
Allah ile bağı kopmuş, O ’na karşı bir sorumluluk hissi taşımayan kimselerde insÂnî oz zamanla curuyecektir. Kur ’Ân-ı Kerim insÂnî ozun curumeye başlamasını kalpte bir hastalığın oluşması olarak takdim eder. Bu hastalık da derece derecedir.Hikmet ehlinden biri der ki: “Ağacın kokunde ve govdesinde icten gelme bir nemlilik ve canlılık kalmamış ise sen onu binlerce nehrin suyu ile sulasan da yine faydasızdır; yeşillenmez ve meyveye durmaz.”
Bitkilerde, meyvelerde ve hayvanlarda hastalanma, kuruma ve curume soz konusu olduğu gibi tedbir alınmazsa insan da curur ve zamanla kokuşur. Diğer varlıklardaki curumeyi cussenin/bedenin curumesi olarak gorsek de insandaki esas curume ondaki insÂnî ozun curumesidir.
KUR'ÂN-I KERİM'DE İNSÂNÎ OZUN CURUMESİ
Rabbimiz Kur ’Ân-ı Kerim ’de insÂnî ozu curumemiş kullardan bahsederken onların “Ulu ’l-elbÂb” olduklarına dikkat ceker. Burada kullanılan kelime dikkat cekicidir. Bu ifadenin icinde yer alan “elbÂb” kelimesi sozlukte “oz” anlamına gelen “lub” kelimesinin coğuludur.
Kur ’Ân-ı Kerim ’de onaltı yerde gecen bu kavram, sozlukte bir şeyin ozu, secilen bolgesi, zÂtı ve hakikati gibi anlamlara gelir. Kelime, -coğu zaman- ici yenip dışı atılan ceviz gibi kabuklu meyve ve sebzelerin icini (ozunu) ifade icin kullanılır1. Tefsirlerde “ulu ’l-elbÂb” gercek akıl sahipleri diye acıklanır. Bazı Âlimler “lubb”un, her turlu şÃ‚ibeden uzak “parlak akıl” diye ifade edebileceğimiz bir mÂnaya delÂlet ettiğini soyleyerek, akl ile lub arasında fark bulunduğunu, bu sebeple her “lub sahibi”ne akıllı denildiği halde, her akıllıya “lub sahibi” denilemeyeceğini ifade ederler2.
Hakîm et-Tirmizî, bu kavramla ilgili şu bilgileri verir:
“Lub, kalpte dorduncu makamdır. Cevize nisbetle ceviz ozunun yağı gibidir. Tevhid nurlarının mekÂnıdır. AllÂh ’a taate koşan, nefis ve dunyadan yuz ceviren RahmÂn ’ın seckin kulları olan muminlerde bulunur. Mevl onlara takv elbisesini giydirmiş ve gunahın her ceşidinden korumuştur. Lub akıldır. Fakat bu ikisi arasında fark vardır. Nitekim kandil ve guneşin ikisi de ışık verir. Ancak iki ışık arasında buyuk bir fark vardır. Bunun gibi akıllar da aynı ismi taşımasına rağmen derece derecedir. Aklın ilk derecesi, fıtrî akıldır. Boyle bir aklın sahibine deli denilemez. Bu kimse soyleneni anlar. Kendisinden bir şeyi yapması ya da yapmaması istenebilir. Boyle bir aklın sahibi, iyiyi kotuden, değerliyi değersizden, zararı kÂrdan, dostu duşmandan ayırabilir. Bu durumda olan kimse, ilÂhî hitaba muhatap olabilir. İnsan buluğa erince akıl nûru biraz daha kuvvetlenir ve mukellef olur. Bu ceşit akıl, îman etmeyenlerde de bulunur. Bir akıl daha vardır ki, AllÂh ’ın hidÂyetiyle aydınlanmıştır. İşte ona da lub denilir. Mecazen ilme akıl da denilmiştir. Fakat AllÂh ’ı bilenler “ulu ’l-elbÂb” olarak adlandırılmışlardır. BinÂenaleyh AllÂh ’ı bilen herkes akıllıdır, ancak her akıllı AllÂh ’ı bilemeyebilir”3 .
Mufessir Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır da der ki: Lub kavramı, “Ulu ’l elbÂb” şeklinde terkip olarak kullanıldığında ici curuk veya kof olmayan, sağlam ozlu, temiz akıllı kimseler anlamına gelir”4.
Bu acıklamalar da gosteriyor ki, Allah ile bağı kopmuş, O ’na karşı bir sorumluluk hissi taşımayan kimselerde insÂnî oz zamanla curuyecektir. Kur ’Ân-ı Kerim insÂnî ozun curumeye başlamasını kalpte bir hastalığın oluşması olarak takdim eder. Bu hastalık da derece derecedir. Bilerek inkÂra ve munafıklığa yonelenlerde insÂnî oz koflaşmış ve curumuş bir safhaya ulaşmışken, gunahlara yonelen duyarsız mu ’minlerde de hastlanma emareleri gorulmeye başlamıştır. Tevbe, istiğfar ve hÂlini ıslah girişimi gibi tedavi vasıtalarına yonelmezlerse onlar da zamanla icten curumeye başlarlar.
