
Heva ve heves ne demektir? Heva ve heves ile ilgili hadisler...HevĂ‚ ve hevesi terk etmekle ilgili hadisler ve hadislerin acıklaması…
1- Ebû Hureyre (r.a) ’den rivĂ‚yet edildiğine gore Resûlullah şoyle buyurmuştur:
“Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet de nefsin istemediği şeylerle cepecevre sarılmıştır.” (BuhĂ‚rî, RikĂ‚k, 28; Muslim, Cennet, 1. Ayrıca bkz. Ebû DĂ‚vûd, Sunnet, 22; Tirmizî, Cennet, 21; NesĂ‚î, EymĂ‚n, 3)
2- Ebû Hureyre ’den (r.a) rivĂ‚yet edildiğine gore Resûlullah şoyle buyurmuştur:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ cenneti yarattığı vakit Cibrîl ’e:
«–Git ona bir bak!» buyurdu. O da gidip cennete baktı ve:
«–Ey Rabbim! Senin izzetine yemin olsun ki, cennetin bu guzelliğini işitip de ona girmeyen kimse kalmayacaktır» dedi.
Allah TeĂ‚lĂ‚ cennetin etrafını nefsin hoşlanmayacağı şeylerle kuşattı. Sonra:
«–Ey Cibrîl! Şimdi git ona bir daha bak!» buyurdu.
CebrĂ‚il (a.s) gidip bir daha baktı. Sonra da:
«–Ey Rabbim! Senin izzetine yemin olsun ki, ona hic kimsenin giremeyeceğinden korkarım» dedi.
CenĂ‚b-ı Hak, cehennemi yaratınca yine:
«–Ey Cibrîl! Git, bir de şuna bak!» buyurdu.
O da gidip baktı ve:
«–Ey Rabbim! İzzetine yemin olsun ki, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!» dedi.
Allah TeĂ‚lĂ‚ onun etrafını nefsin hoşlandığı şeylerle kuşattı. Sonra da:
«–Ey Cibrîl! Git ona bir kere daha bak!» dedi.
O da gidip baktı. Sonra geldi ve:
«–Ey Rabbim, izzetine yemin olsun, tek bir kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum» dedi.” (Ebû DĂ‚vûd, Sunnet, 21-22/4744; Tirmizî, Cennet, 21)
3- Ebû Berze ’den (r.a) rivĂ‚yet edildiğine gore Nebiyy-i Ekrem şoyle buyurmuştur:
“Sizin hakkınızda en cok korktuğum şeylerden biri, mîdeleriniz ve iffetleriniz hususunda sizi azgınlığa surukleyen şiddetli arzular, diğeri de hevĂ‚ ve hevesinizin sizi dalĂ‚lete duşurmesidir.” (Ahmed, IV, 420, 423; Heysemî, I, 188; Ebû Nuaym, Hilye, II, 32)
4- Ebû MĂ‚lik el-Eş ’arî (r.a) der ki:
Ashab-ı KirĂ‚m Peygamber Efendimiz ’e:
“–Ey Allah ’ın Resûlu! Bize bir dua oğretin de sabahleyin, akşam olunca ve yatağımıza yattığımızda onu okuyalım!” dediler.
Resûlullah onlara şoyle demelerini tavsiye etti:
“Ey goklerin ve yerin yaratıcısı, gizliyi ve aşikĂ‚rı bilen Allah ’ım! Sen her şeyin Rabbisin. Senden başka ilĂ‚h olmadığına melekler de şahitlik eder. Biz nefislerimizin şerrinden, kovulmuş olan şeytanın şerrinden, onun bizi şirke duşurmesinden, aleyhimize olacak kotu işleri yapmaktan veya bir Muslumana zarar verip kotulukte bulunmaktan sana sığınırız.” (Ebû DĂ‚vud, Edeb, 100-101/5083)
HADİSLERİN ACIKLAMASI CenĂ‚b-ı Hak, imtihan dunyasına gonderdiği insanı, hayra da şerre de istîdatlı olarak yaratmıştır. Ona fucûru da takvĂ‚yı da oğretmiştir. Butun işlerde “Bu kotudur, şer ve gunahtır, nefsi fenalığa suruklemektir, dolayısıyla bunu yapma! Şu da takvĂ‚dır, hayır ve itaattir, fenĂ‚lıktan korunmadır, bunu yap!” diye şerri ve hayrı, kotu ve iyiyi, zarar ve faydayı ilhĂ‚m ederek birinden sakındırmış, diğerini yapmanın ise iyi olacağını telkin etmiş ve bildirmiştir. (Şems 91/7-8)
Buna ilĂ‚veten CenĂ‚b-ı Hak, peygamberler ve kitaplar gondermek sûretiyle doğru ve yanlışı acıkca beyan etmiş, helĂ‚l ve haram diye olculer koymuştur. Sonra da akıl, idrĂ‚k ve irĂ‚de verdiği insanı imtihan etmek icin, bu iki yol arasında kendi tercihi ile başbaşa bırakmıştır.
