
İslÂm ’ın bircok hukmu, sıhhatli bir cemaat teşekkulune yoneliktir. Namaz, hac ve zekat gibi en temel ibadet hukumlerinde cemaatin zarureti ve faziletine dikkat cekilmiş, iyilik ve takv uzere birlik ve beraberlik icinde hareket edilmesi emredilmiştir.Butun Âlemlerin Rabbi, MÂliki ve Mudebbiri olan Yuce MevlÂmız, Âlemin nizamını onu oluşturan unsurlar arasına koyduğu sayısız ilişkiler ağıyla tanzim etmiştir. Bu cercevede canlı cansız butun varlığın, gorunur gorunmez ağlarla birbirine muhtac, coğu zaman birbirini besleyen, destekleyen hassas bir mîzÂn icinde mevcudiyetlerini surdurduğune şahit oluyoruz. Bu ilÂhî networku butun yonleriyle keşfetmek, beşeriyet icin imkÂnsız gibidir. Zira bu ağların icinde yalnız “AllÂmu ’l-guyûb”un bildiği nice sırlı alanlar hep var olacaktır.
Bu Âlemin kuruluş ve işleyiş nizamında gorduğumuz bir diğer hakikat de şudur ki, Yuce Yaratıcı, her bir cinsi kendi arasında bile her yonuyle eşit yaratmamış; birbirine muhtac olacak, belki tamamlayacak ve hatta biri diğerine tabi olacak şekilde halketmiştir. Butun mevcudatta var olan bu hakikat, insanlar icin de ayniyle gecerlidir. Âyet-i Kerime ’de şoyle buyrulur:
“Rabbinin rahmetini onlar mı boluşturuyorlar? Dunya hayatında onların gecimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirine iş gordurmeleri icin, (ceşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece ustun kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.” (Zuhruf Sûresi, 43/32)
Yine gorduğumuz o ki, gokteki cisimleri burc burc, obek obek, galaksi galaksi her birini bir merkez etrafında ona tabi olan sistemler halinde yaratan Allah, arılar, karıncalar, balıklar, kuşlar, filler gibi butun hayvanlar Âlemini de kendi icinde liderlikler etrafında oluşan cemaatler halinde sevk ve idare etmektedir. Maddenin en temel birimi olan atomlarda da durum farklı değildir. Yani bir merkez liderliğin etrafında bir buyuk butunun sıhhatli bir parcası olarak tanzim edilmişlerdir.
Ahsen-i takvim uzere yaratılan insanoğlu da bu nizamın dışında değildir. Tarih bunun en guzel şahididir. Kimi zaman coğrafî, kimi zaman ırkî, kimi zaman fikrî ve itikÂdî, kimi zaman da menfaat ve maslahat merkezli birliktelikler daima var olagelmiştir. Var olma, varlığını devam ettirme, kendini guvende hissetme, guclu olma, guce dayanma, aidiyet ihtiyacını giderme gibi sosyolojik ve psikolojik nice ihtiyac ve zaruretler, her bir ferdi başkalarıyla birlikte olmaya Âdet mecbur kılmıştır. Bu yonuyle esas olan, cemaat hÂlinde varlığını surdurmektir. Ferdî bir hayat, istisnÂî bir durumdur ve coğu zaman zayıflık, acizlik, huzursuzluk ve yok oluş sebebidir.
Oyleyse cemaat, bir yonuyle fıtrî bir ihtiyac, diğer yonuyle de hayatî bir zarurettir. Dînî anlamda da İbrÂhim -aleyhisselÂm- misÂli tek başına “bir ummet”1 olma liyakatini ve ehliyetini sağlayamayan her bir ferdin, sıhhatli bir liderliğin etrafında yaratılış maksadını tahakkuk ettirme gibi bir ihtiyacı ve hatta zarûreti vardır.
İnsana yuklenilen hilÂfet vazifesinin gereği gibi îfÂsı2, yeryuzunun Hakk ’ın muradına gore imar ve inşası3 ve nihÂyet Hakk ’ın razı olacağı bir hayatın ikÂmesi4 icin muminlerin birlik ve beraberlik icinde hareket etmesi anlamında cemaat olmak, aksi duşunulemeyecek temel bir vazife, buyuk bir mesuliyet ve hatta butun muminlerin ortaklaşa ifa etmeleri gereken bir emr-i ilÂhidir.
