RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, Medîne-i Munevvere ’den hareket etmeden evvel hedef şaşırtmak icin Ebû KatÂde ’yi bir miktar kuvvetle Necid taraflarına gondermişti.
Bu birlik, “İzÂm” denilen bir yere geldiklerinde Âmir bin Adbat isimli bir zÂtla karşı­laştı. Âmir, muslumanlara selÂm vererek kelime-i şehÂdet getirip îmÂn ettiğini bildirdi. Ancak Ebû KatÂde ile birlikte gelenlerden Muhallim bin CessÂme, mÂzîde vukû bulmuş olan şahsî bir cekişme dolayısıyla Âmir ’in gercekten musluman olmadığını soyleyerek onu oldurdu ve eşyÂsına da ganîmet diye el koydu.

"MU'MİNİ KÂFİRDEN AYIRT ETMEK İCİN İYİCE ARAŞTIRIN"

Ebû KatÂde ve birliği Necid ’den donduklerinde AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, Huneyn VÂdisi ’nde oğle namazını yeni ed etmiş ve etrÂfında ashÂbı olduğu hÂlde bir ağacın altına oturmuşlardı. HÂdise kendisine haber verildiğinde şu Âyet-i kerîme nÂzil oldu:


يَااَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اِذَا ضَرَبْتُمْ فِى سَبِيلِ اللهِ فَتَبَيَّنُوا وَلاَ تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقَى اِلَيْكُمُ السَّلاَمَ لَسْتَ مُؤْمِنًا تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيَوةِ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللهِ مَغَانِمُ كَثِيرَةٌ كَذَلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُوا اِنَّ اللهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
“Ey îmÂn edenler! AllÂh yolunda cihÂda cıktığınız zaman, mu ’mini kÂfirden ayırmak icin iyice araştırın. Size selÂm veren kimseye, duny hayÂtının menfaatini gozeterek; «Sen mu ’min değilsin!» demeyin. AllÂh katında cok ganîmetler var. İslÂm ’a ilk once girdiğiniz zaman siz de oyle idiniz. Sonra AllÂh size lutufta bulundu. Onun icin iyice araştırın. Şuphesiz ki AllÂh, yaptıklarınızdan haberdardır.” (en-NisÂ, 94)

MUSLUMAN BİR KİMSEYİ OLDURMEK

O sırada Âmir ’in yakınları gelip Muhallim ’den dÂvÂcı oldu­lar. Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in huzûrunda, uzun uzadıya bir muhÂkemeden sonra Âmir ’in veresesinin muvÂfakatiyle diyete karar verildi ve:

“−Muhallim gelsin de AllÂh Rasûlu onun icin istiğfÂr etsin!” dediler.

Muhallim gelince AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- sordu:

“–Âmir musluman olduğunu soylediği hÂlde sen onu katlettin oyle mi?”

Bu sefer Muhallim:

“–Ey AllÂh ’ın Rasûlu! Benim icin istiğfÂr et!” demek mecbûriyetinde kaldı. Muhallim ’in bu ifÂdesi, sucu bile bile işlediğinin bir îtirÂfı idi. Dolayısıyla muslu­man olduğu hÂlde ve hicbir sucu bulunmayan bir kimseyi oldurmuş olduğundan, curmu, affedilebilecek cinsten değildi. Eğer bu hususta en ufak bir musÂmaha gosterilse, sonra­dan toplum icinde bu tur cinÂyetlerin onu alınamazdı. Bu yuzden, Âlemlere rahmet olarak gonderilmiş olan RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, Muhallim ’in, işlediği bu ağır curum sebebiyle vÂkî olan istiğfÂr talebini reddetti ve hattÂ:

“–AllÂh seni affetmesin!” cumlesini ifÂde buyurdu.[1]

Bundan ibret alan şÃ‚ir KemÂl Edib Kurkcuoğlu, Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in rızÂsını kaybettirecek her turlu davranışlardan ummeti îkÂz sadedinde ne guzel soyler:

İltifÂtından uzak duşmesi eyvÂh eyvÂh,
İki dunyÂda yeter gÂfile husrÂn olarak!..

