
Her insanın hayatı kendi tÂkati nisbetince imtihanlarla dolu… Kimi buna kader diyor, kimi imtihan, kimi depresyon, kimi de “Âmu ’l-huzn” yani “huzun yılı” diyor.
“(YÂkub

Okuyucularımızdan bir kardeşim arayıp:
“-Hocam, mu ’min depresyona girer mi?” veya “İmtihanlar karşısında kanatları kırılıp huzunle dolar mı? Eğer depresyon veya başka adı ile huznun dibine cokup kalırsa, bu îman zaafiyeti midir?” diye sordu.
Hangi insan diyebilir ki, ben hic imtihandan gecirilmedim; hayatın bÂdireleri karşısında huzun diyarından gecmedim diye…
“Usve-i Hasene” olan Peygamberimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- bu hususta da ornek olmuş. Hayatın bazı bÂdireleri karşısında bunalmış, ici huzun dolmuş! Oyle ki bu huznu bazen cok uzun surmuş. MÂlum olduğu uzere, en sevgili hanımı Hazret-i Hatice Annemizin vefatı ile birlikte, onun yokluğu hep yureğini yakmış… En sevdiği amcasının îmansız vefat etmesi, omru boyunca icinde kanayan bir yara olmuş Âdeta…
Bazen İslÂm duşmanlarının alayları ve soruları karşısında bunalmış, haftalarca vahiy gelmemiş; kÂfirler O ’nunla:
“-Rabbin Seni unuttu, bak gokten artık Âyet gelmiyor!..” diye alay etmiş.
HUZUN YILI
En sevdiği hanımına zina iftirası atılmış, caresiz kalmış, bir ay Âyet-i kerîme gelmemiş. Daralmış, zorlu bir imtihandan gecmiş ve bize her hususta olduğu gibi, huzunde, uzuntude kısacası depresyona girip bunalınca neler yapılacağına dÂir yine en guzel ornek olmuş.
Demek ki, uzulmek, huzunlenmek, huznun uzun surmesi, bugunun tabiri ile “depresyon hÂlleri” olmuş, ama O, dipsiz kuyularda umitsiz kalmamış.
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- hep duÂya sarılmış. “Ben huzun yılındayım. Bir muddet dînimi tebliğ etmeyi bırakıyorum, kafamı dinleyeceğim, tatile gideceğim!” dememiş.
Bilakis o en zor zamanlarında dÂvÂsına hizmetle daha fazla meşgul olmuş. Bunalım mekÂnlarından “Tebdîl-i mekÂnda ferahlık vardır.” dusturunca ayrılmış, ama başka yerde tebliğine devam etmiş. O bolgenin insanı, onu yorup incittiyse, yeni diyarların insanlarının gonul kapılarını calmış. YÂkub -aleyhisselÂm- ’ın diliyle ifade edilen:
“Ben gam ve kederimi sadece AllÂh ’a arz ediyorum…” (Yûsuf, 86) Âyet-i kerîmesi mûcibince namaz ve duÂsını artırmış, Kur ’Ân Âyetlerinde tesellî bulmuştu.
KAHRIN DA HOŞ LUTFUN DA HOŞ!
Demek ki, bu bunalım, imtihan veya depresif hÂlleri ve bu devredeki zamanı iyi kullanmak, Rabbimize yaklaşmak icin bir vesîle kabul etmek lÂzım…
Tasavvufta bu hÂller; bunalım, ice kapanma ve daralmalar, Rabbe yakınlaşmak icin bir vasıta kabul edilmiş ve buna “kabz hÂli” denmiş. Bir yerde kabz varsa, ardından AllÂh ’ın izni ile “bast: genişlik, ferahlık” gelecektir. Bu yuzden evliyÂullah bu zor imtihanlar icinde iken:
“Kahrın da hoş, lutfun da hoş!” diyebilmiş, niceleri de:
“Derman arardım derdime, Derdim bana derman imiş.” mısrÂları ile bu sırrı fısıldamış hÂl ehline… Bu hÂller Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfte de şoyle ifade edilir;
“…Allah hem sıkar, hem acar.” (el-Bakara, 245)
“Allah TeÂlÂ, dilediği zaman ruhlarınızı kabzeder ve dilediği zaman size onları tekrar verir.”(BuhÂrî, MevÂkid, 35)
Velhasıl mu ’min huzunlenir; huznu uzun surerse deprosyana da girebilir. Ama Rabbinden umit kesmez, O ’na dayanır. Bu hÂller gecicidir. Eğer insan, onunla mucadele etmeyi bilirse, bu menfî hÂlden zarar gormek bir tarafa; istifade ederek, guclenerek cıkar.