Din-i İslÂm, ruhbanlık dini değil, cemaat dinidir. Mu ’minlerin, birbirinden kopuk tek tek yaşayan kimseler değil, birbirine kenetlenmiş tuğlalar misali bir butunluk oluşturması esastır. Musluman, asla ferdiyetci, hodgam ve bencil olamaz. İslÂm ’ın bircok hukmu, sıhhatli bir cemaat teşekkulune yoneliktir. Namaz, hac ve zekat gibi en temel ibadet hukumlerinde cemaatin zarureti ve faziletine dikkat cekilmiş, iyilik ve takv uzere birlik ve beraberlik icinde hareket edilmesi emredilmiştir.
Cemaat meselesinin butun yonleriyle değerlendirmek, birden fazla mustakil calışmayı gerektirecek boyutta bir konudur. Bu itibarla konuyu boyle bir genişlik icinde değil, oncelikle buyuk İslÂm Cemaati diyebileceğimiz “Ummet-i Muhammed” hakkında kısa bir değerlendirmede bulunacak, sonra da İslÂm ortak paydasını merkeze alan “Birr (İyilik) ve takv”da yardımlaşma adına teşekkul etmiş cemaat yapılarının luzumu, sıhhati, işleyişi, artı ve eksilerini ele almakla yetineceğiz. Son olarak da bu yapılarla ilgili bazı onerilerde bulunacağız.
1- BUYUK İSLÂM CEMAATİ: UMMET-İ MUHAMMED
Rab olarak Allah ’tan, din olarak İslÂm ’dan, Peygamber olarak Muhammed Mustafa ’dan, kitÂbullah olarak Kur ’an-ı Kerim ’den razı olan topluluğun adı “Ummet-i Muhammed”dir diğer bir ifadeyle İslÂm ummetidir. İslÂm davetine muhatap olmaları cihetiyle tum insanlık “Ummet-i Muhammed” ise de bizim burada kastettiğimiz bu davete katılan “Ummet-i icÂbet”tir.
Bu ummet, butun insanlık icin Rabbimiz tarafından ortaya cıkarılmış hayırlı bir ummettir5. Yeryuzunde fitne kalmayıncaya, din ve hÂkimiyet, Hak ve hakikatin oluncaya kadar “Emr-i bi ’l-maruf ve nehy-i ani ’l-munker” yani “Akl-ı selimin ve şer-i şerifin iyi ve guzel bulduğunu emretmek, kotu ve cirkin kabul ettiğine de engel olmak” vazifesiyle gorevlendirilmişlerdir.
Bu ummeti oluşturan muminler, birbirlerinin velisidirler6. Bu itibarla biri diğerinin hem yÂri/dostu hem de yardımcısıdır. Tek bir vucudun uzuvları gibidirler. El-ele tutuşup en guzele hep birlikte ulaşmak gibi bir sorumlulukları vardır. İyilik ve takvÂda yardımlaşmak, gunah ve duşmanlıkta birbirine engel olmak en temel vazifelerinden biridir. Gonulleri Allah ’tan bir rahmet sayesinde birbiriyle ulfet edip kaynaşmıştır. Yuce Allah onları birbirine kardeş olarak ilan etmiş ve kardeşliği ifsad edecek; alaya alma, kucuk gorme, kotu lakaplarla isimlendirme, ayıpları araştırma, sû-i zanda bulunma, gıybet ve dedikodu yapma gibi nice fiil ve davranışları kendilerine haram kılmıştır7. Hasep, nesep ve ırkî asabiyetler değil, Hak katında makbuliyet ve şeref olcusu, ancak takv olarak ortaya konulmuştur8.
Gorunur ve gorunmez insan ve cin şeytanları ya da nefsÂnî ve dunyevî menfaat catışmaları, onları birbirine duşurecek ve hatta birbiriyle savaştıracak bir duruma getirse bile, diğer muminlere duşen vazife, zulme yonelene karşı birlik olup, onu da girdiği yanlış yoldan cevirmektir. Yani zalim de olsa mazlum da olsa diğer mu ’minlere duşen vazife, kardeşlerine yardım etmektir. Elbette zalime yapılacak en onemli yardım, onun zulmune engel olabilmektir9.
Ehl-i kıble olan, inkÂrına apacık delil ve ikrar bulunmayan, İslÂm ’ın selÂmıyla diğer muminlere selam veren herkes bu ummetin aslî bir unsurudur. Hic kimse bir diğerini kendi anlayışına uymadığı gerekcesiyle, ummet havuzunun dışında değerlendiremez. Birini İslÂm dairesinin dışında değerlendirmek icin, cok acık ve ciddi delillerin ve ikrarın olması gerekir. Aksi halde bu tekfir suclamasını yani birini kÂfir ilan etme fiilini yapan kimse, kendini buyuk bir tehlikeye mahkûm etmiş demektir.