Âyet-i kerimede şoyle buyrulur:
“Ona hayır ve şer iki yolu da gostermedik mi?” (Beled 90/10)
Ancak insanın nefsi, şeytanın da saptırmasıyla helĂ‚llerden ziyĂ‚de haramlara heves eder. Yasaklar ve cirkinlikler ona daha guzel ve cĂ‚zip gelir. Nefis; ibadetlerin, hayr u hasenĂ‚tın meşakkatine, zorluklarına ve bedeline katlanmaktan hoşlanmaz. Kolayına gelen ve hoşuna giden zevk, eğlence, menfaat gibi şeylere yonelir. İşte buna nefsin hevĂ‚ ve hevesi denir.
HEVA NEDİR? HevĂ‚; istek, heves, meyil, şĂ‚hinin inişi gibi hızla suzulup inmek, duşmek, mahvolmak, kabın boş olması, sonucsuz ve değersiz gibi mĂ‚nĂ‚lara gelir. Daha cok, nefsin akıl ve din tarafından yasaklanan kotu arzulara duyduğu temĂ‚yule; doğruluk, hak ve faziletten saparak haz ve menfaatlere yonelmesine denir. Dolayısıyla hevĂ‚ ve hevesi terk etmek, bir mu ’minin en muhim vasıflarından biridir. Cunku hevĂ‚, aklın Ă‚fetidir.
İnsanoğlu bu Ă‚leme kulluk imtihĂ‚nı icin geldiğinden, olum Ă‚nına kadar nefsin hevĂ‚ ve hevesleriyle mucĂ‚dele etmek, onu ibadet ve hayırlara sevketmekle vazifelidir. İnsan, velĂ‚yetin en ust derecelerine dahî yukselse; dunya, nefis ve şeytanın hîle, vesvese ve tuzaklarıyla her an karşı karşıyadır. ZĂ‚ten kulluğun kıymeti de, bu tehlikeleri bertarĂ‚f edip şu fĂ‚nî Ă‚lemin cezbedici aldatmacalarından sıyrılarak takvĂ‚ya burunmek ve netîcede Hakk ’a yonelmektedir.
Ancak nefsin hevĂ‚sı ile mucĂ‚dele o kadar kolay bir mesele değildir. Bu sebeple “Buyuk Cihat” olarak isimlendirilmiştir.
Resûlullah, hevĂ‚ ve heveslerine karşı mucĂ‚hede yapan kimseleri:
“(Hakîkî

Cunku cephedeki cihat farz-ı kifĂ‚ye iken, kişinin hevĂ‚sıyla cihatı farz-ı ayındır.
EN BUYUK CİHAT İbrĂ‚him bin Edhem (r.a) der ki:
“Cihatın en şiddetlisi hevĂ‚ ile mucĂ‚hededir. Kim nefsini hevĂ‚sından menederse dunyadan ve onun belĂ‚larından rahata kavuşur. Onun eziyet ve sıkıntılarından korunmuş ve selĂ‚mete ermiş olur.” (Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 18)
CenĂ‚b-ı Hak, nefislerini tezkiye ederek gunahlardan temizleyen, takvĂ‚ ile terbiye ederek geliştiren ve feyizlendiren kimselerin, gercek kurtuluşa ereceklerini ust uste ettiği en kuvvetli yeminlerle haber vermiştir. (Şems 91/1-9)
NEFSİ TEZKİYE ETMEK Nefsi tezkiye etmek; onu kirletecek kufur, cehĂ‚let, kotu duygular, yanlış inanclar, fena huylar, hevĂ‚ ve hevesler gibi mĂ‚nevî kirlerden temizlemektir.
