Duanın kabul olunmadığı zannıyla duayı terk etmek, şeytanın tuzağına duşmek demektir. Muʼmin, kendisinin apacık bir duşmanı olan şeytana karşı, dua silahını asla elinden bırakmamalı, gonlunden taşan samimi duaları dilinden duşurmemelidir.CenÂb-ı Hak buyuruyor:
“(Resûlum!) De ki: (Eğer kulluk ve) duÂnız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?!.. (FurkÂn, 77)
Resûlullah buyurdular:
“DuÂ, ibÂdettir. İbÂdetin iliği ve ozudur. Allah katında O ’na du etmekten daha kıymetli bir şey olamaz. Allah, kendisinden bir şey istemeyeni (du etmeyi kendisine yediremeyeni) azÂba uğratır. Sıkıntı ve darlık zamanında duÂsının kabûl olmasını isteyen kimse, bolluk ve rahatlık zamanında da duÂyı bol yapsın. Rabbiniz Hayy ve Kerîm ’dir; bir kul, elini acınca onu boş bırakmaz. Kime ki du kapıları acılmıştır, ona hikmet kapıları acılmış demektir. DuÂ, rahmet kapılarının anahtarı, mu ’minin silÂhı, dînin direği, goklerin ve yeryuzunun nûrudur.” (RûdÂnî, Cem‘u ’l-FevÂid, 9219-20-21-22-25)
DUA NEDEN KABUL OLMAZ? CÂfer-i SÂdık Hazretlerine:
“–Bize ne hÂl oldu ki du ediyoruz, fakat duÂmız kabûl edilmiyor?” diye sorulduğunda, Hazret şu cevÂbı verir:
“–Cunku siz, tanımadığınız bir ZÂt ’a du ediyorsunuz!”
Muʼmin, Rabbinin kudret ve azametini tefekkur ettikce, MÂrifetullahʼtan hisseler almaya başlar. MÂrifetullah ise, AllÂhʼı kalben ve yakînen tanımaktır. İbÂdetlerin Hak katındaki makbûliyet derecesi de, kulun mÂrifetullahʼtan hissesi olcusundedir. Nitekim Âyet-i kerîmede:
“…Hic bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” (ez-Zumer, 9) buyrulur. Buradaki “bilmek” ifÂdesiyle kastedilen ise; AllÂhʼı bilmek, yani mÂrifetullahʼtır. Ayrıca kul, Rabbini ne kadar tanıyabilirse, du ve ilticÂlarını da o nisbette artırır. Kulun Rabbine yakınlığının ve Hak katındaki kıymetinin temelinde de, ihlÂs ve samimiyetle îf ettiği ibÂdet ve duÂları yer alır.
Ârif muʼminler, hayatın acı-tatlı butun safhalarında, dÂim du hÂlinde yaşarlar. DuÂdan uzak durmak, kulun Hakkʼa uzaklığına işarettir. EsÂsen butun gunah ve isyanların temelinde de, mÂrifetullahtan mahrûmiyet, yani CenÂb-ı Hakkʼı lÂyıkıyla tanıyamamak zaafı yer almaktadır.
Nitekim KÂsım bin Muhammed (rh), bir kişinin:
“–Falanca, AllÂh ’a karşı ne kadar da curʼetkÂr!” dediğini işitince, onu şoyle îkÂz etmiştir:
“–AllÂh ’a karşı curʼetkÂr olmak, Âdemoğlunun haddine değildir! Ancak onun hakkında:
«–AllÂh ’ı ne kadar da az tanıyor!» diyebilirsin.”
Dolayısıyla CenÂb-ı Hakkʼı tanıyan bir muʼmin, Oʼna hiclik, yokluk ve acziyet duyguları icinde iltic etmeyi, kendisi icin zarûrî bir kulluk edebi bilir.
Hasan-ı Basrî Hazretleri buyurur ki:
“DuÂlarınız kabûl olunmayacak diye korkmuyorum. Sizin, du edemez hÂle gelmenizden korkuyorum…” DuÂnın kabul olunmadığı zannıyla duÂyı terk etmek, şeytanın tuzağına duşmek demektir. Muʼmin, kendisinin apacık bir duşmanı olan şeytana karşı, du silÂhını asl elinden bırakmamalı, gonlunden taşan samimî duÂları dilinden duşurmemelidir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Ocak-2014
İslam ve İhsan