Buyuk ummet havzasında muttaki, muhsin, sÂlih ve sÂdıklara yer olduğu gibi hatalı, eksik ve gunahkÂrlara da yer vardır. Butun bu gruplar arasında olmaması gereken en buyuk gunahlardan biri, ibÂdullahı istihkÂrdır. RahmÂn ve Rahîm olan Rabbimizin kullarında gormek istediği en onemli vasıflardan birisi, rahmet ve şefkat duygularının gazaplarına galip gelmesidir. Bu itibarla bencil bir bakış acısıyla herkesi dairenin dışına doğru cıkarmaya calışanlar değil, imana dair en ufak bir işareti bile değerlendirip Allah ’ın kullarını dairenin icinde goren ve merkeze doğru cekmeye calışan kimseler makbul kimselerdir.
Ummet icerisinde elbette zaman zaman ana cizgiden sapan kişi ya da gruplar da olagelmiştir. Burada da onemli olan, muminlerin birbirini uyarması ve ana cizgiye yaklaştırmaya calışmasıdır.
2- UMMET İCİNDE CEMAAT OLUŞUMLARI
Buyuk ummet cemaatinin icinde yine cemaat ismiyle anılan kucuk kucuk gruplar da oluşagelmiştir. Bu yapıların doğmasında, kimi zaman ilmî ihtiyac, kimi zaman şahsiyet inşası, kimi zaman da iyilik ve takvada yardımlaşma duşuncesi etkili olmuştur. İyilik ve takvÂda yardımlaşmanın emredilmesi ve takv imamlığının/onderliğinin ozendirilmesi10, ozellikle bu iki alanda cemaatleşmenin ihtiyac ve zaruretine acık bir işÃ‚ret ve hatta emir olarak mutalaa edilmelidir.
Buyuk İslÂm ummetini tek bir goruş, anlayış, amel, davranış, Âlim, Ârif ve lider etrafında toplama duşuncesi, hem fıtrata ve hem de vakıaya uygun duşmez. İstidat, meşrep, duygu, beğeni ve nefretleri teke indirgeme fikri, yaratılış ve sunnetullahı bilmemekten kaynaklanır. Butun bir varlık, farklılık uzerine yaratılmıştır ve hikmet de bunu gerektirmiştir. Âlemin nizamı bu farklılıkların sıhhatli bir şekilde ilişkisi uzerine kurulmuştur. Oyleyse zamana, zemine ve ihtiyaca gore farklı liderlikler etrafında muhtelif cemaat yapılarının oluşması, ilÂhî iradenin tabii bir tecellisi ve tezÂhurudur. Ancak şu husus unutulmamalıdır ki bu yapıların ilÂhî rızaya muvafakati, hudûdullaha saygı, itaat ve ittiba ile gercekleşebilecektir.
Hedefler, niyetler ve ameller meşrû ve makbul olduktan sonra, ummet icindeki sıhhatli teşekkullerin oluşması son derece tabiidir ve hatta yerine gore zaruridir. Zira bir vucudun teşekkulunde olduğu gibi hucreler dokuları, dokular uzuvları ve uzuvların butunu ise bir butun halinde vucudu ortaya cıkarır. Hucre vucuttan, vucut hucreden bağımsız değildir. Bağımsızlık kanser oluşumudur ki zararı butun vucuda sirayet edici ve belki oldurucudur.
Bir Âlimin, bir Ârifin/murşidin, bir hayır oncusunun ya da bir fikrin etrafında şekillenen ilim, irfan ve “birr/hayır” yapıları, tarih boyunca hep var olagelmiştir. Medreseler, dergÂhlar, vakıflar ve dernekler, bu nevi cemaat yapılarının muesseseleşmiş şekilleridir. Bu yapıların başında bulunanlar, ilim, irfan, basiret ve hÂl sahibi dirayetli kimseler iseler, tarih boyunca ummetin keyfiyetinin artırılmasında son derece etkin roller ustlenmişlerdir. Fakat ne yazık ki bu cemaat yapılarının, zaman zaman farklı emellere Âlet edildiği de inkÂr edilemez bir gercektir. Ummetin basiretli Âlim ve Âmirlerine duşen vazife de, bu ceşit istismarların onune gecmektir.