Nefsini korumayıp gunahlarla alcaltarak karanlıklara gomen hileci kimseler ise, onu bozup fenalaştırmak sûretiyle gercekten zarar ve husrana uğramışlardır. CenĂ‚b-ı Hak bunu da ust uste yaptığı pek cok yeminden sonra haber vermiştir. (Şems 91/1-10)
Cunku tezkiye edilmeyen ve kendi başına serbest bırakılan nefis, sınır tanımaz şehvet ve arzulara gomulerek sahibini saptırır ve onu hem dunyada, hem de Ă‚hirette felĂ‚ketlere surukler.
Nefsinin hevĂ‚sına tĂ‚bî olan kimse akılsız ve Ă‚ciz bir insandır. Nefsi ona hem yanlışlar yaptırır, hem de Ă‚hirette kurtulabileceğine dĂ‚ir umitler verir. HevĂ‚sına tĂ‚bî olan bu Ă‚ciz insan, hem dunyada Allah ’a isyan etmek hem de Ă‚hirette cennete girmek gibi bir şeyin olamayacağını bir turlu anlamak istemez. Kalbinin temiz olduğu, Allah ’ın merhametle muĂ‚mele edeceği kuruntularıyla avunup durur. Bunları Peygamber Efendimiz ’in şu hadis-i şerifinden anlıyoruz:
“Akıllı kişi, nefsine hĂ‚kim olan ve olum sonrası icin calışandır. Âciz kişi de, nefsini hevĂ‚sına tĂ‚bi kılan ve Allah ’tan dileklerde bulunup duran (bunu kĂ‚fî goren)dir.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 25/2459. Ayrıca bkz. İbn-i Mace, Zuhd 31; Ahmed, IV, 124; HĂ‚kim, IV, 251)
İnsan, nefsinin hevĂ‚sına uyduğunda, rûhunu faziletli ve erdemli şeylerle temizlemekten uzaklaşıp onu kotu ameller ve cirkin ahlĂ‚k ile fesada verir. Sonunda onu hayvĂ‚nî gĂ‚yeler, şeytĂ‚nî ve karanlık hislerle curutup kokutarak maddiyĂ‚ta gomer ve cehenneme atılmaya mustahak hĂ‚le getirir.
Bu sebeple Allah dostları, nefsin hevĂ‚ ve heveslerini, dînî ve ahlĂ‚kî hayatları icin en buyuk tehlike olarak gormuşlerdir. Cunku Peygamber Efendimiz, “kendisine tĂ‚bi olunan hevĂ‚”yı, helĂ‚k edici şeyler arasında zikretmiştir. (Ebû Nuaym, Hilye-tu ’l-evliyĂ‚, II, 343; VI, 268-269; Beyhakî, Şuab, II, 203/731)
TĂ‚biînin buyuk Ă‚limlerinden MucĂ‚hit şoyle demiştir:
“Allah ’ın şu iki nimetinden hangisi daha buyuktur: Beni İslĂ‚m ’a hidayet etmiş olması mı, yoksa nefsin hevĂ‚sından korumuş olması mı, bilemiyorum?!” (DĂ‚rimî, Mukaddime, 30)
HĂ‚ris el-MuhĂ‚sibî de der ki:
“Duşmanın olan şeytandan sana neler gelirse hepsi nefsinin hevĂ‚sı aracılığıyla gelir.” (er-RiĂ‚ye, s. 325)
Nefsin hevĂ‚ ve hevesi karşısında son derece uyanık ve dikkatli olmak îcĂ‚b eder. Aksi takdirde insan aldanır, nefsin oyununa gelir ve onun sayısız tuzaklarından birine duşer.
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretlerinin Mesnevî ’sindeki nefis ve onun hevĂ‚sıyla ilgili îkazlarından bir kısmı şoyledir:
“Nefis sahibi kimse kendi icindeki nefsi bırakır da duşman nerede diye hĂ‚ricte aranır.”
“O nefis sahibi olan kimsenin asıl duşmanı kendi vucûdu icinde nĂ‚z u naîm ile beslendiği hĂ‚lde, hĂ‚ricindekilere kin ve adĂ‚vet gosterir, hiddet ve şiddetle elini ısırır.”
“Oğul; nefsinin sûretini gormek istiyorsan yedi kapılı cehennemin tĂ‚rifini oku!”
“Nefis dediğin uc koşeli dikendir. Her nasıl koysan batar; onun zarar ve sıkıntısından nasıl kacıp kurtulursun?”
“HevĂ‚ ve hevesi terk ateşini, o diken gibi olan nefse vur ve hayırları var eden Allah ’ın lûtuf ve keremine sarıl!”
