
Mukerrem insan; en guzel sûret ve bedende yaratıldığı gibi, duşunme, aklını ve iradesini kullanma; îman, itaat ve takv cercevesinde yaşama, sorumluluk duygusuyla yeryuzunde hak ve adaleti tesis etme, ahlak, vicdan ve merhamet duygularıyla yeryuzunu inşÃ‚ etme ozelliklerine sahip bir canlıdır.İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya…
Bir yanda akan benim, obur yanda Sakarya
Su iner yokuşlardan hep basamak basamak,
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar; su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar cift; birinden nûr akar; birinden kir.
Necip FÂzıl Kısakurek
İNSANIN SERENCÂMI
“TurÂb: toprak”, “salsÂl: pişirilmiş camur”, “hamein mesnûn: şekil verilmiş camur”, “mÂ: su”, “alak: embriyo” gibi kavramlarla anlatılan insanın yaratılışı, uzun ve birbirini tamamlayan bir surec neticesinde meydana gelmiştir. İnsan vucudunun ilk yaratılışı, toprak ve su olduğu hÂlde, % 65 ’ini oksijen, % 18 ’ini karbon, %10 ’unu hidrojen, %3 ’unu azot, %1,5 ’nu kalsiyum, %1 ’ni fosfor, geri kalan %1,5 ’unu da nitrojen vb. diğer organik ve inorganik bileşenler oluşturmaktadır.
Bedenin fizikî yapısında bu elementlerin organize olmuş şekilleri, kas, sinir ve bağ dokularını besleyip geliştirmekte; bunların duzenli calışmaları ise solunum, sinir, sindirim, dolaşım ve ureme organları gibi insanın hayatiyet sistemlerini oluşturmaktadır.
İnsan, vucudunun bu şekilde sistematik calışması, organların duzenlenişi, hareket ve algılama ozellikleri gibi mukemmel yaratılışı yanında; Âlemlerin Rabbi tarafından kendisine “ilÂhî bir nefha” olan ruh uflenmiş ve yeryuzunu îmar etmek uzere “halife” kılınmış en şerefli varlıktır. Yeryuzu, ona boyun eğdirilmiş; kitap ve peygamberler onu AllÂh ’a dosdoğru ulaştırsın diye gonderilmiştir. O, diğer varlıklardan farklı olarak akıl, irade, ilim, irfan ve vicdan sahibi kılınmıştır. Bu vasıfları sebebiyle o, yeryuzunu adalet, merhamet ve muhabbetle inşÃ‚ etme vazifesiyle sorumlu tutulmuştur.
İnsanın bu ustun vasıfları, AllÂh ’a kulluk şuuruyla birlikte gercek mÂn ve değerini kazanır. AllÂh ’ı unutan, insanlığını da unutur. Bu yuzden AllÂh ’ı ve Âhiret gununu unutan insanlar; “zÂlim, cÂhil, nankor, harîs, aceleci ve cimri” olmuşlardır. Bu da onları, “belhum edall: hayvandan da aşağı” derekeye duşurmuştur.
Zira insanda Âlemlerin Rabbinden uflenen “nefha” yanında; balcık ve topraktan gelen nefis ozelliği de bulunmaktadır. İlÂhî nefha, insÂnî guzel hasletlere doğru sevk edip kemÂlÂta yukseltirken; topraktan gelen nefis, suflî iş ve davranışlara yonlendirmekte, netice olarak insanı kayba ve aşağılara doğru suruklenmeye sevk etmektedir.
İnsanoğlunun hayatı boyunca devam edecek olan bu “ruh ve nefis cedelleşmesi”, insanın mukerremlik olcusunu ve derecesini belirleyecek en onemli imtihanını oluşturmaktadır.
İLÂHÎ EMANET
Allah TeÂl şoyle buyurur:
“Muhakkak ki biz emÂneti; goklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yuklenmekten cekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yuklendi. Doğrusu o, cok zÂlim ve cok cÂhildir.” (el-AhzÂb, 72)
Bu “emÂnet” ister, AllÂh ’ın dinine, kitabına, hitabına muhatap olmak olsun; ister yeryuzunun îmÂr ve tezyini olsun, ister “halifelik makamı” olsun netice değişmez. İnsan, goklerin ve yerin yuklenmekten kactığı bir emaneti, “gozu kara bir şekilde” yuklenmiştir. Buna cehÂletiyle girmiş, bu emÂnetin hakkını veremeyerek zÂyî etmiş, netice itibariyle zulmetmiştir.
İmam Taberî, bu Âyetlerin tefsîrinde şoyle der:
“İnsan oyle nankordur ki, başına gelen musîbetten oturu Rabbinin butun nimetlerini unutur. Oyle cimridir ki, yemeğini tek başına yemeyi tercih eder. Oyle zÂlim/gaddardır ki, kolesini dover ve oyle şefkatsiz merhametsizdir ki, sıla-i rahim yapmaz, kimseye iyilik etmez.”
