
20. yuzyılın en onemli sanatcılarından Alman şair ve oyun yazarı Bertolt Brecht, 61 yıl once bugun aramızdan ayrıldı.
Brecht ’in eserleri ve yarattığı hikÂyelerdeki etkiler, dunya edebiyatını derinden etkilediği gibi bir şeylerin değişimine olan inancın daha guclu bir şekilde hayat mucadelesine katılmasını da sağladı. Ozellikle tiyatro oyunlarıyla birlikte yeni bir soluk getirdiği sahne, her anlamda iyileşmenin sinyallerini veriyor, dunyaya pek cok şey soyluyordu. Aynı şekilde şiirlerinde de aydınlığı ve umudu işaret eden dizeler vardı.
Bertolt Brecht Eserlerine Ulaşmak İcin Tıkla!
1. Cağrı Doğrudur yıldırımın duştuğu, yağdığı
yağmurun,
Bulutların ruzgarla sokun ettiği.
Ama savaş oyle değil, savaş ruzgarla
gelmez;
Onu bulup getiren insanlardır.
Duman tuten topraktan bahar boyunca,
Dokulup yukselir birden gokyuzu.
Ama barış ağac değil, ot değil ki
yeşersin:
Sen istersen olur barış, istersen
ciceklenir.
Sizsiniz uluslar, kaderi dunyanın.
Bilin kuvvetinizi.
Bir tabiat kanunu değildir savaş,
Barışsa bir armağan gibi verilmez
insana:
Savaşa karşı
Barış icin
Katillerin onune dikilmek gerek,
“Hayır yaşayacağız!” demek.
İndirin yumruğunuzu suratlarına!
Boylece mumkun olacak savaşı onlemek.
Onlar demir celiği elinde tutan birkac
kişidir,
Yoktur karabasandan bir cıkarları
Dunyaya bakıp “ne kucuk” derler,
Bir şeylerle yetinmezler acunda,
Para hesap eder gibi hesaplıyorlar
bizi,
Savaş da bu hesabın ucunda.
Urkmeyin tutmuşlar diye suyun başını:
Korkunc oyunları, davranın, bitsin.
Soz konusu olan cocuğundur, ana:
Koru onu, dikil karşılarına,
Biz milyonlarca kişi
Savaşı yener miyiz?
Bunu sen bileceksin.
Bunu biz bilecek, biz sececeğiz.
Bir de duşun “Yok!” dediğini:
Duşun ki savaş gecmişin malı
ve barış taşıyor gelecekten.
2. Karanlık Zamanlarda Demeyecekler: Ceviz ağacı ruzgarda sallandığı sıralar.
Ama diyecekler: Badanacı işcileri ezdiği sıralar.
Demeyecekler: Cocuk yassı taşı ırmakta kaydırdığı sıralar.
Ama diyecekler: Buyuk savaşlar hazırlandığı sıralar.
Demeyecekler: Kadının odaya girdiği sıralar.
Ama diyecekler: Butun guclerin işcilere karşı birleştiği sıralar.
Demeyecekler: Karanlıktı o sıralar.
Ama diyecekler:
Neden şairleri sessizdiler?
3. Alışveriş Yapan Yaşlı bir kadınım ben.
Almanya uyandığında
Devlet yardımı azaldı.
Cocuklarım verirlerdi bana
arada sırada birkac kuruş,
ama pek oyle bir şeyler alamıyorum gene de.
Bu yuzden daha az gider oldum
eskiden her gun alışveriş yaptığım dukkanlara.
Sonra aklımı başıma topladım gunun birinde
ve eski bir muşteri olarak her gun
gitmeye başladım fırına, manava yeniden.
İhtiyacım olan şeyleri secerdim bir bir,
her zamankinden ne daha cok alırdım, ne daha az,
peksimetler de koyardım ekmeğin yanına,
lahananın yanına da pırasa,
ama hesabı cıkarttıkları vakit cekerdim icimi,
karıştırıp kucuk para kesemi tutuk parmaklarımla,
yeterince param yok, derdim, başımı sallayarak,
bunları odeyecek,
ve tum muşterilerin gozleri onunde
cıkardım dukkandan gene başımı sallayarak.
Ve şoyle diyorum kendi kendime:
Hicbir şeyi olmayan bizler gibiler
yiyecek satılan yerlerde gorunmezlerse bundan boyle
hicbir şeye ihtiyacımız yok sanabilirler,
ama buraya gelir de hicbir şey satın alamazsak eğer
haberleri olur hic değilse.