“Bu alcak nefis seni fĂ‚nî bir kazanca sevketmek ister. Ne vakte kadar o fĂ‚nî kazancla oyalanacaksın, şimdiye kadar oyalandığın yeter artık.”
“Nefis, hayra ve salĂ‚ha dĂ‚ir sana tĂ‚ze tĂ‚ze vaadler verdiği hĂ‚lde binlerce defa o vaadleri, o tevbeleri bozar.”
“Omur, bin sene bile sana muhlet verse, nefsin her gun yeni bir bahĂ‚ne bulur.”
“Eğer o alcak nefis, senden, mĂ‚nevî kazanc sağlayacak sĂ‚lih ameller isterse sakın aldanma! Bu talebin arkasında o duşman nefsin bir hilesi vardır.”
“Nefsin sağ elinde tesbih ile Kur ’Ă‚n vardır, ancak yeninde de hancer ve kılıc saklıdır.”
“Dikkatli ol! Bir ceylanı avlamak icin atını koşturursun; fakat, sen bir domuza av olursun! Yani sen Hak yolunda yurumek isterken nefse esir olursun.”
“Allah sarhoşu olanlardan başka butun insanlar, cocuk mesĂ‚besindedir. HevĂ‚ ve hevesten kurtulmuş olanlardan başkası bulûğa ermiş değildir.”
“Ey bî-namaz/namazsız kimse, sen aklı bağlamış, hevĂ‚ ve hevesin iki elini de serbest bırakmışsın.
Eğer hevĂ‚ ve hevesin ellerini bağlayıp, cilĂ‚cı olan kalbin ellerini serbest bıraksaydın, demir gibi olan kalb, gayb aynası olur ve butun sûretler orada gorunurdu.”
Hak dostlarının ısrarla vurguladığı gibi, hevĂ‚ ve heves, şeytanın en buyuk tuzağıdır. Ona kapılan insan coğu zaman yanlış yaptığını bile anlamaz. Kendini oylesine kaptırır ki gunahlarına istiğfĂ‚r edip Allah ’a donmek aklına bile gelmez.
İmam EvzĂ‚î şoyle anlatır:
Şeytanların başı olan iblis dostlarına:
“Âdemoğullarına hangi yonden ne ile yaklaşıp kandırıyorsunuz?” demiş.
Onlar da:
“–Her taraftan her şeyle yaklaşırız” demişler.
Bunun uzerine iblis:
“–Peki onlara istiğfar yonunden yaklaşabiliyor musunuz?” diye sormuş.
“–HeyhĂ‚t! Ne yazık ki bu cok zor! İstiğfĂ‚r, tevhid (lĂ‚ ilĂ‚he illallĂ‚h) ile birlikte yapılan bir şeydir” demişler.
İblis:
“–Onların arasına oyle bir şey yayacağım ki, ondan dolayı Allah ’a istiğfarda bulunmayacaklar!” demiş ve insanların arasına (nefsin) hevĂ‚ ve heveslerini yaymış. (DĂ‚rimî, Mukaddime, 30)
NEFİS TUZAĞI İlĂ‚hî îkazları duymazdan gelerek şeytanın peşinden giden ve nefse hoş gelen bu cĂ‚zip arzulara tĂ‚bî olan kimseler, kısa suren dunya zevklerinin ardından cehennem azĂ‚bıyla yuzyuze geleceklerdir. Cunku onlar, birinci hadisimizde ifade edilen nefis tuzağına kendi istekleriyle ve bile bile duşmuşlerdir.
İlĂ‚hî imtihanın bir îcĂ‚bı olarak cehennemin yollarına nefsin hevĂ‚ ve hevesleri serilmiştir. Onların peşinde koşanlar, yolun sonunda cehennem bekcisi MĂ‚lik ’in kendilerini beklediğini goreceklerdir. Cennetin yolları ise nefse gore diken ve taşlarla doludur. Orada yuruyebilmek icin nefsin hic de hoşlanmadığı ibadet, fazilet ve fedĂ‚kĂ‚rlıklarda bulunmak gerekmektedir. İnsan nefsi ise, bu gucluklere katlanmak istemez. Fakat hakîkî saĂ‚det, gecici zorluklara katlanıp o perdeleri aralayabilmektedir. İşte nefisle mucĂ‚dele ve mucahede burada devreye girmektedir.
