Her gun besmele ile dukkanını acan bakkalın helal kazancına karışan kir...Her gunku gibi besmele cekerek actı dukkÂnının kapısını. Elindeki anahtarını cebine goturdu. Bir kağıt dolaştı parmaklarına. Paradır dedi, bıraktı. Ama yapışmış gibiydi eline. Cıkarmak zorunda kaldı o kağıdı. Uzerinde bir beyitlik yazı vardı:

“Aynalı Dede calarsa bir gun kapını,

Âhirette nasıl verirsin her gunun hesabını.”

Anlayamadı. Neyin nesiydi? Nereden, nasıl, kim atmıştı cebine bunu? Duşuncelere dalmıştı ki, bir cocuğun sesiyle kendine geldi. Bir kac defa seslenmişti cocuk. Ama duymamıştı onu. İstediğini verip gonderdi. Siftah dedi, besmeleyle attı kasaya.

Gelen giden cok olurdu dukkanına. Alış-verişte olcuyu aşmazdı. Fiyatları uygun olurdu. Muşterisine iyi davranırdı. Babasından oğrendiği kadar dini bilgisi de vardı. Beş vakit namazını elinden geldiğince gecirmemeye calışırdı. Dedikodu nedir bilmezdi. Bugun de dukkÂnı bu sebeplerden dolup taşmıştı. Dilinden bereket sozu duşmemişti.

Oğleye doğru bir ara ortalık sakinledi. “Allah bereket versin. HelÂlinden yine yeterince kazandım” diye geciriyordu icinden. O anda kapıda nur yuzlu, beyaz sakallı, derviş kılıklı, her halinden dinc olduğu anlaşılan bir ihtiyar gorundu. Emin adımlarla yurudu iceriye. Orta yerde durup: “HelÂlinden mi dedin oğul? Halbuki sen temiz olan bir nimeti necis hÂle getiren birisin. Tertemiz ve helÂl olan bir bardak suya bir damla pislik duşse icer misin? İcin cekmez değil mi? Pis olmuştur cunku.”

Bu adam da kimdi? Hic gormemişti onu. Tanışmadığı halde, guzel oğutler veriyordu. Ama şimdi bu sozlerin ne gereği vardı. Yaptığı iş bir ticaretti. Ticarette olcuyu de aşmazdı. Muşterisi de bunun icin coktu.

“Şaşırdın mı oğul? Bunun pisliği nerede? Olculu ticaretine bakıp, kendi kendini anlayamadın mı? Bak şu bira kasalarına! İşte bunlar, temiz suya karıştırdığın pis şeyler. Bu biralar senin pak kazancını kirletiyor. Haram bulaştırıyorsun. Bunu yapan da, satan da, icen de haram işlemiştir.”

Sakince dinleyen bakkal donakalmıştı. Bu bir ticaretti. Haram ya da gunah ise neden imaline izin veriyorlardı? Bu ihtiyar onlardan pek mi iyi biliyordu? Zaten kendisi de icmiyordu. Sadece satıyordu.

Beyaz sakallı adam tekrar konuştu:

“Şuphe!... Şuphe! Seninki busbutun bir şuphe. Şupheni gerceği bulmak icin kullan. Malını ve kazancını temizle. 'Neden mi haram?' sozumu iyi dinlemiyorsun. 'Bir işe sebep olan, o işi yapan gibidir.' Bunun icin yapım, satım ve icmesi arasında bir fark yoktur. İşte Aynalı Dede caldı kapını. Hatırlattı iyiyi. Âhiretteki hesabını kendin duşun” dedi ve bir anda kapıda yok oluverdi.

Bakkal Nurullah, bir sure oylece oturdu. Demek o kÂğıdın sahibi Aynalı Dede buydu. Bir cay icelim bile dememişti ona. Arkasından cıktı. Coktan kaybolmuştu. Nasıl olup da duşunememişti.

Gozleri kapıya cakıldı, kaldı. Duşunuyordu. Bugune kadar neden hic duşunmediğini duşunuyordu. Hayatın hay-huyu icinde neler de yapılıyordu. Bira şişelerini kırıp attı. Tevbe etti. Allah ’tan, bu tur yanlışlara karşı kendisine basîret vermesini diledi.

Kaynak: Adil Coşkun, Altınoluk Dergisi, 1986 - Eylul, Sayı: 7
İslam ve İhsan