TOPRAK CESEDİNİ KABUL ETMEDİ!

Nitekim gazab-ı Peygamberî ’ye dûcÂr olarak RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in yanından ayrılan Muhallim, evine kapandı. Bir hafta sonra da kederinden oldu. Yakınları, onu gomduklerinde toprak bu cesedi kabûl etmedi. Tekrar tekrar gomdulerse de yer, her seferinde onu dışarı atmaktaydı. CÂresizlik ve şaşkınlık icinde Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’e gelerek durumu arz ettiler. AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- de:

“–Bu toprak, ondan daha fenÂlarını dahî sînesine kabûl etmiştir, ancak AllÂh TeÂlÂ, size bir ibret gostermek ve «L ilÂhe illÂllÂh»ın kadrini bildirmek istiyor!” buyurup, Muhallim ’i tekrar ve kabrinin uzerine taş koya­rak gommelerini soylediler. (Ahmed, V, 112; İbn-i MÂce, Fiten, 1; İbn-i HişÃ‚m, IV, 302; VÂkıdî, III, 919)

RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, “LÂ ilÂhe illÂllÂh”ın hakkına ve hurmetine riÂyet etmemenin ne kadar buyuk bir fecaat ve bir muslumana haksızlık yapmanın, onu dunyevî menfaatler uğruna oldurmenin ne kadar ağır bir gunah olduğunu gostermek icin bu şekilde davranmış, insanları bu tur hareketlerden şiddetle sakındırmıştır.

ZÂHİREN BİR KUFRU YOK İSE SÛ-İ ZAN EDİLMESİ HARAMDIR

Bu hÂdise, kelime-i tevhîdi soyleyen herkesin musluman kabûl edilmesi gerektiğini bildirir. Bu du­rumdaki bir kişinin, zÂhire aksetmeyen bir kufru yok ise ona sû-i zan edilmesi haramdır.

Bu durum, muslumanların hukum verirken zÂhire bakmaları gerektiğini ve bu husûsun ne kadar muhim olduğunu da gostermektedir. Cunku insanın zÂhire gore hukmetmekte bile yanılma ihtimÂli olduğu hÂlde, bir de ona tespîti imkÂnsız derûnî ahvÂle dayanma yetkisi tanınsaydı, insanlar şahsî kanaatlerine gore pek cok haksızlıklara suruklenmekten kurtulamazlardı.

ZÂhire gore hukmetmeye me ’zûn kılınmanın bir diğer sebebi de, amelleri bozuk birtakım kimselerin; «Sen benim kalbime bak!» gibi bir mÂzerete sarılmalarını onlemektir. ZamÂnımızda sıkca başvurulan bu taktiği, İslÂm, koyduğu şu hukum ve onun Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- tarafından vÂkî olan tatbîkÂtı ile bertarÂf etmekte­dir. ZÂhire gore hukmetmek, munÂfıkların, bir muddet izhÂr ettikleri duzgun amellerle kendilerini gizleyip nifaklarını daha muessir bir sûrette icr etmelerine imkÂn veren bir zaaf gibi gorunse de, adÂleti zannî delillerle icr etmek gibi pek buyuk mahzurlar doğuran bir duruma mÂnî olmaktadır.

Dipnot:[1] HÂdiseyi nakleden sahÂbî diyor ki: “Biz kendi aramızda; «RasûlullÂh onun icin istiğfÂr etti, fakat yaptığı işin kotuluğunu belirtmek ve insanların birbirlerini oldurmelerine mÂnî olmak icin boyle davrandı.» diye konuşurduk.” (Ahmed, V, 112; İbn-i HişÃ‚m, IV, 304)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAF SallÂllÂhu Aleyhi ve Sellem 2, Erkam Yayınaları
İslam ve İhsan