“ZEHRİ ALTIN KASE İLE TAKDİM EDERLER” Nefis kendi hĂ‚line bırakıldığında, sonunu hic duşunmeden dĂ‚imĂ‚ hoşuna giden şeylerin peşine duşer. Ancak unutmamak lĂ‚zımdır ki, “Zehri altın kĂ‚se ile takdîm ederler.” Bir şeyin sadece zĂ‚hirine bakarak hareket edenler, sonunda onun icindeki şeylerin zararını cekmek durumunda kalırlar. Vucutlarındaki cıbanı tatlı tatlı kaşıyanlar, kısa bir muddet sonra kendilerine ızdırap veren buyuk bir yara actıklarını fark ederler.
Hadisimizde, cehennemin, nefsin istekleri ve şehevî arzularla cevrili olduğunun bildirilmesi, insanların cehenneme suruklenmelerinin, coğu zaman nefislerinin hevĂ‚ ve heveslerine uymaları neticeside gercekleştiğini gostermektedir. Nefis devamlı şehevî arzulara meylettiği icin, ikinci hadisimizde Cebrail (a.s.) insanların buyuk coğunluğunun cehenneme suruklenmesinden korkmuştur.
“CENNETİN ZORLUKLARLA KUŞATILMIŞ OLMASI” Hadiste bahsedildiği şekilde “Cennetin zorluklarla kuşatılmış olması”, oraya girmenin ancak Allah ’ın emirlerine tĂ‚bî olmak, nehiylerinden kacınmak, nefsin hevĂ‚ ve heveslerine karşı koymak ve bu yolda karşılaşılacak butun meşakkatlere katlanmakla mumkun olduğunu ifade etmektedir.
Bunları hakkıyla yerine getirmek o kadar kolay olmadığı icin Cebrail (a.s), yine insanların oraya giremeyeceğinden korkmuştur.
ALLAH ’IN EMİR VE NEHİYLERİ NEFSE ZOR GELİR Allah ’ın emir ve nehiyleri nefse zor gelir, lĂ‚kin onlar rûhun ebedî saĂ‚deti icin birer sermĂ‚ye hukmundedir. Nitekim Abdurrahman bin Avf (r.a.) der ki:
“İslĂ‚m, nefse hoş gelmeyen zor emirler getirmişti. Biz hayırların en hayırlısını, nefsimizin hoşlanmadığı bu zor emirlerde bulduk. MeselĂ‚ Resûlullah ile Mekke ’den cıkıp hicret etmiştik. Nefsimize zor gelen bu hicretimizle bize ustunluk ve zafer bahşolundu (zafer yolları acıldı).
Yine isteksiz bir şekilde sanki goz gore gore olume surukleniyormuş gibi Allah Resûlu ’nun maiyyetinde Bedir ’e cıkmıştık. Allah TeĂ‚lĂ‚ o anki hĂ‚limizi şoyle tasvîr eder:
«Pek yerinde ve gerekli bir iş icin Rabbin seni evinden cıkardığı zaman, mu ’minlerden bir kısmı bundan hoşlanmamıştı. Gercek apacık meydana cıktıktan sonra bile, onlar bu hususta seninle munĂ‚kaşa ediyorlardı; sanki goz gore gore olume sevk ediliyorlardı.» (EnfĂ‚l 8/5-6)
NihĂ‚yetinde CenĂ‚b-ı Hak, Bedir ’de de bizler icin ustunluk ve zafer lûtfetti.
VelhĂ‚sıl biz, en buyuk hayırlara hep boyle nefsimize zor gelen emirler sĂ‚yesinde ulaştık.” (Heysemî, VII, 26-27)
TAKVA UZERE YAŞAMAK CenĂ‚b-ı Hak hevĂ‚sını terk ederek takvĂ‚ uzere yaşayan kullarına şu mujdeyi verir:
“Kim de Rabbinin makamında durup hesap vermekten korkar da nefsini hevĂ‚ ve heveslerden alıkoyarsa, şuphesiz onun varacağı yer cennettir.” (NĂ‚ziĂ‚t 79/40-41)
Ummetine cok merhametli olan Allah Resûlu, onların cehennemden kurtularak cennete gitmelerini arzu ettiği icin, her turlu îkazda bulunmuştur. Nitekim ucuncu hadisimizde, Resûlullah, ummeti adına taşıdığı endişelerin başında nefsĂ‚nî arzularla hevĂ‚ hevesin bulunduğunu ifade etmektedir.