Allah TeÂlÂ, insanlara tekrar tekrar sorar:
“Ey insan! İhsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yarattı, seni duzgun ve dengeli kılıp olculu bir bicim verdi. Seni istediği herhangi bir şekilde parcalardan oluşturdu.” (el-İnfitÂr, 6-8)
İnsan, yaratılışında buyuk bir kudretin sonsuz sanatının eserlerini gorduğu hÂlde, nefsin ve şeytanın suslu laflarına, dunyanın cezbedici oyun ve eğlencesine dalar ve Rabbini unutur. Ancak nihÂî gercek olan olum geldiğinde, gaflet sona erer ve insan o zaman hakikatin soğuk yuzuyle karşılaşır:
“Ey insan! Şuphe yok ki sen, Rabbine kavuşuncaya kadar uğraşıp duracaksın. Sonunda O ’na varacaksın (ve yaptıklarından hesap vereceksin.)” (el-İnşikÂk, 6)
Butun bu gercekleri bildiği hÂlde, bu dunyadayken gununu gun eden insan, elbette ve elbette cok zÂlim ve pek nankordur:
“O size istediğiniz her şeyden verdi. AllÂh ’ın nimetini sayacak olsanız, sayamazsınız. Doğrusu insan cok zÂlim, cok nankordur.” (İbrahim, 34)
KUR ’ÂN-I KERÎM ’DE TARİF EDİLEN “MUKERREM İNSAN”
Âlemlerin Rabbi ’nin Kur ’Ân-ı Kerîm ’de tanıtmış olduğu “mukerrem insan”; şerefli, muhterem, azîz, saygıdeğer, hurmet ve tÂzime eriştirilmiş kimse demektir. Rabbimiz şoyle buyurur:
“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları (ceşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en guzel ve en temiz şeylerle rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın bircoğundan ustun kıldık.” (el-İsrÂ, 70)
Bu Âyette tanıtılan “mukerrem insan”, AllÂh ’ın ilÂhî nefhasından nasiplenmiş, meleklerin kendisine secde ettiği, bedeniyle mukemmel yaratıldığı gibi canıyla, malıyla, izzet ve şerefiyle ilÂhî koruma altına alınmış yuce bir varlıktır.
İNSAN MUHTEREMDİR
Cennette her turlu gunahtan uzak, daima ibadet ve tesbihÂtla meşgul olan melekler bile ona ilÂhî ruh uflendiğinde, AllÂh ’ın emriyle hurmet gostermiş ve saygıyla secde etmişlerdir. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Hani, biz meleklere (ve cinlere): «Âdem ’e secde edin!» demiştik. İblis hÂric hepsi secde ettiler. O yuz cevirdi ve buyukluk tasladı, boylece kÂfirlerden oldu.” (el-Bakara, 34)
Âyet-i kerîmede acıkca bildirildiği uzere, o gunku secdenin kıblesi, insanlığın atası olan Hazret-i Âdem ’di. AllÂh ’ın “Secde edin!” emrini yerine getiren melekler, ovulmuş; secde emrine karşı gelip kibirlenen şeytan ise, ilÂhî huzurdan ve sonsuz rahmetten kovulmuştur. Bu hÂdisede, AllÂh ’ın emrine karşı gelmenin neticesi gorulduğu gibi, insanın mÂnevî makamının melek ve cinlerin secde etmesini îcab ettirecek derecede ulvî olduğu da ifade buyrulmuştur.
Oyleyse insan, “insan oluşu sebebiyle” muhteremdir; saygıya, hurmete ve dokunulmazlığa sahiptir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, meşhur Ved Hutbesi ’nde insanın yucelik ve dokunulmazlığını şoyle anlatır:
“Ey insanlar! Bilmiş olunuz ki, yerlerin en mukaddesi, şu Mekke şehrinizdir. Bilmiş olunuz ki, ayların en mukaddesi Zilhicce Ayı ’nızdır. Bilmiş olunuz ki, şu Mekke şehrinde şu Zilhicce ayınız nasıl mukaddes ise, (arefe gununde Mekke ’de gunah işlemek nasıl ağır bir suc ise) şuphesiz kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız (şeref ve namusunuz) aynı şekilde mukaddestir (dokunulmazdır).” (BuhÂrî, İlim, 9; Muslim, KasÂme, 29)
Başka bir hadîsi şerîfte ise; “Allah TeÂl ’nın katında (haksız yere) bir mu ’minin oldurulmesi, dunyanın yok olmasından daha buyuk (bir curum)dur.” buyrulur. (NesÂî, MuhÂrebe, 2; Tirmizî, DiyÂt, 7)
Hatta yanlışlıkla olsa dahî, bir insanın canına kıyılması hÂlinde, buyuk diyetler odenmesi gerektiği bildirilir. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulmuştur:
“Yanlışlıkla olması dışında, bir mu ’minin bir mu ’mini oldurmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mu ’mini olduren kimsenin, mu ’min bir kole ÂzÂd etmesi ve olenin Âilesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki olunun Âilesi, o diyeti bağışlamış ola…” (en-NisÂ, 92)
MUKERREM İNSAN KİMDİR?
Mukerrem insan, kÂinÂtın ve eşyanın sırrını idrak edebilen ve karşılığında tazim, tesbih, tefekkur ve teşekkurde kusur etmeyen kutlu insandır. Âyet-i kerîmede; “Goklerdeki ve yerdeki her şeyi, kendi katından (bir lutuf ve nîmet olmak uzere) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda duşunen bir toplum icin ibretler vardır.” buyrulur. (el-CÂsiye, 13)
Mukerrem insan; en guzel sûret ve bedende[1] yaratıldığı gibi, duşunme, aklını ve iradesini kullanma; îman, itaat ve takv cercevesinde yaşama, sorumluluk duygusuyla yeryuzunde hak ve adaleti tesis etme, ahlak, vicdan ve merhamet duygularıyla yeryuzunu inşÃ‚ etme ozelliklerine sahip bir canlıdır.
Mukerrem insan, henuz rûh ile beden buluşmadan once, Allah TeÂl tarafından muhatap alınarak; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna, “Evet, ya Rabbi! Sen bizim Rabbimizsin!” mukabelesinde bulunan yuce varlıktır.
Mukerrem insan; yalnızca Allah TeÂl ’ya ibadet ve itaat icin yaratılmış insandır. Bu sebeple insan, CenÂb-ı Hakk ’a kulluğu kadar değerlidir. Rabbimiz, insanın yaratılış gÂyesini:
“Ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım!” (ez-ZÂriyat, 56) Âyetiyle beyÂn buyurduğu gibi, insanın Allah katındaki kıymetini de şu veciz Âyetle ifade etmiştir:
“(Rasûlum!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?!” (el-Furkan, 77)
Mukerrem insan, “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mu ’minûn, 115) Âyet-i kerîmesini hayatının baş tÂcı etmiş ve hayatını boşa gecirmemenin derdinde olan insandır.
Mukerrem insan, “Her Âdem, bir Âlemdir!” dusturunca, insan hakikatini anlayan ve bu anlayış cercevesinde ona muÂmelede bulunan kimsedir. Kendisine yonelik her turlu eziyet, sıkıntı, tahkir etmede dahî, “bÂr değil, yÂr” olabilendir.
HULÂSÂ, MUKERREM İNSANLAR
“Ahsen-i takvîm: en guzel yaratılış” uzere yaratılmış oldukları şuuruyla, her dÂim Rablerine muhabbet, hurmet, itaat ve kulluk icinde bulunurlar. Rablerine teslimiyet ve tevekkulleri tamdır. Her işlerinde once CenÂb-ı Hakk ’ın rızasını gozetir, O ’nun rÂzı olmadığı iş ve davranışlardan uzak dururlar. Namazlarında derin bir huşû icerisinde ve daimîdirler. Farz ibadetlerin yanında nÂfile ibadetlerle Rablerine yaklaşma gayreti icindedirler.
Cevreleriyle iyi gecinir, yaratılanı Yaratan ’dan dolayı sever ve affederler. İşlerinde hoşgoruyu esas alıp ofkelerini kontrol altında tutarlar.
“Sıla-i rahm”e (akrabalık bağlarına) onem verir, AllÂh ’ın gazabının anne-babanın gazabını almaktan; rızÂsını kazanmanın da anne-babanın rızasını kazanmaktan gectiğini bilirler; onlara mÂruf ve meşrû işlerde “Off!” dahî demezler.
Bollukta da, darlıkta da infak eder; “AllÂh ’ın comertlerle birlikte olduğu” şuuruyla, AllÂh ’ın kendilerine verdiği nimetleri, onun istediği yerlere comertce sarf ederler.
Sosyal ilişkilerinde kolaylık gosterir, zorluk cıkarmazlar. Kaba, haşin değil; yumuşak huylu ve guler yuzludurler. Kolayca ulfet ederler ve kendileriyle de kolayca ulfet edilir. Gurur, kibir, benlik ve bencillikten uzak dururlar.
Zan yapmazlar. Kotu zannın azının da coğunun da haram olduğu şuuruyla titiz davranırlar. Kotu soylemez, mu ’min kalbi incitmezler.
Mutevazîdirler. Ne kadar iyilik ve ibadet yapsalar da Âlemlerin Rabbinin rahmeti olmadan cennete giremeyeceklerinin şuuru icindedirler.
Hatalarında ısrar etmez, tevbe ile hemen geri donerler.
HulÂs insan olmak zor, ama bir o kadar da şerefli bir sorumluluktur. Dunya uzerinde en buyuk mesleğin, en zor işin, en kritik imtihanın ve en buyuk maharetin “gercek bir insan olmak”tan gectiğinin farkında olmak niyazıyla…
[1] Bkz: et-Tîn, 1-4.
Kaynak: Seher Kucuk, Şebnem Dergisi, Sayı: 156
İslam ve İhsan