Kucuk cemaat oluşumlarının, ummet butunluğunu bozmaması icin, cemaat egosu diyebileceğimiz; kendini beğenme ve başkasını hor gorme illetine karşı uyanık olmaları son derece onemlidir. Yine bu yapıların kendilerini kutsaması, hakikati ve doğruyu yalnız kendilerine has gormesi de buyuk bir tehlikedir. Hususiyle aşırı bağlılık ve muhabbetin verdiği sarhoşlukla, yanılmazlık ve hatasızlık anlayışına saplanmaları, helak edici bir hastalıktır.
Dini parcalara ayırıp, her bir grubun onun bir parcasına tutunmak suretiyle fırkalaşması ve nefsÂnî arzu ve menfaatlerin gruplaşması ise buyuk bir fitne ve fesat sebebidir ve hatta sapıklıktır. Rabbimiz şoyle buyurur:
“Şu dinlerini parca parca edenler ve kendileri de fırka fırka olanlar var ya, (senin) onlarla hicbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah ’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.” (En ’Âm Sûresi, 159)
Sahih bir ilim ve irfan geleneği icinde doğup buyumuş olan mezhep, tarikat ve meşreplerin ummet birliğine bir zararı olmadığı gibi coğu zaman da bir rahmet tecellisidir. Ancak kimi zaman siyÂsî ve kimi zaman da kotu niyetli ve belki İslÂm duşmanlarının bilincli bir projesi olarak ortaya cıkarılan mezhep ve tarikatler de tarih boyunca hep olagelmiştir. SiyÂsî, ilmî ve irfÂnî basiretin zaafa uğradığı, kimi zaman ve coğrafyalarda, bu nevi oluşumlar ummet butunluğune ciddi zarar vermişlerdir. İslÂm Âlimlerimiz, yaşadıkları donemler itibariyle ortaya cıkan bu ceşit akımlara gerekli cevapları da vermişlerdir. Bu gruplar icerisinde kimi akımları “sapık fırkalar” olarak ilan etmiş ve kimini de artık dinle irtibatı kalmamış dindışı oluşumlar olarak tarif etmişlerdir.
3- CEMAATLERİN AZAB DEĞİL RAHMET OLMASI İCİN BAZI ESASLAR
a) Cemaatlerin fırkalaşmaya kaymaması icin dini bir butun hÂlinde kabulleri ve yaşama azimleri onemlidir. Dinin her alana dair emir ve tavsiyeleri, dindarlık ve kulluk adına vazgecilmez gorulmek durumundadır. İtikadî, amelî, ahlÂkî, kalbî ve hayata dair ahkÂmın tamamı, cemaat fertleri nazarında hayata gecirilecek RabbÂnî ve nebevî umdeler olarak kabul edilmelidir. Aksi halde fırkalaşma kacınılmaz olacaktır.
b) İslÂm ummetinin butun renkleriyle, en geniş kabul cemberi diyebileceğimiz “ehl-i kıble” temelinde buyuk bir aile gorulmesi, ummet butunluğunun korunması bakımından luzumludur. Bu yonuyle her bir cemaat, kendi icinde bu buyuk mozayiğin keyfiyetli bir uzvu olma sorumluluğunu daima hatırlamalıdır.
c) Cemaat, sahih bir ilim geleneği ile oluşmuş temeller uzerine oturmuş olmalıdır. İtikÂdî ve amelî bakımdan Kur ’an ve Sunnet verilerine ve muctehidlerin ictihadlarına dayanmayan yapılar, zaman icerisinde fırkalaşacak, ummet mozayiğine zarar verecektir.
d) Ummet icinde oluşan cemaat yapıları arasında onceliklerin belirlenmesinde ve metodolojilerinde ihtilÂf tabiî; ancak hilaf, niza ve fırka yaklaşımı zarar verici ve parcalayıcıdır.
e) İman ortak paydası ve İslÂm ’ın temel esasları cercevesinde birbirine kardeş olan muminlerin, kendi aralarında oluşturdukları cemaatler olarak birbirleriyle; saygı, sevgi, selÂm ve kelÂmı kesmemeleri, hayırda yardımlaşma ve munkeri ortadan kaldırmada beraberlik gostermeleri, ummet birliği adına hem bir vazife ve hem de dini bir mesuliyet gereğidir.