Nefsiyle mucĂ‚dele etmeyen, onun her turlu arzusunu yerine getiren kimsenin, sonunda yanlış yollara sapacağı muhakkaktır. Zira Kur ’Ă‚n-ı Kerim ’e gore hevĂ‚, dalĂ‚lete duşmenin en buyuk sebebidir. CenĂ‚b-ı Hak, Resûlullah Efendimiz ’e şoyle emreder:
“De ki: Allah ’ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi. De ki: Ben sizin hevĂ‚larınıza uymam, aksi hĂ‚lde sapıtırım da hidayete erenlerden olamam.” (En ’Ă‚m 6/56)
Bir başka ayette ise hevĂ‚sına tĂ‚bî olanlardan daha cok dalĂ‚lete suruklenen kimsenin olmadığı bildirilir:
“…Bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah ’tan bir yol gosterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir! Elbette Allah zĂ‚lim kimseleri hidĂ‚yete iletmez.” (Kasas 28/50)
Zira kişi, ya Allah ’ın emirlerini yerine getirecektir, ya da nefsinin arzularına uyacaktır. İkisini bir arada yapması mumkun değildir. ŞĂ‚ir bunu ne guzel ifade eder:
İki kıble ile tevhîd yolunda doğru gidilmez,
Ya dostun rızĂ‚sı gerek, ya nefsin hevĂ‚sı.
Nefsi doyurmak ve kendiliğinden yanlışları terk etmesini sağlamak mumkun değildir. Ona arzularını tattırdıkca daha fazlasını ve daha buyuğunu ister. MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri bunu ne guzel tasvîr eder:
“Şehvet ateşi sarfedilmekle eksilmez. Onu Ă‚tıl bir vaziyette bırakmaktan ve bu sûretle azaltmaktan başka cĂ‚re yoktur. Ateşe odun attıkca o ateş nasıl soner?”
İnsanın azgınlaşan nefsi zamanla oyle şeyler ister ki, onlar yapıldığı takdirde ne ferdin, ne toplumun ne de kĂ‚inĂ‚tın duzeni sağlam kalabilir. Cunku nefis işin hep zevk ve eğlence tarafını duşunur, hak ve hakikatle hic ilgilenmez.
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Eğer hak, onların hevĂ‚larına tĂ‚bî olsaydı (Kur ’Ă‚n onların hevĂ‚larına gore inseydi), mutlaka gokler ve yer ile bunlarda bulunanlar bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt cevirdiler.” (Mu ’minûn 23/71)
Burada, Kur ’Ă‚n ’ı hevĂ‚larına gore anlayıp tefsir etmek isteyenlerin icinde bulundukları buyuk tehlikeye de dikkat cekmek yerinde olur.
HevĂ‚ ve heveslerinin peşinden gidenler, arzularını her şeyin onune gecirmek sûretiyle onu ilĂ‚hlaştırmak gibi buyuk bir dalĂ‚lete duşerler. Allah ’ın hicbir emrini tutmazken, hevĂ‚ ve heveslerinin her ceşidini yerine getirmek isterler. CenĂ‚b-ı Hak boylelerini ağır bir uslûpla tenkit ederek şoyle buyurur:
“Gordun mu hevĂ‚sını ilĂ‚h edinen kimseyi? Artık ona sen mi vekîl olacaksın?! Yoksa sen, onların coğunun gercekten (soz) dinleyeceğini yahut akledip duşuneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (FurkĂ‚n 25/43-44. Ayrıca bkz. CĂ‚siye 45/23)
HevĂ‚ya uyan kimseler, Allah ’ın Ă‚yetlerini duymazdan gelir ve O ’nun kĂ‚inĂ‚ttaki kudret akışlarını duşunerek ibret almazlar. Gaflet icinde yuzmek nefislerinin hoşuna gittiği icin, bir turlu uyanmak istemezler. Butun bunları, akılları olduğu hĂ‚lde ve gerceği bilerek yaptıkları icin de hayvanlardan daha aşağı bir duruma duşerler. (A ’rĂ‚f 7/179; FurkĂ‚n 25/43-44)
İnsan butun gunah ve kotulukleri nefsin hevĂ‚sına tĂ‚bî olunca işler. Dolayısıyla nefsini ilĂ‚h edinircesine hevĂ‚ ve heveslerinin peşinden giden kimselerden daha kotu bir insan yoktur.
