Gıybet sozlukte bir kimsenin arkasından aleyhinde bulunma, duyacağı zaman uzuleceği bir sozu arkasından soyleme, cekiştirme, koğuculuk olarak gecer. GIYBET NEDİR?Gıybet, bir kimseyi gıyÂbında hoşlanmayacağı şekilde anmaktır. Gıybet, KurʼÂn ve Sunnetʼin şiddetle nehyettiği cok ağır bir curumdur.
Gıybet, İslÂm kardeşliğini bozan, toplum duzenini altust eden, birlik ve beraberlik rûhunu oldurerek kalplere kin ve husûmet tohumları sacan buyuk gunahlardan biridir. Boyle olmakla beraber bircok kimse, cÂhilÂne bir duşunce ile, soylediğinin gercek olmasıyla kendisini avutur. HÂlbuki gıybet, zÂten gercek olan bir kusurun, sahibinin gıyÂbında soylenmesidir. Gercek olmayanı soylemek ise iftirÂdır. Bunu duşunmeyerek, bir kişinin, sozlerinin doğru olmasıyla tesellî bulması ve yanlış yolda devÂm edip gitmesi, ne buyuk bir gaflettir!
EN KOTU HUY Nitekim Rasûlullah bir gun:
“–Gıybet nedir, bilir misiniz?” diye sormuştu. AshÂb-ı kirÂm:
“–Allah ve Rasûlu daha iyi bilir.” dediler. Hazret-i Peygamber:
“–Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmandır.” buyurdu.
“–Soylenen ayıp, eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu.
“–Eğer soylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa ona iftir ettin demektir.” buyurdu. (Muslim, Birr, 70; Ebû DÂvûd, Edeb, 40/4874)
Âyet-i kerîmede şoyle buyrulmuştur:
“…Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından cekiştirmesin. Biriniz, olmuş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hÂlde Allah ’tan korkun…” (el-HucurÂt, 12)
ATEŞE SURUKLEYEN FELÂKET Âyet-i kerîmede gıybetin; “olmuş kardeşinin etini yemek” şeklinde tasvîr edilmesi, bu curmun ne kadar ağır olduğunu cok acık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bir insanın eti, diriyken dahî murdar ve haramdır. Olmuş kardeşinin kokuşmuş etini, ustelik bir de iştahla yiyebilmek, ne kadar dehşetli bir aklî, kalbî ve ahlÂkî bozulmanın ifÂdesidir.
VelhÂsıl gıybet, nefse mağlûb olmanın, kalpteki yanlış duyguların ve kotu ahlÂkın bir gostergesidir. Bu sebeple dildeki en zehirli hancer olan gıybetten de şiddetle sakınmak îcab eder.] (İhsan Muhammed DahlÂn, SirÂcu ’t-TÂlibîn, Beyrut 1421, I, 344)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları
Ulbe bin Zeyd -radıyallÂhu anh-, gecenin bir kısmı gecince kalktı, namaz kıldı ve şoyle yalvardı:
“Ey AllÂh ’ım! Sen cihÂda cıkmayı emir ve teşvik buyurdun. HÂlbuki beni, uzerine binip Rasûlun ile birlikte cihÂda cıkabileceğim bir hayvana sÂhip kılmadın! Rasûlu ’nun elinde de beni uzerine bindirecek bir hayvan bulundurmadın! Ben her zaman mal, beden ve eşyÂdan uzerime duşen sadakayı vermişimdir. Ey AllÂh ’ım! Kulların icinde bana nasîb ettiğin şu bir parca malımı tasadduk ediyorum!”
Sabah olunca RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in yanına gelip:
“–YÂ RasûlallÂh! Elimde sadaka olarak verebileceğim bir şey yok. Şu bir parca eşyÂmı tasadduk ediyorum! Bundan dolayı beni uzen veya bana kotu soyleyen, ya da benimle alay eden kimseye de hakkım helÂl olsun!” dedi.
RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-; aşk, muhabbet ve sehÂvetle dolu olduğu kadar, af ve merhametle de yuklu olan bu sozler karşısında sÂdece:
“–AllÂh sadakanı kabûl etsin!” buyurdu ve başka bir şey soylemedi. Ertesi gun de ona:
“–Ben senin sadakanı kabûl ettim. Seni mujdelerim! Muhammed ’in varlığı kudret elinde bulunan AllÂh ’a yemin ederim ki, sen sadakası kabûl olunanların dîvÂnına yazıldın.” buyurdu. (İbn-i Hacer, el-İsÂbe, II, 500; İbn-i Kesîr, es-Sîre, IV, 9; VÂkıdî, III, 994)


İslam ve İhsan
GIYBET EDENLERİ BAĞIŞLADI SADAKA SEVABI KAZANDI