İslam'da sozun, kelimelerin ve konuşmanın onemi ve hassasiyeti nedir? Musluman konuşurken nelere dikkat etmelidir? Mumin kimlerle birlikte olmalı, kimlerle zaman gecirmelidir? Gercek muminin ozellikleri nelerdir? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, cennet ile mujdelenen muslumanı anlatıyor...
“Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yuz cevirirler.” (el-Muʼminûn, 3)
MevlÂn diyor ki:
“Boş şeyleri bırak diyor, boş şeyler konuşarak sozun maskarası olma!” diyor.
Efendimiz:
“Ya hayır soyle veyahut da sus.” buyuruyor. (Muslim, ÎmĂ‚n, 77)
Demek ki şu nefesler de bir emanet. Onun icin CenĂ‚b-ı Hak, bu nefeslerimizi ziyan etmemek… CenĂ‚b-ı Hak:
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ
(“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yonel.” [el-İnşirah, 7-8]) buyuruyor.
Bir hayır işini bitirdin, diğer hayır işine koş. Namazını kıldın, ticaretin varsa hayırlı, bereketli, duĂ‚lı bir ticaret yap. GĂ‚filĂ‚ne bir ticaret yapma!
Yine Efendimiz sık sık sorardı:
“Bugun bir yetim başı okşadınız mı?
Bugun bir ac doyurdunuz mu?
Bugun bir hasta ziyaretinde bulundunuz mu?
Bugun bir cenaze teşyiinde bulundunuz mu?” (Bkz. Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 12)
Bugun bir garibi tesellî ettin mi?..
Demek ki zaman cok kısa. Ebediyet/sonsuzluk karşısında zaman cok kısa dunya. وَالْعَصْرِ (“Zamana yemin olsun.” [el-Asr, 1]) buyuruyor CenĂ‚b-ı Hak.
VelhĂ‚sıl mu ’min, sĂ‚lihlerle sĂ‚dıklarla beraber olacaksın.
Fatih Sultan Mehmed Han diyor ki:
“Bende bir ferahlık, bir huzur gorursunuz diyor. Bu diyor, İstanbul ’u fethettiğimden dolayı değildir yalnız diyor, Akşemseddin gibi bir azizin zamanında, onun terbiyesi altında yetişmemdir.” diyor.
Boş şeylerden, bir defa boş lĂ‚f, boş şeylerden mu ’min kendini koruyacak. Hele hele, hele hele dedikodu, soz taşıma / nemîme, bunlardan tamamen koruyacak kendisini.
Ayrılık… Bir muslumanla arasında burûdet olmayacak. CenĂ‚b-ı Hak “وَلَا تَفَرَّقُوا” (“…Parcalanıp bolunmeyin…” [Âl-i İmrĂ‚n, 103]) buyuruyor. Ayrılık istemiyor.
Bir muslumanın bir ayıbını deşmeyeceksin. وَلَا تَجَسَّسُوا (“…Birbirinizin gizli hĂ‚llerini araştırmayın...” [el-HucurĂ‚t, 12]) buyruluyor. Bir muslumanla aranda bir burûdet, bir eğer soğukluk varsa bunu telĂ‚fi edeceksin.
CenĂ‚b-ı Hak soruyor Nûr Sûresi ’nde:
“…AllĂ‚h ’ın sizi affetmesini istemez misiniz?..” (en-Nûr, 22) buyuruyor.
Demek ki affedilmeye lĂ‚yık olabilmek icin burada hicbir muslumanla aramızda bir burûdet olmayacak. Allah icin affedeceğiz, şahsımıza olan şeyde, Ă‚mmeye olan değil.
Dedikodu vs. bunlar aslĂ‚ aslĂ‚ yok. KıyĂ‚mete kalıyor. Ramazan ’da oyle bir Ramazan gecirirsin ki buyuk bir takvĂ‚ uzerine, bir bayram icĂ‚zeti yaşarsın. Fakat eğer bir dedikodu varsa Ramazan ’da, o sana, yahut bazen o kıyamete kalıyor sana. Kıyamette ne yapacaksın; sevabından vereceksin ona.
Abdullah Dehlevî Hazretleri vardır silsileden, Allah dostlarından. Bir yerden geciyor, dedikodu ediyorlar, hemen gecti oradan.
“–Orucum bozuldu!” dedi.
Talebesi dedi ki:
“–Ustad dedi, sen ne orada bulundun, ne de dedikodu ettin.” dedi.
“–Fakat oradan sirĂ‚yet oldu bana.” dedi.
Onun icin kardeşler! İkinci şart da bu.
Bak, Rasûlullah Efendimiz Cennet ’i vaad ediyor. Neyle vaad ediyor:
Zorluklarda îmĂ‚nı muhafaza etme, ibadeti muhafaza etme. İkincisi; namaz, oruc, zekĂ‚t, ibadetlerde, onları CenĂ‚b-ı Hakk ’a lĂ‚yık hĂ‚le getirebilme. CenĂ‚b-ı Hak bu ibadetleri bize keyfî olarak vermiyor. Bizim Cennet ’e lĂ‚yık hĂ‚le gelebilmemiz icin.