4. Cağcıl Soylen Akşam savaş alanına coktuğunde
Duşmanlar yenilmişti
Telgraf tellerinin tınıları
Haberi uzaklara taşıdı
Dunyanın bir ucunda icin icin yandı
Bir haykırış, gokkubbede parcalanarak
Bir cığlık, cılgın ağızlardan taşan
Ve esrik goğu aşan.
Bin dudak ilencle soldu
Bin yumruk, vahşi bir ofkeyle sıkıldı.
Dunyanın bir başka ucunda
Bir sevinc, gokkubbede parcalanarak
Buyuk bir sevinc, bir eğlence, bir cılgınlık
Rahat bir soluklanma, gerinme
Bin dudak eski bir duayı soyledi
Bin el inancla birleşti.
Gecenin gec saatlerinde
Sayıyordu telgraf telleri
Savaş alanında kalan oluleri-
O zaman dost ve duşman sessizleşti.
Yalnız analar ağladı
Her iki yanda.
5. Dort Aşk Şarkısı 1.
Senden ayrıldığımda
O guzel gunun sonunda
Acılınca gozlerim
Ne cok sevincli insan varmış dedim.
İşte o akşamdan sonra
Sen bilirsin ya
Daha guzel dudaklarım
Cekirge gibi cevik bacaklarım
Ben boyle olalı beri
Daha yeşil ağac, fidan ve tarla
Daha bir guzel suyun serinliği
Başımdan aşağı boşaltınca
2.
Beni sevindirdiğinde
Bazen duşunurum:
Şimdi oluversem
Mutlu kalırım
Sonsuza kadar.
Sonra yaşlanıp
Beni duşunduğunde
Tıpkı bugunku gibi gorunurum sana
Bir sevdiceğin olur
Henuz gencecik.
3.
Kucucuk dalda yedi gul
Altısını ruzgar alır
Ama biri kalır
Bulayım diye onu
Yedi kez cağıracağım seni
Altısında gelme
Ama soz ve yedincisine
Tek sozumle gel.
4.
Bir dal verdi bana sevgili
Uzerinde sarı yapraklarda
Yıl dediğin gecer gider
Aşk ise hep yeni başlar.
6. Duraksayana Diyorsun ki,
davamıza hayrı yok bu gidişin.
Karanlık gitgide, diyorsun, derinleşiyor.
Gucler azalıyor, diyorsun, gitgide.
Bunca yıl, diyorsun, calış cabala,
sonunda ilk gunden daha guc bir duruma duş.
Oysa işte duşman her zamankinden daha kuvvetli.
Yenilmez gibi de gorunur.
Biz de hatalar yaptık, bu inkar edilmez.
Sayımız yavaş yavaş azalmada.
Sloganlarımız orda burda dağınık.
Duşman sozcuklerimizin bir kesimini carpıttı.
Bugune dek soylediklerimizden hangisi yanlış şimdi?
Bir kısmı mı, yoksa hepsi mi?
Guveneceğimiz kim var artık?
Arta kalanlar mıyız bizler
yaşayan bir ırmaktan fırlatılmış?
Geride mi kalacağız
kimseyi anlamadan ve hic anlaşılmadan?
Yoksa şans mı gerek bize?
İşte senin sordukların bunlar.
Ama kimseden bir yanıt bekleme,
yanıtını da kendin ver.
Bertolt Brecht Eserlerine Ulaşmak İcin Tıkla!
7. Kentin Varoşlarından Gelen Yoksul Arkadaşlarımız İncecik pardosuler icindeki okul arkadaşlarımız
her vakit cok gec gelirlerdi sabah dersine,
cunku sut ve gazete dağıtırlardı annelerinin yerine.
Oğretmenler
onları bir guzel azarlar
ve işaret korlardı kara kaplı deftere
Getirmezlerdi yanlarında yiyecek filan.
Ders aralarında yalnız
odevlerini yaparlardı helalarda.
Ama izin verilmezdi buna.
Dinlenmek ve yemek icinmiş ders araları.
Pi ’nin ondalık değerini bilemediler mi
oğretmenleri sorardı onları:
Neden kalmadınız o cıktığınız coplukte?
Bilirdi onlar neden kalmadıklarını.
Kentin varoşlarından gelen yoksul cocuklarına
devlet kapılarında onemsiz gorevler vaadedilirdi,
bu yuzden onlar, gecelerini gunduzlerine katıp ezberlerlerdi
parca parca olmuş elden duşme kitaplarında ne varsa.
Bir de oğrenirlerdi oğretmenlerinin ayaklarını yalamayı
ve hor gormeyi kendi analarını
Varoşlardan gelen yoksul okul cocuklarına vaadedilen bu
onemsiz gorevler
toprağın altındaydı.