İNSÂNÎ OZ CURURSE
İnsÂnî ozun curumesi durumunda kişi yavaş yavaş insanlıktan cıkar, hayvanlaşır ve hatta hayvanlardan cok daha aşağılara yuvarlanır. Cukurlaşmanın ve vahşileşmenin alt sınırı da yoktur. Bu gibi kimseler, dipsiz bir kuyu icinde aşağıların aşağısına doğru hızla yol alırlar.
İc curumesi yaşayan insanlar;
Oncelikle idrak ve akıl hastalığına yakalanırlar. Doğru duşunme melekesini kaybederler. Hakk ’ı bÂtıl, batılı hak gorurler. Fesatcılığı, bozgunculuğu bir ıslah hareketi olarak algılarlar.
Mesuliyet şuurları ortadan kalkar. Ozgurluk adına arzularının esiri olarak sınır tanımaz bir yuzsuze donuşurler. Ayıp, gunah ve hayÂsızlık gibi mefhumlar onların lugatinde yer almaz. Hatta hayÂsızlığı ve iffetsizliği cesaret olarak takdim ederler. Ar damarları catlamıştır.
Boylelerinin dili kirlenmiş, ırz ve namus perdeleri yırtılmıştır. Her ikisinde de sınır tanımazlar. Toplumda gorulen fuhuş bataklığının, pespayeliğin ve her seviyede tecavuz suclarının kaynağı, coğu zaman icleri curuyup kokuşan ve Âdeta bir bataklık haline gelen bu insan gorunumlu aşağılık mahlûklardır.
Hak ve hukuka saygı hassasiyetleri sıfırlanmıştır. Kendilerinin ayakta kalması uğruna Âlemin harap olmasını goze alabilirler. Zira gonullerinde Allah korkusu ve O ’nun huzurunda hesap verme şuuru gibi koruyucu zırhları yoktur. Bu sebeple hırsızlık, gasp, zulum ve hatta cana kıyma gibi durumlar, fırsat varsa yapılabilecek sıradan işlerdir. Hatta fırsatını bulmuşken boylesi imkÂnları kacırmak bir ceşit ahmaklıktır.
İCİ CURUYEN KİMSELER
İci curuyen ve kuruyan kimselerde şefkat ve merhamet suyu da cekilmiştir. Fakirler, yetimler, kimsesizler, mahzun ve kederli gonuller, onların gundemine duşmez. Hatta bu nevi kimseler, topluma yuktur. Acıma bir tarafa, gozlerinden ve dillerinden nefret akar.
İc curume hastalığı, etrafına da sirayet eden bir hastalıktır. Yakınında bulunanlara da bulaşma riski fazladır. Bu sebeple toplumun sıhhatli fertleri ve iktidar sahipleri, bu nevi hastalığa yakalanmış kimseleri tedavi etme ve ettirme noktasında uzerlerine duşen vazifeleri yapmakla sorumludurlar. Aksi halde bataklık haline gelmiş bu kimseler tum toplumun helÂkine bile sebep olabilirler.
Netice olarak insÂnî ozu curutmemek, ancak gonul diriliği ile sağlanabilecektir. Gonullerin diriliği ise Allah ile kurduğu bağın keyfiyeti kadardır. Bu itibarla imanla başlayan diriliği, İslÂm ’ın rahmet suyuyla sulamalı ve ihsanla yani zikirle ve fikirle de surekli beslemelidir. Zira Rabbimiz “Ulu ’l-elbÂb” olmanın ve kalmanın yolunu bu şekilde beyan etmektedir:
“Goklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gunduzun birbiri ardınca gelip gidişinde (ozlerini kaybetmemiş, selîm akıl sahibi olan) “ulu ’l-elbÂb” icin nice Âyetler, işÃ‚retler ve ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları uzerine yatarken surekli Allah ’ı zikreder (hatırlar ve O ’nu unutmaz)lar. Goklerin ve yerin yaratılışı uzerinde tefekkur ederler de «Rabbimiz! Bunları boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden tenzih ederiz. Bizi ateş azabından koru» derler.” (Âl-i İmrÂn Sûresi, 190-191)
Dipnotlar: 1) İbn Manzûr, LisÂnu ’l-arab., I, 729, 730; Âsım Efendi, KÂmus., I, 482; RÂğıb, el-MufredÂt., s. 446. 2) RÂğıb, age., s. 446; Âsım Efendi, age., I, 482. 3) BeyÂnu ’l-fark., 72-76. 4) bk. Elmalılı, age., IV, 2939.
Kaynak: Yrd. Doc. Dr. Adem Ergul, Altınoluk Dergisi, Sayı: 386
İslam ve İhsan