
Ucurum kenarında atılan yanlış bir adımın kişiyi helÂke suruklemesi gibi, CenÂb-ı Hakkʼa kulluğumuzda da ilÂhî gazaba sebep olabilecek en ufak bir yanlış hÂl ve tavırdan titizlikle sakınmamız gerekir. Cunku ehemmiyet verilmeyen nice yanlış hÂl ve tavır, gazab-ı ilÂhîyi celbederek butun amellerin boşa gitmesine sebep olabilir.
Nitekim bir hadîs-i şerîfte bildirildiği uzere, susuz kalmış bir kopeğe su veren gunahkÂr bir kadın, bu merhameti sebebiyle affedilerek Cennetlik olmuştur. Buna mukÂbil, kedisinin aclığına aldırış etmeyen ibadet ehli bir kadın da bu merhametsizliği sebebiyle Cehennemlik olmuştur. Dolayısıyla, zÂhiren kucuk gibi gorunen amellere de buyuk bir ehemmiyet gostermek îcÂb eder.
KUCUCUK ZERRELERİN BUYUK HESAPLARI
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mukÂf­tını gorecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kotuluk işlerse, onun cezÂsını gorecektir.” (ez-ZilzÂl, 7-8)
Demek ki ilÂhî mizanda zerreler bile hesÂb edilecek. Zerre ise kuyumcunun hassas terazisiyle olculur, oduncu kantarıyla değil.
Kimi zaman terazinin bir kefesini diğerine ağır bastıran, kucucuk bir zerredir. Bu yuzden hicbir sevap da hicbir gunah da kucuk veya ehemmiyetsiz gorulmemelidir. Nitekim AllÂh ’ın rahmeti de gazabı da, bÂzen buyuk, bÂzen vasat, bÂzense kucuk gibi gorunen bir hususta tecellî eder.
TÂbiînden BilÂl bin Sa‘d -rahmetullÂhi aleyh- ’in şu îkÂzı, ne kadar da mÂnidardır:
“Gunahın kucukluğune bakma! Fakat kime isyan ettiğine, kime karşı gunah işlediğine bak!”
KUCUK GUNAHLAR MU'MİN İCİN KOR PARCASI GİBİDİR
Gonlu Allah korkusu ve muhabbetiyle dipdiri bir mu ’minin nazarında, en kucuk gunahlar bile, alev alev yanan birer kor parcasından farksızdır. Bu sebeple sÂlih kullar, değil gunahlara dalmak, gunah işlenen yerlerden gecmek bile istemezler. Zira o mekÂnların kasveti, onlara buyuk bir ic sıkıntısı verir. Bunun aksine, Hak ’tan uzak, gÂfil bir insan ise, en ağır curumleri işlese bile, kalbinde en hafif bir sıkıntı duymaz. Hatt gunahlar ona tatlı bir mûsikî gibi hoş gelir. Zira onun kalp Âlemi butun hassÂsiyetini yitirmiş, gunahların ıztırÂbıyla feryÂd etmesi gereken hissiyÂtı, du­mû­ra uğramıştır.
Abdullah ibn-i Mes ’ûd -radıyallÂhu anh-, takv ehli bir mu ’minle gÂfil bir kimsenin gunahlara bakışlarındaki hassÂsiyet farkını şoyle dile getirmiştir:
“Mu ’min, gunÂhını, altında oturduğu ve sanki her Ân uzerine duşme tehlikesi olan bir dağ gibi gorur. Bu koca dağ uzerime duşer mi, diye korkar durur. FÂcir ise, gunahını burnunun uzerinden gecen bir sinek gibi gorur.” (BuhÂrî, DeavÂt, 4; Muslim, Tevbe, 3)
KÂmil mu ’minlerin gunahlardan sakınma hususundaki hassÂsiye­ti, sevap kazanma iştiyÂkında da kendini gosterir. Zira onlar, kıyÂmet gunu insanın en kucuk bir hayra bile muhtac olacağı şuuruyla, gayretlerini her an daha da artırmaya calışırlar.
KUCUCUK AMELLERİN KIYAMETTE BUYUK BİR KARŞILIĞI OLACAK
En kucuk amellerin bile kıyÂmette ne kadar buyuk bir kıymet kazanacağını Rasûl-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle haber vermişlerdir:
“KıyÂmet gunu insanlar saf saf dizilirler. Derken cehennem ehlinden bir kişi, cennet ehlinden birine rastlar ve:
«–Ey filÂn! Hatırladın mı, sen su istemiştin de ben sana bir icimlik su vermiştim?» der. Mu ’min de o kimseye şefaat eder.
(Cehennemlik olan bir başka) kimse, cennetlik olan birinin yanına varır ve ona:
«–Hatırlıyor musun, sana bir gun abdest suyu vermiştim?» diye (şefaat ister. O da hatırlar) ve ona şefaat eder.
Yine cehennemlik olanlardan biri, cennetlik birisine:
«–Ey filÂn! Beni şoyle şoyle bir işe gonderdiğin gunu hatırlıyor musun? Ben de o gun senin icin gitmiştim.» der. Cennetlik olan kimse de ona şefaat eder.” (İbn-i MÂce, Edeb, 8)
MU'MİNLERİN ŞEFAATİ ALLAH'IN İZNİNE BAĞLIDIR
Tabiî ki mu ’minlerin bu şefaati, CenÂb-ı Hakk ’ın irÂde ve iznine bağlıdır. O dilerse affeder, dilemezse affetmez.
Dolayısıyla Âhiret hayatında hangi amelin kurtuluş vesîlesi olacağı bilinemez. Bu sebeple buyuk-kucuk demeden her sÂlih amele koşmalı, zamanı en verimli şekilde değerlendirmeli ve dunyadayken Allah icin yorulmayı en buyuk zevk, lezzet ve nîmet telÂkkî etmeliyiz.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 315
İslam ve İhsan