Pablo Neruda‘nın şiiri, doğup serpildiği toprakların da otesinde yaşamaya devam etmektedir. Ozgurluk mucadelesinin olduğu her yerde, her dilde ve her iklimde soylenen şiirler, yeniden var edilmek istenen her şeyin hayaline ses olmakta; umudu ve inancı buyutmeyi oğutlemektedir. Tarihin en zor donemlerinden gecen edebiyatcıların bildiği pek cok şey Neruda ’nın şiirinde de kendini gostermektedir. Cunku yaşamın sunduğu yapı, kendinden bağımsız bir dongunun icerisinde değişimi cağırmakta, yıkımları yaratmaktadır. Neruda, boyle bir donemden gecerken yarattığı şiirlerini esasında bircok şair ve yazar gibi insanlığa armağan etmiştir.
Butun bunların icerisinde devam eden hayat, Pablo Neruda‘nın sanatının temellerini oluşturan en buyuk kaynak olmuştur diyebiliriz. Neruda ’nın Yaşadığımı İtiraf Ediyorum adlı kitabından, şairin yaşamı gorduğu yeri de net bir şekilde anlayabilmemiz mumkundur.
Pablo Neruda Eserlerine Ulaşmak İcin Tıkla!

“Benim şiirim ve hayatım bir nehir gibi akıp gitmiştir. Suların uzerinde yuzen her şeyi goturmuş, coşkunluğu kabul etmiş, sırları gun ışığına cıkarmış ve halkın yureğine giden bir yol acmıştır kendine” Buğdayın Turkusu
Halkım ben, parmakla sayılmayan
Sesimde pırıl pırıl bir guc var
Karanlıkta boy atmaya
Sessizliği aşmaya yarayan
Olu, yiğit, golge ve buz, ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa gomulu
Tohuma durur bir yerde
Buğday nasıl filizini surer de
Cıkarsa toprağın ustune
Guzelim kırmızı elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de
Biz halkız, yeniden doğarız olumlerle.
“Ben ıstırap cektim ve savaştım. Ben sevdim ve şarkılar soyledim. Dunya bolunurken, ben yendim ve yenildim, ekmeğin ve kanın tadına vardım” Uyansın Oduncu
Fakat sen,
Bu temiz cepheyi yok etmek icin
Ayak takımını silahlandırırsan
Ve Şikago kasabını one surerek;
Sevdiğimiz muziği ve duzeni
Yonetmeye kalkarsan!
Saklandığımız taşlardan,
Ve havadan fırlayarak;
Seni ısıracağız!
Sana ateş kusmak icin
Son pencereden atılacağız
En derin dalgalardan cıkacağız
Seni avlamak icin,
Sapan izlerinden fırlayacağız.
Ekinler bir Kolombiya yağmuru gibi
Sana vursun diye!
Seni cehenneme yollamak
Sana ekmeği ve suyu haram etmek icin
Cıkacağız yerimizden!
“Ben şiirimle savaştım, şiirimle savaşlar verdim. Kelebeğin konduğu cicekteki toz kadar ucucu armağanlar kazandım. İclerinden biri vardı ki, bircok şairin beni kıskanacağı, erişilmesi guc bir armağandı bu” Savaşan Toprak
Once, toprak dayandı
Araconya karı
Beyaz bir ateş gibi yaktı
Saldırganın ayaklarını
Parmakları soğuktan duşuyordu
Almgros ’un elleri, ayakları
Karanlığın mezar kazıcıları
Ve yırtıcı penceleri, karda
Sadece donmuş birer et
Ve sıradağlar denizinde
Bir sessizlik idiler
Şili ruzgarı kırbaclıyordu
Yıldızları ozumleyerek
Suvarileri, acgozluleri devirerek
Almagro ’yu aclık
Gorunmez ve cınlayan bir cene gibi izledi
Atlar, bu buz bayramına
Kurban edilmiştiler
Ve Guney ’in olumu
Tesbih taneleri gibi doktu
Almagro ’nun tırısını
Atı Peru ’ya donunceye dek
Orda Kuzey ’in olumu
Yolun kıyısına oturmuş
Bir baltayla
Bu puskurtulen fatihi bekliyordu
“Estetiğin guc oğretileri ve yazılı sozlerin labirentinde yaptığım araştırmalardan sonra halkımın şairi olmuştum. Benim kazandığım en buyuk armağan işte buydu” Tembel
Gok aracları gidip gelecek
Yıldızlar arasında.
O canım ayı calmak
Ve eczanelerimizi kurmak icin oraya
Cıkacaklar habire!
Biz de,
Bu şarap dolu bağbozumu gununde
Yaşamaya başlayacağız
Evde şu yarımada denizinde
Şili ’de kirazlar ırgalanıyor
Guzelim kızlar turku soylerken
Su pırıl pırıl gitaranın icinde
Guneş ışıl ışıl.
