
Fikret Bila Biyografisi Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yonetmenidir. Fikret Bila, 1958 yılında Zonguldak ’da doğmuştur. 2011 yılında akciğer kanseri nedeni ile vefat eden gazeteci Hikmet Bila (d.1954- 2011) abisidir. 1979 yılında Gazi Universitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakultesi ’nden mezun oldu. 1986 yılında yuksek ihtisasını tamamlayıp Gazi Universitesi ’nden doktora derecesi aldı.
Fikret Bila, 1980 yılında Sayle kazanarak denetci oldu. 1980-1986 yılları arasında Sayıştay Denetcisi olarak gorev yaptı. 1986 yılında Sayıştay Daireler Kurulu Raportorluğu ’nden ayrılarak gazeteciliğe dondu. Gazeteciliğe 1977 yılında Yankı Dergisi ’nde başladı. 1986 yılında Nokta Dergisi ’ne gecti. 1987 yılında da Milliyet Gazetesi Ankara Burosu ’nda goreve başladı. 1989 yılında Basın-Yayın Genel Mudurluğu bursuyla ABD ’de mesleki kurslara katıldı. 1993 yılında İstihbarat Şefi, 1995 yılında da Milliyet Ankara Temsilcisi ve koşe yazarı oldu.
Ankara Universitesi İletişim Fakultesi ve Gazi Universitesi İletişim Fakultesi ’nde, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı ’nda araştırmacı gazetecilik dersleri verdi.
CNN TURK ’te Ankara Kulisi programını sundu. Milliyet Gazetesi'nin Ankara temsilcisi olarak calıştı. aynı gazetede Yon başlığı altında koşe yazıları yazdı. Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yonetmeni gorevi yapmaktadır.
7 Temmuz 1998 gunu Makedonya gezisinde Başbakan Mesut Yılmaz ve heyetinin bulunduğu konvoyda meydana gelen trafik kazasında Fikret Bila da ağır yaralandı. Bu kazada sol gozunu kaybetti.
Fikret Bila, evlidir. Cocukları vardır.
30 Temmuz 2013 tarihinde Milliyet Gazetesi ’nde Genel Yayın Yonetmeni Derya Sazak ’ın yerine Fikret Bila getirildi.
8 Haziran 2016 tarihinde Milliyet gazetesi Genel Yayın Yonetmeni gorevinden istifa etti.
Kitapları :
2010 - Komutanlar cephesi
2007 - Komutanlar cephesi
2007 - Ankara'da Irak Savaşları
2004 - Hangi PKK: Satranc Tahtasındaki Yeni Hamleler
2003 - Sivil Darbe Girişimi ve Ankara'da Irak Savaşları
2001 - Phoenix: Ecevit'in yeniden doğuşu
Odulleri :
2007 Abdi İpekci Yılın Gazetecisi Odulu,
2007 Cağdaş Gazeteciler Derneği Mustafa Ekmekci Ozel Odulu,
2007 Turkiye Gazeteciler Cemiyeti Yılın Roportaj Odulu,
1998 Kocaeli Universitesi Yılın Gazetecisi Odulu,
1994 Maliye Bakanlığı Odulu,
1994 Cağdaş Gazeteciler Derneği Yılın Haber Odulu,
1993 Cağdaş Gazeteciler Derneği Yılın Haber Odulu,
1992 Turkiye Gazeteciler Cemiyeti Yılın Gazetecisi Odulu.
2011 yılında akciğer kanseri nedeni ile vefat eden gazeteci Hikmet Bila (d.1954- 2011) abisidir. Fikret Bila, ağabeyinin defininden sonra kederli ve huzunlu bir yazı yazdı.
İşte o yazı :
Son nefesini verdi, diye Gulden abla cağırınca, gelip yuzunu ellerimin arasına aldım. O, benim cok iyi bildiğim tebessumun duruyordu yine yuzunde. "Bir şey yok, sadece oldum, o kadar, uzulmeyin" der gibi...
O tebessumunu aldım abi, bende... Bizimkiler uzulmesin diye herkesten once toplayıp icine attığın acıların, uzuntulerin uzerine cektiğin o tebessum. Sana bakan herkesi rahatlatan o malum tebessumun. Olumle penceleşip yoğun bakımda gozumu ilk actığımda tepemde gorduğum o sımsıcak tebessum.
"Hikmet Bila" denilince herkesin gozunun onunde beliren o olgun tebessumun. "Nasıl olacak Fikret" diye sorduğunda, "iyi olacak abi" yalanımı yuzume vurur gibi beliren o tebessumunu aldım yanıma. Biliyorum ona cok ihtiyacım olacak.
Biliyor musun, endişelendiğin gibi olmadı. Bir yıldır planladığın gibi kimseyi uzmeden olmeyi başardın. Mehmet abim epilepsi nobeti gecirmedi, ablam ve Sevinc cığlıklar atmadı. Dursun abim uzun uzun sarıldı sana. Hepsi istediğin gibi davrandı. Uzulmesin diye hep uzakta tuttuğun Baran koydu mezara seni, Dursun amcasıyla birlikte. Hic korktuğun gibi olmadı. Babasının oğlu gibiydi, dimdik, ayakta...