Onlara ayrılan yerlerdeki sandalyelerin yoktu
oturacak yerleri.
Olsa olsa
Kısa bitkilerin kokleriydi
onları bekleyen.
Hem ne diye oğretiliyordu bu cocuklara Yunanca dilbilgisi,
Sezar ’ın seferleri, sulfurun formulu, Pi ’nin değeri?
Alınlarında yazılı olan Flander ’lerin kitle mezarlarında
neye ihtiyacları olacaktı bu cocukların
biraz kirecten başka?
8. Kuşkucu Bir sorunun yanıtını bulduğumuzu
sandıysak ne zaman,
icimizden biri cozuverdi
duvardaki eski
Cin perdesinin ipini,
ve acılan perde gosterdi bize
bir sıra uzerinde oturmuş olan
kuşkucu adamı.
Ben, dedi bize o,
kuşkucuyum.
Kuşku duyarım
iyi yapıp yapmadığımızdan
gunlerinizi yutan işi.
Soyledikleriniz daha kotu soylenseydi
değerli olup olmayacağından.
Kuşku duyarım
kendinizi soylediğinizin doğruluğuna bırakıp
iyi soyleyip soylemediğinizden.
Cok anlamlı olmasından kuşku duyarım;
her yanlış anlamadan siz sorumlusunuz cunku.
Ama tek anlamlı da olabilir
ve nesnelerin celişkisini ortebilir;
gereğinden fazla tek anlamlı mı yoksa?
Oyleyse, yararsızdır soylediğiniz şey.
Yaşam yok demektir soylediğinizin icinde.
Olayların akışı icinde misiniz gercekten?
Gelişen her şeye eyvallah mı diyorsunuz?
Siz gelişiyor musunuz? Kimsiniz siz?
Kimdir konuştuğunuz?
Soylediklerinizden yararlanan kim?
Ha, bir de şu var:
Ayıltıcı mı? Okunabilir mi sabahları?
Bir bağlantısı var mı varolanla?
Cumlecikler kullanıldı mı, sizden once soylenen?
Ya da curutuldu mu en azından?
Her şey doğrulanabilir mi?
Deneyimle mi? Hangi deneyimle?
Ama hepsinden onemlisi,
her zaman, her şeyden onemlisi şu:
O nasıl davranır?
İşte hepsinden onemlisi.
Duşunerek, merakla izledik
perdenin ustundeki kuşkucu mavi adamı,
sonra birbirimize baktık ve
hadi, dedik, sil baştan.
9. Oyun Yazarının Turkusu Ben bir oyun yazarıyım.
Gorduğumu gosteririm.
Nasıl alınıp satıldığını gordum insan pazarlarında
insanların
Bunu gosteririm, ben, oyun yazarı.
Birbirlerinin odalarına ne duzenlerle girdiklerini,
nasıl coplarla ya da parayla,
sokakta nasıl durduklarını ve beklediklerin,
nasıl tuzaklar kurduklarını birbirlerine,
sozleştiklerini
umutla nasıl,
nasıl astıklarını birbirlerini,
nasıl seviştiklerini,
capulculukla kazandıkları parayı
nasıl savunduklarını
ve nasıl yediklerini.
Butun bunları gosteririm ben.
Birbirlerine soyledikleri sozcukleri dokerim kağıda.
Ananın oğluna neler soylediğini,
işciye neler buyurduğunu işverenin,
nasıl yanıt verdiğini karının kocaya,
tum yalvaran sozcukleri, tum buyuran sozcukleri,
yaltaklanan sozcukleri, aldatan sozcukleri,
yalan soyleyen, bilmeyen,
guzel ya da yaralayan…
Bunları kağıda dokerim ben.
Yaklaşan kar fırtınalarını gorurum
ve yaklaşan depremleri,
yolu tıkayan dağları gorurum
ve yataklarından taşan nehirleri.
Ama şapkaları var kar fırtınalarının,
depremlerin cuzdanlarında paraları,
dağlar gelirler arabalarından inerek,
şahlanan nehirler denetler polisi.
Ben ışığa cıkartırım bunların hepsini.
Gosterebilmek icin gorduklerimi
başka halkların, başka cağların oyunlarını okurum.
Bir iki oyun yazdım, inceleyerek
iyice o zamanın tekniğini ve
kaparak işime yarayacak olanı.
İngilizlerce nasıl sunulduklarını inceledim
buyuk feodal kişilerin
inceledim zengin kişileri,
ki onlar icin dunya sadece ozgelişimleri icindi.
Ahlakcı İspanyolları inceledim,
o harika duyguların ustaları olan Hinlileri
ve aile kurumunu gosteren Cinlileri
ve kentlerdeki cok renkli kaderleri.
Kentlerin ve evlerin gorunumu, benim zamanımda
oylesine cabuk değişiyor ki,
iki yıl ayrılıp geri geldin mi
olursun bir başka kente yolculuk gibi.
İnsanlar kalabalıklar halinde değiştirivermişler
gorunumlerini
şu birkac yıl icinde.
Fabrika kapılarından iceri giren işciler gordum ve kapı
yuksekti,
ama dışarı cıktıklarında bukulmuştu belleri.
O zaman şoyle dedim kendi kendime:
Her şey değişmede
ve her şey sadece kendi zamanına gore.
Ve boylece ben,
her sahneye kodum bir tanıtma işareti
ve her fabrika avlusuna ve her odaya yıl sayısını işaretledim
sığırlarını damgalayan cobanlar gibi.
Ve orada kullanılan tumcelere de
bir tanıtma işareti kodum,
unutulmasınlar diye yazılan
gecici insanların deyişleri gibi
olsunlar diye onlar da.
İşci tulumu icindeki kadının o yıllarda
bir bildiri onunde eğilip soylediklerini,
ve şapkaları enselerinde borsacıların
katipleriyle dun nasıl konuştuklarını,
bu olayların gectiği yılların
geciciliği ile damgalandım.
Ama butun bunlara bir şaşırtıcılık verdim,
bunların en bilinenlerine bile hatta.
Bir kimsenin inanmayacağı bir şey gibi doktum kağıda.
Hic kimsenin gormemiş olduğu bir şey gibi sundum
bir kapıcının kapıyı carpmasını donan bir insan yuzune.
10. Yıllarca Once Ben Yıllarca once ben,
Şikago Buğday Borsasının calışma yollarını incelerken,
butun dunyanın buğdayını oradan
nasıl yonettiklerini birden kavradım ama
gene de bu işi pek anlayamamıştım
kitabı bırakırken elimden.
Ve şoyle deyiverdim:
Başım belada.
Hicbir ofke yoktu icimde
ve adaletsizlik de değildi
beni korkutan.
Yalnız, bu iş boyle yurumez, bunların yaptığı gibi!
Duşuncesi doldurdu kafamı.
Gordum ki, bu adamlar,
yaptıkları zararla yaşıyorlardı, yararla değil.
Gordum ki gene:
Ancak suc işleyerek surdurulecek bir yoldu bu,
cunku zararınaydı coğunluğun,
Oyle ki,
aklın her başarısı, her keşif, her buluş,
daha buyuk kotuluklere yol acacaktı acsa acsa.
O sırada boyle duşundum ben,
ofkelenmeden, oflayıp puflamadan,
Buğday pazarını ve Şikago borsasını anlatan kitabı
onume koyarken.
Bir suru dert bekliyor beni,
bir suru bela.
11. Erik Ağacı Avludaki erik ağacı bir kucuk bir kucuk,
benzemiyor doğru durust bir ağaca bile.
Ama gene de parmaklıkla cevrili dort yanı,
korunsun diye guvenlik icinde.
buyuyemiyor, zavallıcık,
buyumeyi isterdi tabii.
Cok az goruyor guneşi,
yapacak bir şey yok artık.
Erik ağacı erik vermiyor hic.
Gel de erik ağacı olduğuna inan.
Ama gene de bir erik ağacı o,
belli yapraklarından.
12. Kucuk Oğlum Soruyor Kucuk oğlum soruyor bana: Matematiği oğreneyim mi?
Şoyle cevaplamak geliyor icimden: Ne diye!
İki parca ekmeğin tek parcadan fazla olduğunu
Okumadan da anlayabilirsin sen.
Kucuk oğlum soruyor bana: Fransızca oğreneyim mi?
Şoyle cevaplamak geliyor icimden: Ne diye!
Bu ulke cokmek uzere.
Sen karnını oğuştur elinle, biraz da inle
Onlar anlarlar derdini.
Kucuk oğlum soruyor bana: Tarih oğreneyim mi?
Şoyle cevaplamak geliyor icimden: Ne diye!
Başını toprağın altına sokmayı oğren
Boylece hayatta kalırsın belki.
Ve sonra: Evet oğren -diyorum- matematiği.
Oğren Fransızcayı, oğren tarihi!
Bertolt Brecht Eserlerine Ulaşmak İcin Tıkla!