Oyleyse kul, başına huznun ve musibetlerin sağanak sağanak yağdığı, kacacak bir yer ve zaman bulamadığı demlerde; du ve ibadetini artıracak… Eğer bunu başarabilirse, bu bir îman zaafı değil, bilakis îmÂnını takviye eden acı bir ilÂc gibidir. Sabrederse hem şifa bulur, hem de mÂnen derecesi artar.
HAKİKİ MUMİN DEPRESYONA GİRMEZ
Yok, eğer kişi bu hÂllerde:
“-Bunlar neden benim başıma geldi? İcim sıkılıyor, daralıyorum. Depresyondayım!” der ve kulluğu, bilhassa namazı-niyazı terk ederse, başka bir ifadeyle Rabbinden umit keser, hatta Rabbine kızıp şeytanın vesveseleri ile kulluğu terk ederse, işte o zaman durum tehlikelidir. Hakikî bir mu ’min boyle bir depresyona girmez, girmemelidir. Yoksa îman, avuctan su gibi akıp gidebilir, Allah korusun!..
Bir ahbÂbımı ziyaret ettim. Gencecik yaşında menopoza girmiş. Cok uzgundu.
“-Neden bu kadar genc yaşta?” diye sordum.
Erken yaşta evlenmiş ve evliliği maalesef bazı şerli kişilerin sihir ve buyu yaptırmaları sebebi ile Âdeta zindana donmuş. Başına gelenleri şoyle anlattı:
“-Sabahtan akşama sadece uyuyordum, evime hic bakamıyor, eşimle konuşamıyordum. Oyle ki, hayattan hicbir beklentim kalmamıştı. Buyuk bir bunalım icindeydim ve yedi yılım boyle gecti. Hic cocuğumuz olmamıştı. Bu cocuksuzluk imtihanı, hayatımızı daha da zorlaştırıyordu.
COK UZULMUŞTUM
O sıralar bir akrabamın yeni evlenen kızları, hemen anne olmuştu. Onu ziyarete gittim, cok uzulmuştum. Ağlayarak evime geldim. Gunlerce seccade uzerinden kalkmadım. Ağladım, du ettim. Sanki Rabbimin huzurunda ağladıkca uzerimden damla damla huznum akıyor, ben ferahlıyordum. Bu ferahlık neticesinde gunlerimi namaza ve Kur ’Ân ’a rabtetmiştim. O sıralarda eşim, bir Allah dostu olan Denizlili rahmetli Ali Ege Hoca ’yı ziyarete gitti. Tanışma faslından sonra eşime:
“-EvlÂdım, kac cocuğun var?” diye sormuş.
Eşim, boynunu bukup:
“-Hic evlÂdımız yok efendim.” demiş.
Hazret, hasta yatağından doğrulup cebinden bir du yazılı iki kÂğıt cıkarmış, bunları sarmış ve:
“-Bunu eşinle beraber uzerinizde taşıyın. Hayırlı, sÂlih bir oğlunuz olur inşÃ‚allah.” demiş.
Eşim eve gelince olanları anlattı. Buyuk bir teslimiyetle bu duÂları uzerimizde taşıdık ve bir ay sonra da doktorum, anne olacağımın mujdesini verdi. Tam yedi yıl sonra bu mujdeli haber, bizi sevince boğdu. Bunlar sadece samimi du ve yakarışın henuz başlayan rahmet tecellîlerinin ayak sesleri idi.
Bir gun eşim yanımda uyuyordu. Ben de “Doğumu yaklaşmakta olan yavrumuz icin bir kurban adasam, hem Rabbimize karşı bir şukrumuz olur!” diye duşundum. Ama maddî durumumuz pek musait değildi. Eşime nasıl soylerim diye duşunurken eşim uyuduğu yerden fırlayarak uyandı.
“-Ne oldu?” dedim. Ruyasında:
“-Kalk, adağını kes!” diye seslenmişler. O:
“-Ne adağı?” deyip fırlamış.
Ağlayarak az once icimden gecen adağı soyledim. Ertesi gun eşim bir kurban kesip fakir-fukaraya dağıttı. Bir hafta sonra bebeğimiz doğdu, ama mosmordu. Uzun sure ağlamadı. Doktorum oldu zannetti. Meğer anne karnında bebeği besleyen kordon curumuş, bebek gunlerdir ac kalmış ve olmek uzere iken bir mûcize gibi dunyaya gelmiş. Doğduğunda Afrikalı cocuklar gibi, bir deri, bir kemikti. Belki olecekti, ama Rabbim ona can vermeyi murÂd etmiş. Bunu da adadığımız bir kurban vesîlesi ile bize bildirmişti.