Gozlerim cok sık doldu ama soz verdiğim gibi ağlamadım. Hani derdin ya "Fikret sen ağlama ki bizimkiler korkmasın, sonra ağlarsın", aynen oyle yaptım. Ben sonra ağlarım abi... Oğrettiğin gibi kimseyi uzmeden.
Sen, mahallede bana efelenenlere "kucuk abime soylersem gununu gorursun" dediğim abimdin. Beni pataklamaya kalkan buyuk cocuklara "erkeksen abime cıksana" dediğim abim. Sana "kucuk abi" derdim, biliyorsun. Kucuk dediysem abilerimin en kucuğu olduğun icindi. Kucuk dediğime bakma; sen, benim icin kocaman bir abiydin her zaman.
Kucuk abi;
Yatağının başucunda, yuzun ellerimdeyken, cocukluğumuz gecti gozumun onunden. Aklıma once o Afrikalı ac kız cocuğu geldi. Hani kolunda mika bilezik olan var ya; işte o! Gazetede o aclıktan iskelete donmuş kucuk kıza bakarken, "bana aclığından daha cok şu kolundaki mika bilezik koyuyor" demiştin. Anlamamıştım. "Yani şoyle" diye izah etmiştin; "Ac olmasına ac da, kız cocuğu ya bir de guzel olmak zorunda ya, işte o koyuyor, suslenmiş kendine gore yavrum..."
Nedendir bilmem ama yuzune bakarken bu geldi aklıma. Hic unutmamıştım o bakış acını. Kız cocuklarına neden daha cok uzulduğunu, neden once onları koruyup kolladığını, ablama aldığın ilk hediyenin neden pudra olduğunu o zaman anlamıştım. Belki o yuzden, yuzune bakınca ilk o kucuk kız geldi aklıma.
Sonra, Zonguldak belirdi. Sana hayıflandığım, kustuğum arı savaşı geldi aklıma.
Hani, ağac kovuğundan boluk boluk cıkıp bize saldıran eşek arılarına karşı elindeki dalla tek başına savaşırken, beni ikide bir kovduğun, o heyecanlı macera. Elimde dal her hamle yaptığımda kovalamıştın beni. Beni niye ekibe almıyor, Melih'ten ne farkım var diye gonul koyduğum o arı savaşı. Ağzın gozun şiş icinde arıları uzaklaştırdığında bile anlamamıştım beni niye savaşa sokmadığını. Avuclarımdaki tebessumunden şimdi anladım.
Sonra 1969'a takıldım. Amstrong Ay'a ayak basmış, biz niye bir fuze yapmıyoruz, deyişin geldi aklıma. Dursun abimin tehlikeli diye soz verip de ocak ambarından bir turlu getirmediği karpiti, maden işcilerine yalvarıp nasıl aldığımızı, gizlice komurluğe nasıl heyecanla sakladığımızı. Beşlik zeytinyağı tenekesinden yaptığın fuzeyi, evin arka bahcesine ozenle actığımız kucuk kuyunun uzerine nasıl heyecanla yerleştirdiğimizi; ince oluktan gonderdiğimiz su karpite değdiğinde cıkan o gaz sesini ve ip gibi cektiğimiz barutla gonderdiğimiz ateşi alınca, teneke fuzemizin yukarı doğru fırladığını, o anda birbirimize sarılıp nasıl da "biz Ay'a da gideriz" havasına girdiğimizi, hatırladım. Tebessumun de vardı, yine...
Daha 12 yaşında nasıl koca bir abi olduğunu hatırladım. Kulağım ağrıyor diye sabahın 3'unde kucuk sobamızı nasıl nar gibi yaktığını; havlu ısıtıp kulağıma koyduğunu, havlu cabuk soğuyor diye kızarttığın sıcak ekmekleri havluya nasıl sardığını hatırladım. Kulağımın ağrısını hissetmeyeyim diye nasıl sabaha kadar susmadan konuştuğunu; daha o yaşta, kutupların keşfinden gezegenlerin sıralanışına, Edison'un kim olduğuna; sabunun zeytinyağından yapıldığından, Uzun Hasan'ın komuru nasıl bulduğuna kadar ne cok şey oğretmiştin. O geceyi hatırladım; tebessum ediyordun yine...
Ayakkabı alınma sırası sana geldiği halde; naylon ayakkabılarını telle nasıl diktiğin geldi gozlerimin onune. Sonra anneme gidip, "benim ayakkabım sağlam, Mehmet abime alalım, daha dun bayıldı ya, iyi gelir" diye buyuk buyuk konuştuğunu, hatırladım. Hatırladın mı, gibisinden baktım tebessumune...
Rahat uyu kucuk abi;
İnsanların sana nasıl sevgiyle koştuklarını dun gordum. Seni neden sevdiklerini anlattılar. Anlamışlar seni. O insanlığın, inceliğin, durustluğun, sevgi dolu yureğin bulmuş yerini; rahat uyu!
En cok Baran'ı merak ettiğini biliyorum.
Baran'ı merak etme abi...
Artık iki oğlum var:
Buyuğu Baran,
Kucuğu Cem...
Hele beni hic merak etme...
Herkes bir toparlansın...
Ben sonra ağlarım abi...