f) Cemaat liderlikleri coğu zaman cemaatin sıhhatini belirlediğinden, liyakatsiz, ehliyetsiz ve dirayetsiz liderlerin etrafında oluşan topluluklar, umumiyetle hastalıklı bir uzva donuşurler ki, boylesi durumlarda ilmî ve idÂrî ikaz ve tedbirler vakit gecirilmeden hayata gecirilmelidir. Hastalık, onulmaz bir yaraya donuşmeden ne kadar erken teşhis edilir ve tedavi cihetine gidilirse o nispette faydalı olacaktır.
g) Cemaat yapıları gerek ic denetim ve gerekse dış denetime surekli tabi tutulmalıdır. İc denetim, ilim, irfan ve dirayetli uyeler tarafından; dış denetim ise ulem ve aynı değerleri paylaşan umer tarafından imh edici ve yapıya zarar verici bir usluptan ziyade, ıslah edici ve tekÂmul ettirici bir letÂfetle gercekleştirilebilmelidir. Bu aynı zamanda, ummet fertlerinin birbirine karşı “İyiliği emir ve kotulukten sakındırma” vazifelerinin ve yine birbirlerine “velÂyet” mesuliyetlerinin tabii bir tezÂhuru olacaktır.
h) Cemaat yapılarının cemaat egosuna ve kibrine kapılmamaları da son derece luzumludur. Şu ilÂhî hatırlatma asla unutulmamalıdır:
“Ey muminler! Bir topluluk bir diğer topluluğu alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha hayırlı ve ustundurler” (HucurÂt Sûresi, 11)
Ne adına olursa olsun, ummet icinde kast sistemi gibi sınıflar oluşturmaya calışan herkes, esasen ummet icin zarar vericidir. Hicbir zaman mezhep ve meşrepler, catışmanın vasıtası hÂline donuşmemelidir. Grup nefsini besleyecek her ceşit tutum ve davranış, Rabbin rızasına değil, gazabına vesile olacaktır.
i) İhtilaflarda birbirini mazur gormek, ittifak alanlarında yardımlaşmak, niza, hilaf ve catışma soz konusu olduğunda zalimin karşısında ve haklının yanında yer alıp diğerini cizgiye cekmek esas olmalıdır.
j) Cemaatlerin, “birbirini dairenin dışına itmek değil, icine doğru cekmek” gibi bir vazifeleri olduğu anlayışında olamaları da muhimdir. Bu meyanda tekfir, şirk ve bid ’atcı nitelemelerinde acûl davranmamak, ummetin vahdet ve selÂmeti icin son derece onemlidir.
k) İslÂm icinde var olan cemaatlerin meşgale alanında “Birr (İyilik) ve takv” birlikteliğine de dikkat etmelidir. “Birr” adına “takv”dan ve “takv” adına “birr”den uzak kalınmamalıdır. Bu hususta “sivil toplum” ve “tarikat” yapılanmalarında bu birliktelik kimi zaman ihmal edilmekte ve neticede bu oluşumlar farklı şekillerde nefsÂnîyete donuşebilmektedir.
Netice olarak cemaat aidiyeti tabii bir ihtiyactır. Ozellikle nefsÂnî arzuların ve ferdiyetciliğin hÂkim olduğu toplumlarda dini yaşamak ve yaşatmak, ancak aynı duygu ve duşunce erbabının birlikteliği ile sağlanabilecektir. Onemli olan cemaatin sıhhatidir. Zararlı cemaat ve cemiyet yapılarının varlığı faydalı olanların da olmamasını gerektirmez. Ummet birliğinin ve dirliğinin sağlanması, hucre hucre fertlerin ve dokulara benzeyen cemaat ve cemiyetlerin sıhhatine ve birlikteliğine bağlıdır. Bu ise coğu zaman ulem ve umerÂnın saygınlığı, selÂhiyeti, ehliyeti ve dirayeti ile doğru orantılıdır.
Dipnotlar: 1) Bk. Nahl Sûresi, 16/120. 2) Bk. Bakara Sûresi, 2/30. 3) Bk. Hûd Sûresi, 11/61. 4) Bk. Enfal Sûresi, 8/39; Tevbe Sûresi, 9/33; Fetih Sûresi, 48/28. 5) Bk. Âl-i İmrÂn, 3/110. 6) Bk. Tevbe Sûresi, 9/71. 7) Bk. HucurÂt Sûresi, 49/10-12. 8) Bk. HucurÂt Sûresi, 49/13. 9) Bk. BuhÂrî, MezÂlim, 4; Tirmizi, Fiten, 68. 10) Bk. FurkÂn Sûresi, 25/74.
Kaynak: Yrd. Doc. Dr. Adem Ergul, Altınoluk Dergisi, Sayı: 391
İslam ve İhsan