Abdullah ibn-i Mes ’ûd anlatıyor:
Peygamber Efendimiz ’le beraber oturuyorduk diyor. Bir adam kalkıp gitti diyor. Ondan sonra başka birisi geldi, onun hakkında ileri-geri konuştu diyor. Efendimiz ona;
«–Git dedi, ağzını yıka da gel dedi. Dişlerinin arasında yemek kırıntıları var.» dedi.
Adam dedi ki:
«–YĂ‚ RasûlĂ‚llah dedi, dişlerimin arasından ne cıkarayım ki dedi, bir şey yok ki dişlerimin arasında dedi. Bir şey yemedim ki ben dedi. Karnım da ac.» dedi.
Rasûlullah Efendimiz:
«–Sen de kardeşinin etini yedin dedi, gıybet etmekle.» dedi.” (Bkz. İbn-i Kesîr, Tefsîr, IV, 231)
MĂ‚lî haklar var. Eğer imkĂ‚nı varsa, bu mĂ‚lî hakkı sahibine iade etmeli, aldığı bir şey eğer telef olmuşsa onu aynısının bedelini odemeli. Eğer fakir duştu, onu odeyemeyecek durumdaysa, gidip ondan helĂ‚llik dilemeli. Hak sahibi olmuş, onun kendisine ulaşma imkĂ‚nı yoksa, onun mĂ‚lî hakkının bedelini Allah yolunda tasadduk etmeli. Odemeye hic imkĂ‚nı yoksa, onun icin bol bol hasenat yapmalı. Cunku Ă‚hirette hak sahibi, haseneler olarak helĂ‚lleşme isteyebilir. Cunku o, sevabından alacak, sevabın bitse, kendi gunahını sana verecek.
Onun icin Efendimiz misal verirdi, kendine izafe ederek misal verirdi. Bunu Efendimiz birkac sefer tekrarladı ashĂ‚b-ı kirĂ‚m toplandığı zaman:
“–AshĂ‚bım dedi, nihĂ‚yet ben de sizin gibi bir insanım dedi. (Kendine izafe etti.) Aranızda bazı kimselerin bana hakkı gecmiş olabilir (dedi. Sizi dedi, hizaya sokarken dedi.) Kimin sırtına vurdumsa işte sırtım, gelsin vursun dedi. Kimin malını yanlışlıkla bilmeden benim malıma karışmışsa, işte malım, gelsin alsın.” buyurdu. (Ahmed, III, 400)
Kıymetli kardeşler!
Zaman zaman meydana gelen buyuk felaketlerden korkuya kapılıyoruz. Bir deprem oluyor, korkuyoruz. Bir sel oluyor, korkuyoruz. Bir en yakınımızı mezara gomerken, onu kabre indirildiği zaman uzerine toprak orterken, korkuyoruz. Esas korkulacak, gunahlarımız!..
Dilimizden cıkan yanlış kelĂ‚mlardan korkmalıyız.
Merhamet ve şefkat fukarası olmaktan korkmalıyız. Bu da cok muhim.
Efendimiz bir gun buyurdu ki:
“–Bir dirhem, yuz bin dirhemi gecti.” buyurdu.
SahÂbe:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Nasıl bir dirhem, yuz bin dirhemi gecer?”
“–Bir dirhem veren (dedi Efendimiz) yokluktan vermiştir. Bir hurması vardır, yarımını vermiştir. Oburu ise cokluktan vermiştir.” (Bkz. NesĂ‚î, ZekĂ‚t, 49)
Onun icin kendinden ne kadar koparabilirse…
“Bir dirhem yuz bin dirhemi gecti.” buyuruyor.
Yermuk Harbi ’nde uc tane şehidin ortasında bir bardak su kaldı. Belki o bir bardak su, yahut bir bakrac su, belki cok buyuk bir hizmetten daha oteye gecti, bir cami yapımından daha oteye gecti. O elli derecede, o colde, dudakları catlamış, su su derken, kardeşi su demekle, suyu ona gonderdi. Ucu de şehid oldu.
Onun icin en buyuk vazifemiz, İslĂ‚m şahsiyeti ve karakterini eğer muhafaza edemezsek, bundan korkmalı.
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
(“Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil.” [el-FĂ‚tiha, 7])
Hristiyanları, yahudîleri, onları giyimde-kuşamda ornek alıyorsak, ondan korkmalıyız.