Allah Resûlu, hevĂ‚sına tĂ‚bi olan kimselerden uzak olduğunu, onların da kendisinden uzakta kaldığını haber vermiştir. (Heysemî, VII, 22)
Dikkatle bakıldığında, hadislerde sayılan kotu vasıfların tamamının nefse tĂ‚bî olmak netîcesinde zuhûr ettiği gorulur. Bu sebeple Hz. Omer (r.a), Muslumanlar hakkında en cok korktuğu şeylerden birinin kendisine tĂ‚bî olunan hevĂ‚ ve heves olduğunu soylemiştir. (İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII, 503/37572. Krş. Heysemî, I, 187)
Kur ’Ă‚n-ı Kerim ’in pek cok Ă‚yetinde, hevĂ‚sına tĂ‚bî olanların peşinden gitmek de şiddetle yasaklanmıştır. Cunku bu da insanı helĂ‚ke suruklemektedir. Mu ’minlere duşen vazife, hevĂ‚larına uyan kişilere değil, ilme tĂ‚bi olmaktır. İlmin kaynağı vahiy olduğuna gore, vahiy ile hevĂ‚ birbirine muhĂ‚lif ve zıt şeylerdir. Âyet-i kerimelerde şoyle buyrulur:
“Dinlerine uymadıkca Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden rĂ‚zı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah ’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah ’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 2/120)
“De ki: «Ey Ehl-i kitap! Dîninize Ă‚it konularda haksız yere haddi aşmayın. Daha once gelip gecenlerden hem kendisi sapmış, hem de bircok insanları saptırmış olanların ve şimdi de doğru yoldan sapan birtakım kimselerin hevĂ‚ ve heveslerine uymayın!” (MĂ‚ide 5/77)
Bu sebeple Resûlullah, sık sık nefsin şerrinden Allah ’a sığınmayı tavsiye etmiştir. Dorduncu hadisimizde “Sabah, akşam ve yatarken nasıl dua edelim?” diye soran ashĂ‚bına bir dua oğretmiş ve ilk olarak “Nefsimizin şerrinden sana sığınırız Allah ’ım” buyurmuştur.
Yine Allah Resûlu, hutbe duasında:
“Nefislerimizin şerlerinden Allah ’a sığınırız” buyururdu. (Ebû DĂ‚vud, NikĂ‚h, 31-32/2118; Tirmizî, NikĂ‚h, 17/1105; NesĂ‚î, Cuma, 14)
AshĂ‚b-ı KirĂ‚m ’dan Hz. Husayn ’a:
“–Musluman olursan sana, fayda verecek iki cumle oğretirim” buyurmuş ve iman ettikten sonra ona:
“Allah ’ım, bana en doğru ve en guzel olanı goster ve beni nefsimin şerrinden muhĂ‚faza et!” duasını oğretmiştir. (Tirmizî, Deavat, 69/3483)
ASR-I SAADET İLE SONRAKİ ZAMANLARIN KARŞILAŞTIRILMASI Dolayısıyla Asr-ı SaĂ‚det hevĂ‚ ve hevesten uzak durulan bir devir olmuştur. İbn-i Mes ’ûd (r.a), o guzel asırla sonraki zamanları kıyas ederek bir kişiye şu îkazda bulunmuştur:
“Sen fakihleri cok, cĂ‚hil okuyucuları az olan, Kur ’Ă‚n ’ın harflerini guzel cıkarmaktan ziyĂ‚de ahkĂ‚mına ehemmiyet verilen, isteyenlerin az, verenlerin cok olduğu, namazın uzatılıp hutbenin kısa tutulduğu, amellerin hevĂ‚ ve heveslere tercih edildiği bir zamanda yaşıyorsun. İnsanlar uzerine oyle bir zaman gelecek ki, fakihleri az, cĂ‚hil okuyucuları cok olacak, Kur ’Ă‚n ’ı harf ve kelimelerine riĂ‚yetle duzgun okuyacaklar, fakat hukumlerini tatbîk etmeye ehemmiyet vermeyecekler, isteyen cok, veren az olacak, namazı kısa tutup hutbeyi uzatacaklar, hevĂ‚ ve heveslerini amellerin onune gecirecekler.” (Muvatta ’, Kasru ’s-salĂ‚t, 88; BuhĂ‚rî, el-Edebu ’l-mufred, no: 789)
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz ’den Hayat Olculeri, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan