
Cağdaş edebiyatın farklı yazarlarından Onur Caymaz, yedi yıllık bir işciliğin ardından Sıfır adını verdiği romanını sevenleriyle buluşturdu.
Sıfır, her sayfasında bu incelikli emeğin okur tarafından fark edilmesini sağlayan bir kitap. Neredeyse kalemsiz kÂğıtsız okunmayacak bir başucu eseri… Kitap icinde yedi yılda tamamlanmış yedi kucuk kitap barındırıyor: Olum Bandı, Yoklar Meclisi, Duşman Suları, Dortlerin Gecesi, Dar Gecit, Buyuk Taarruz ve Cemberin Zehri.
ListeList okurları icin romandan yedi ozel cumle derledik…
Esere Ulaşmak İcin Tıkla!
1. “Bircok şey inanılamayacak kadar garip olsa da hicbir şey olamayacak kadar inanılmaz değildir…” 2. “Geleceklerdi!” “Geleceklerdi!
Celikten yuzleriyle geleceklerdi, olu gozbebeklerinde dijital ışıltılar… Yeniden, eskisinden daha guclu geleceklerdi hem de… Kalkıp artık aynalarda bile zar zor gorebildiği, iyice yokluğa bulaşmış yuzunu yıkamak icin tuvalete giderken, koridorda, sabahla gece arası karanlıkta durdu. Nefes aldı. Halen nefes alıp veriyor oluşunu anlamaya calıştı. Hicbir şey bitmiyordu. Ne buyuk ceza! Bundan sonra olup biteceklere hazırlanmaya calıştı. Soğuk suyu carpa carpa yıkadı yuzunu. Uzamış sakallarına baktı. Gokler kadar yorgun yuzune dokundu. Aynaya dokundu, aynadakinin yuzune: “Bu ben miydim?”
Geleceklerdi. Yuzleri ozel alaşımlı celikle kaplı olacaktı ihtimal, boşluğa ucup giden siyah pelerinler bağlamışlardı belki boyunlarına, omuzlarında ışıltılı, dijital apoletler… Kayıt tutuyorlardır boyuna. Artık savaş, bir kayıttır sadece. Verilerle, kayıtlarla. Borsa duşup yukselir, kurlarla taarruz edilir, fuze yerine bankalar hallac pamuğu gibi atılır sağdan sola. Artık savaş boyledir. Artık savaş, kişiler hakkında gizli cekilmiş filmlerle, ses kayıtlarıyla, fotoğraflarla, belgelerle, basın yoluyla var olduğu iddia edilen ama aslında olmayan sanal arşivlerle yapılır; artık orman, ağac, sungu, tank, işgal edilen meydanlar, duşen şehirler falan yok. Sayısal izler takip edilir internetin bitmeyen uzayında.”
3. “Oysa ilk gunku izlenimi korumak cok zordur cunku değişir. Bu acıdan tum yargılar bir tur onyargıdır”
“Oysa ilk gunku izlenimi korumak cok zordur cunku değişir.Bu acıdan tum yargılar bir tur onyargıdır”
4. “Hû!” “Aynı akşam, zikir başlamıştı, sonra bendirden olu aydınlığında ışık sızıyordu, ter akıyordu alnından. “Allah!” Sonra ruyasında… “Hû!” … karşılıklı konuşlanmış, eczası kazınmış kor aynalara bakakalıyor. “Allah!” Aynalarla dalgalanmış bir suya dalıyordu… “Hû!” … ellerinde ciniler, ellerinde ışıltılı murekkepler vardı. Başı donuyordu bedeninin sallanışından, terliyordu. Ritim. “Allaaah!” İnsan ritimden başka neydi? Kalbin atışı, uykunun zamanı, suyun gırtlaktan gecerken cıkardığı gurultu, kadın govdesinden zamana bağlı boşanan kan, mevsimler, geceler, her şeyde aynı ritim vardı. Birbirinden farklı duzeylerde salınan iki sarkac bile yan yana konulduğunda aynı ritmi buluyordu, mucize! Bir acz belki de. Mucize kelimesinde diyordu şeyh, acz gizli. Bedenini, karşılıklı duran aynalardaki silik adamla karıştırıyordu. Zamanın arasına sıkışmış kıymık. “Hû!” Siliniyordu sanki, sonra ruyasında uzun sakalları, sacları vardı siyah. “Allah!” Parlaktı sakalları gecelerce… Sonra aynadaki suretten korkuyordu. Şehir diyordu, bu şehir yılandır biliyorum! Bu yılan yağlı, yeşildir, acı yeşil, eğilip dinlenerek alnını surduğu seccadenin uzerindeki huzurlu yeşilden değil; zehirli, yutacak beni bir gun… Şehir: Az odalı kalabalık evler. Şehir, sıcak ekmek ve kirli corap kokan gecekondular, alaz alaz insan emeğiyle yanan fabrika bacaları. Plastik kolonya şişeleri, meniyle lekelenmiş kerhaneler şehir… Şehir bir yılan, catal dilinde sarımsaklı meyhaneler, televizyon ışıklarına gomulmuş evler, kabristanlara benzeyen apartmanlar şehir. Kadın fotoğraflarıyla dolu bekÂr odaları ve kuytusunda prezervatif, kacak tutun ve geciktirici krem ve kacak esrar satılan guvercin boklu hanların karanlık, yeşil kokusu; yeşil, yağlı bir yılan toprağın altında zehrini dinlendiren şehir. Suruyordu zikir. Yuzler salınıyordu, gozlerini acmadan, yılanda pullar… Mermer merdivenlerle bağlanıyordu şehirde birbirine, bankaların kapılarıyla camiler. Kanlı meydanlar, tek tek sıralanıyordu yılanın parlak, terli govdesine…”
Esere Ulaşmak İcin Tıkla!
5. “Sıcakla soğuk bir aradayken buğu kolay cozulur” Dene. Soyleyip duy sen de: Bir şeyin icindesin. Reşat ajansla goruşmeye gittiği sabah, duş almış, tıraş olmak icin aynanın onunde durduğunda buğular arasında bulmuştu yuzunu, sırlı camın uzerinde, gorunmuyordu sureti. Sıcakla soğuk bir aradayken buğu kolay cozulur. Banyonun kapısını araladı o zaman. Radyonun sesi duyuldu icerden. Bir freskten dokulur gibi aydınlığa cıkmaya başlıyordu yuzu yavaşca. Duşun, bir şeyin icindesin ve adına evren dedikleri bu şey bir sarhoşluk, sonsuzca donuyor. Arka odadan radyonun sesidir, ilk kez duyuyordu bu turkuyu Reşat: “Dem bu demdir, dem bu dem” diyordu sazı calan, sigara gıcıklarıyla dolu, kederli ses. Ses hic gitmediği turku barların basık, dumanlı havasını taşıyordu eve sanki… Dem bu dem… Dem bu… Dem, deyince bildiği, sadece caydaki nar ciceğiydi o zamanlar. Her kelime, gercek anlamı icin kazıya ihtiyac duyar. Sonradan anlayacaktı zaman demek olduğunu dem ’in. Donguler diyordum… Dem bu demdir dem bu dem – dir dem bu demdir diye tekrarlıyordu icinden, fark etti: Başa donuyordu her seferinde. Turku duz değil, yuvarlak seyrediyordu, bir hayalet gemi… Dizenin son kelimesi, ilk kelimesine uzanıyordu hep, bitmiyordu. Sıcaktı. Alper ’in olduğu gunlerdi, ajansa gidiş gelişlerde hep diline takılacaktı turku, durmadan donup kıvrılıyordu kendi icine… Bir yılan gibi buyuyordu her şey. Yıvışık, ıslak, kaygan ve donerek.
6. “İlkcağdan bir forumda gibi, agorada, tiyatroda, otların, taşların arasından denize doğru değil de plazadalar işte” Muşteriler, başka dil konuşuyor. Başka dunyada yaşıyorlar, buralı değiller. Hayatlarında hic acemi olmamışlar. Her yere zamanında yetişiyorlar; hicbir şey kaybetmemiş, hep kazanmışlar; cocuklarının bilgisayarı var, hepsi birer Picasso, cok akıllılar maşallah; kendi evleri var, site guvenlikli, otopark gani; evlerinin kapısında, bedeli her ay kredi kartından cekiliyor, koc gibi alarm var; karıları mis, kocaları manken… Muşteriler yılda uc yuz kırk gun calışıp her yıl muhakkak bir yurtdışı, bir yurtici tatili yapar, doğdukları yerde olurler; pek parlak fikirleri var, fikir denebilirse. Zaten maşallah, sokakta bir dilencinin yanından, telefonla konuşurken ustelik, atlayıp gecebilirler, “herkes kaderini yaşar” kalıbını kucukken oğrenmişler. Muşteriler, evlerine sığınamayacağınız kadar profesyonel; aynı bardaktan bir şey icemezsiniz, steril. Muşteriler, en son lisede NÂzım Hikmet şiiri okumuşlar, meşhur olanlarını biliyorlar canım, “yaşamak bir fidan gibi tek ve hur”… E tamam o zaman, biraz ruj sur… Yanlış da olsa birkac dize, onu da arada bir rakı sofrasında nedense cay icerken hatırlıyorlar. Arada. Muşteriler hep arada. Muşteriler, bir toplantı oncesinde siyaset konuşulurken soylemişlerdi Reşat ’a; her fikre saygı duyuyorlar. İlya bu her fikre saygı duyma lafını, o son akşam rakı icerken şaşkınlıkla karşılayıp, “yavşak mı bu insanlar yahu, neden her fikre saygı duyuyorlar” diye yakınmıştı birden. Muşteriler iyi fakat hayatları boyunca bir gun olsun bir park kuytusunda opuşmemişler. Muşterilerdir, kimse icin sarhoş olmamış, sevişirken olecek kadar heyecanlanmamış, kontrolu bir gun olsun elden bırakmamışlar. Ne olume muşteriler, ne de aşka; hic inanmamışlar! Ne kadar guclu muşteriler. Oysa insan bir yaprak gibidir, salınıp titrer. İnsan bozuk bir şeydir fakat muşterilerle işlevsiz cumle kurmak mumkun değil. Her şey functional olmalı! Tum ilişkiler iyi duzenlenmiş perfection gerektiriyor. İletişimde goz teması, guluş ve guzellik şart. “Kendine iyi davran”, “istersen başarırsın”, “sen cok değerlisin”! Bakımlılar, dişleri pırıl pırıl, tablet mi; hepsinin elinde. Toplantılar sırasında ilk cağdan bir forumdalar sanki; biraz daha giyinikler, biraz daha parmak uclarıyla dokunuyorlar tablete. Tenler, bedenler yok; biraz daha fazla elektronik sadece… Gece olunca da işe devam ediliyor, şarj yettiği kadar boylece. İlkcağdan bir forumda gibi, agorada, tiyatroda, otların, taşların arasından denize doğru değil de plazadalar işte. Bir yerlere save ediyorlar, concern ediyorlar, affect olup vaouv edilmek istiyorlar reklamcının urettiği fikirle.
7. “Mutlu insanlar pek yaşamamıştır” “Ağlayamamak coluydu insanın; taşa donmek, kuma gomulmekti. İnsan gulduğunu unutur da ağladığı kaybolmaz; o yuzden mutsuzların, gun gormemişlerin daha cok anısı vardır. Mutlu insanlar pek yaşamamıştır.”
Bonus: Onur Caymaz Sıfır kitabı tanıtım videosu
Onur Caymaz Eserlerine Ulaşmak İcin Tıkla!