DUA VE GOZYAŞI İLE ARINALIM
O, yavruyu da verecekti, ama kul olarak bizim O ’na gonulden sığınmamızı, yalnız O ’ndan talep edip ayağımıza takılan prangalardan kurtulmamızı istiyordu. Yani hÂlisÂne duÂ, sadaka ve sÂlih zÂtların himmeti!.. Kardeşim, butun depresyon ilÂcı bu!” diyerek her şeyi ozetledi.
Rabbimiz, zulum olsun diye zorluk ve cileler yazmaz kaderimize... Kendisine yaklaşalım; du ve gozyaşı ile arınalım, makamımız Âlî olsun diye basamaklar koyar sadece... Kimi, basamağa ayağı takılınca, oturur, ağlar, isyan eder. O basamağı koyana belki de kufreder!..
Kimisi de basamağa takılınca, acıyan ayağına bakar; “Bu bel benim başıma niye geldi, bu bir îkazı olsa gerek!” der, istiğfar ve du ile kendine gelir. Bundan sonra onune cıkan basamaklara karşı daha uyanık ve tecrube sahibi olduğu icin şukreder ve bir ust basamağa sıcrar. Boylece yukselir, yukselir; t ki maksada ulaşır.
Tercih bize kalmış; ya cileye katlanıp sabredeceğiz, uyanık olacak, zahmeti rahmete cevirecek ve iki cihan saÂdetine kavuşacağız ya da iki dunyada mutsuz ve kayıpta olacağız!..
Rabbimiz, bir kudsî hadîsinde şoyle buyurur: “Beni kalbi kırıkların yanında ara!” (Ebû Nuaym, Hilye, II, 364)
İMTİHANLARIMIZIN BOL OLDUĞU ZAMANLAR
Gercekten en hisli niyazlarımız, kalbimizin kırık ve huzunle dolu olduğu zamanlardaki duÂlarımız değil midir? Rabbimize en yakın olduğumuzu hissettiğimiz anları şoyle bir hatırlayalım; muhakkak imtihanımızın en bol olduğu veya dert ve hastalıklarımızın zirvede olduğu zamanlardır.
İşte bu yuzden Bakara Sûresi ’nde şoyle buyrulur;
“Biz sizi korku, aclık, mal, can ve urunlerden eksiltmek sûretiyle kesinlikle imtihandan geciririz. Sabredenleri mujdele! Onlar başlarına bir felaket geldiğinde, «Biz yalnız AllÂh ’a aidiz ve O ’na doneceğiz!» derler. Rablerinin bağışlaması ve rahmeti onlaradır. Doğru yola ulaştırılanlar da onlardır.” (el-Bakara, 155-157)
Rabbimiz, sevdiği kullarına daha cok bel ve musibet gonderir ki, o kul, sabretsin, şukretsin ve Rabbine yaklaşsın. Bu sebeple en buyuk musibet ve imtihanlar, oncelikle peygamberlerin başından gecmiştir.
Nasıl insan, zor zamanında dostunu-duşmanını daha iyi tanırsa, CenÂb-ı Hak da kullarını bu zor imtihanlar zamanındaki duruşu ile mu ’min, munÂfık veya kÂfir olarak gruplara ayırıyor.
EN BUYUK İLACIMIZ İBADET VE KULLAUĞUMUZ
Gunumuzde herkes bunalım ve depresyonda olduğunu soyleyerek avuc avuc sÂkinleştirici ilÂclar kullanıyor. En buyuk ilÂcımız, îmÂnımız ve o îmÂnı besleyen ibadet ve kulluğumuz... Bir de sÂlihler meclisinde bulunursak, cevremizde hakkı ve sabrı tavsiye eden gonul insanları varsa, artık her imtihan, Rabbe kurbiyet (yakınlık) olur, inşÃ‚allah!
Unutmayalım; îman varsa, imkÂn vardır. İmkÂn varsa, onu hak yolunda kullanmak lÂzım. Derdimizi bile Allah yolunda hayra ceviren kullardan olmamız, boylece gercek kazananlar defterine yazılmamız du ve niyÂzıyla…
Rabbim, imtihanlarımızı kolay kılsın. Bizi, bizden onceki ummetlerin ağır imtihanları ile yoklamasın. Bizi, kendisine ve rızÂsına rahmet ve lutfuyla yaklaştırsın. Âmîn…
Kaynak: Halime Demireşik, Şebnem Dergisi, Sayı: 126
İslam ve İhsan