uygun gorduğu bir vakitte gerekenler yapılırmış.
9. Gozden surmeyi cekmek
Kasımpaşa ’da bulunan Halic Tersanesi ’nde ozel bolmelere ‘goz ’ adı verilirmiş. Bu bolmelerde saklanan ‘surme ’ adı verilen keresteler, zaman zaman marifetli hırsızlar tarafından calınırmış. Gunumuzde pek cok durum karşısında kullanılmaya devam edilen bu deyimin temeli, hırsızlık yapan kimselere dayanıyor.
10. İki dirhem bir cekirdek
Ozellikle eski İstanbul ’da şık giyinen kimseler icin kullanılan bu deyim, gunumuzde de aynı şekilde anlamını yitirmeden kullanılmaya devam etmektedir.
11. Kabak tadı vermek
Donemin padişahı Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan medresedeki oğrenciler, aynı zamanda yemeklerini de medresenin aşevinde yerlermiş. Ozellikle cuma gunleri zenginleşen sofraları, kabak mevsiminin gelmesiyle birlikte değişim gosterir ve turlu turlu kabak yemeği cıkarmış. Bunun uzerine soylenen ‘kabak tadı verdi ’ deyimi de gunumuzde hala kullanılıyor.
12. Marmara cırası gibi tutuşmak
Eski donemlerde ocakları ya da sobaları tutuşturmak icin cıralar kullanılırmış. Marmara Adası ’ndan toplanan recinesi bol cıralar, diğer cıralara gore cok daha guclu yanıyormuş ve cabuk tutuşuyormuş. Aniden ofkelenip sinirlenen insanlar icin kullanılan bu deyim, pek cok deyim gibi gunumuzde de halen daha kullanılmaya devam etmektedir.
Kaynak: 1