Taşıyor buğdaya mucizesini
İlk şarap kırmızı kırmızı
Korpe bir bebek gibi sımsıcak
İkincisi gurbuz mu gurbuz
Sanırsın şehlevent avaz
Ucuncusu sapsarı yakut
Yangından ve gelincikten
Evimde deniz ve toprağım var
Karımın gozleri bir dev
Rengi yabani fındık
Ve gece bastırınca
Deniz beyazlar giyiniyor ve yeşil
Ve sonra
Kopukler icindeki ay
Okyanusla nişanlandım duşunde
O halde niye terkedelim gezegenimizi.
“Tozdan gozleri kıpkırmızı bir adamın yeryuzune cıkıp da, ‘Seni coktandır tanıyorum ben, kardeş! ’ dediği ve gulumsediği an, en buyuk odulu almış gibi olursun” Muzaffer Halk
Yureğim bu kavganın icinde
Kazanacak halkım
Butun halklar kazanacak bir bir.
Bu acılar, ıslak bir mendil gibi
Kumlar arasından
Şehit duraklarından.
Suzulup ortaya cıkaracak her şeyi,
Şanlı gunler yakındır cunku
Kinler susacak bir an
Ceza veren eller titremesin diye,
Gunler tam dolsun diye,
Halk caddelerde.
Bir guzel, bir guclu
Yerini alsın diye!
İşte benim gunum bu
İşte hoşgorurluğum
Başka sancağım yok benim!
“Benim şiirimin aldığı defne dalından tactır bu. O acımasız bozkırlarda, topraktaki delikten cıkan işcinin sozleri” Huerta Usta
(Bahtıkara madeni, Anto Fagasta)
Kuzeye giderseniz eğer,
Bahtıkaralar madenini gorunuz;
Cağırın Huerta ustayı,
Bir şey anlayamazsınız uzaktan!
Kumlar vardır sadece kul rengi
Sonra yapılar gelir toz toprak icinde,
Bunca yorgunluk ve kederler,
Gorulmez ama.
Hepsi yeraltında saklanmıştır,
Varlıkları kırıp gecirerek;
Sessiz sedasız.
Huerta usta kazmacıdır
Bir doksan beş boyunda
Maden damarı ortaya cıkınca
Kazmacılar
Yukardan aşağıya saldıran kişilerdir
Yeraltında beş yuz metre derinlikte
Kazmacılar vur Allah vurur
Gobeğe kadar suda.
Delgi makineleri
Karanlıkta, camurda, taşta
İşini bitirdikten sonra,
Kırk sekiz saat sonra yani;
Bu cehennemden kurtulabilinir.
Ve maden yollarından!
Huerta usta
Bir başbuğ gibi giriyordu madene
Turku soyleyerek,
Sapsarı topal ve kambur cıkıyordu sonra
Gozlerinde feri yok!
Surunmeye başlıyordu nihayet
Kazma vuracak mecali yok
Antimuvan onu yiyip bitiriyordu
Eriyip akmıştı;
Basamıyordu yere,
Bacakları cop gibi incelmişti
Oyle uzundu ki
Bir hortlaktı sanki,
Oysa yaşı otuz değildi daha!
Nereye gomulduğunu sorarım da,
Kimse bir şey diyemez bana,
Cunku kumlar ve ruzgar
Ortadan silmiştir kucumencik hacları
Huerta ’nın işlediği bahtıkaralar madeninde.
“Ruzgarlar, geceler ve Şili ’nin yıldızları bu insanlara seslenmektedir: Sizler yalnız değilsiniz, bir şair acılarınızı biliyor!” Unutmak Yok
Nerelerdeydin diye sorarsan
“Hep eskisi gibi”, diyeceğim.
Toprağı orten taşlardan soz edeceğim,
surdukce kendini harcayan ırmaktan;
ben yalnız kuşların yitirdiklerini bilirim,
gerilerde kalan denizi bilirim, bir de ağlayan
ablamı.
Neden ayrı adlarla anılıyor ulkeler, neden
gunler
yeni gunleri izliyor? Neden koyu bir gece
birikiyor ağızda? Neden oluler?
Nereden geliyorsun diye sorarsan boluk porcuk
kelimelerle konuşmak zorundayım,
ağzı zehir gibi yakan araclarla,
coğu curumeye yuz tutmuş hayvanlarla
ve avutamadığım yureğimle.
Andac değil yanımızda goturduklerimiz
unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil,
yaşlarla kaplı yuzler,
boğazımıza yapışan eller
ve yapraklardan sıyrılan şey:
aşınmış bir gunun karanlığı
acıyı kanımızda tatmış bir gunun.
İşte menekşeler, işte kırlangıclar
bize sevinc veren ne varsa,
gecici ve kucuk duyarlıkların
yan yana gorunduğu suslu kartpostallarda.
Ama bu sınırın otesine gecmeliyim,
dişlemeliyim sessizliğin cevresindeki kabuğu,
ne karşılık vereceğimi bilemem:
oyle cok ki oluler,
ve oyle cok ki al guneşle yarılmış hendekler,
ve oyle cok ki gemilere vuran miğferler,
ve oyle cok ki opuşlerle kilitli eller,
ve oyle cok ki unutmak istediklerim.
Pablo Neruda Eserlerine Ulaşmak İcin Tıkla!