En cok uzerinde duracağımız, “helĂ‚l gıdĂ‚”dır. İbadetlerimize muessir olanın başında gıda gelir. Efendimiz buyuruyor:
“Hacca gelir diyor, «lebbeyk» der diyor, «sa‘deyk» der diyor, ona «lĂ‚-lebbeyk» denir diyor. Cunku diyor, o parasında haram vardır.” buyuruyor. (Bkz. Heysemî, III, 209-210)
Onun icin iki şey hususunda cok dikkat etmemiz lĂ‚zım. Birincisi; aldığımız gıda, yani boğazımıza girene dikkat etmemiz lĂ‚zım. İki; beraberinde bulunduğumuz insana dikkat etmemiz lĂ‚zım. Beraberinde bulunduğumuz insan sĂ‚lih ise biz de o zaman sĂ‚lihlerden oluruz.
İmĂ‚m GazĂ‚lî Hazretleri diyor ki, bu beraberlik cok muhimdir diyor. Eğer diyor, sen diyor, fĂ‚sıklarla beraber olursan diyor, zamanla diyor zihnî beraberliğin kalbî beraberliğe gecer ve helĂ‚k olursun diyor.
Onun icin en muhim, “zamanda israf”. CenĂ‚b-ı Hak;
“Boş kaldın mı hemen başka bir hayır işine koyul ve CenĂ‚b-ı Hakk ’a don.” (Bkz. el-İnşirah, 7-8) buyuruyor.
Yani bir hayrı bitirdiğin zaman hic vakit kaybetmeden diğer bir hayra koşmak lĂ‚zım. Zaman en kıymetli bir hazine.
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- halîfe iken bile mahalle mahalle dolaşıp kim muzdarip, kim dertli, kim yalnız, onların hĂ‚liyle hĂ‚llenirdi. “Dicle ’ye bir koyun duşse yarın adl-i ilĂ‚hî gelip benden sorar.” buyururdu.
Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh- halîfe oldu, minbere cıktı:
“Ummet dedi, cemaat dedi, kardeşler dedi. En hayırlınız ben değilim dedi. (Buyuk bir yokluk şeyi icinde.) Aman dedi, bende dedi, bir hata gorduğunuz zaman gelip beni îkaz edin.” dedi.
Halîfe oldu, butun İslĂ‚m dunyasının yuku geldi Ebû Bekir Efendimiz ’e. Yetim kızlar dediler ki:
“Bizim, sutlerimizi halîfe gelip sağıyordu, şimdi sutumuzu sağacak kimsemiz de yok dedi, yalnız kaldık.” dedi. Ebû Bekir Efendimiz yine, halifeyken, o İslĂ‚m dunyasının butun yuku sırtına gelmişken, yine gidip o yetim kızların sutlerini sağardı.
CenĂ‚b-ı Hak demek ki niyete gore zaman icinde zaman acmış oluyor. Dunyada ne yaparsak o kadar. Yok, kabirde, kıyamette bir hazırlık! Bitti fasıl!..
CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yette buyuruyor. MunĂ‚fikûn Sûresi 10. Ă‚yet:
“Herhangi birinize olum gelip de; «Rabbim, beni yakın bir sureye kadar geciktirsen de sadaka versem, sĂ‚lihlerden olsam» demeden evvel infak edin.” buyuruyor.
Efendimiz:
“…SĂ‚lih kimse de diyor, olumuyle huzunde olacak diyor, keşke daha oteye gitseydim...” (Bkz. Tirmizî, Zuhd, 59)
CenĂ‚b-ı Hak hakîkaten şu dunya hayatında -inşĂ‚allah- vaktimizi zayî etmekten muhafaza buyursun.
Gafillere, غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ (“Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil.” [el-FĂ‚tiha, 7]) onlara aldanmamayı… CenĂ‚b-ı Hak muhafaza buyursun.
Mekke ’de muslumanlar cok zulum goruyorlardı ilk on uc sene icinde. Dediler ki kendi iclerinden:
“Biz dediler, bu kadar eziyet cekiyoruz AllĂ‚h ’a inandığımız icin. Her turlu cefaya katlanıyoruz. Onlar ise (Âl-i İmran Sûresi ’nde) diyar diyar, rahat rahat, sere serpe geziyorlar.”
O zaman CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yeti indiriyor:
“Onların diyor, dunyadaki azıcık diyor, azıcık bir ferahlıktır diyor. Onların Ă‚kıbeti ise ateştir.” buyuruyor. (Bkz. Âl-i İmrĂ‚n, 196-197)
VelhĂ‚sıl bu dunyada fedakĂ‚rlık lĂ‚zım, takvĂ‚ lĂ‚zım.
Âyette buyrulduğu gibi, CenĂ‚b-ı Hak beş hususiyet veriyor, EnfĂ‚l Sûresi ’nde:
“…Allah anıldığı zaman «وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ» kalpleri titrer…” (el-EnfĂ‚l, 2)
Daima kendimizi bir muhasebe edeceğiz. Birtakım yanlışlıklar karşısında kalbimiz titriyor mu? Titreyen bir kalbimiz var mı? Allah dediğimiz zaman kalbimiz titriyor mu? “Aman yĂ‚ Rabbi!” ne kadar diyebiliyoruz? Ne kadar bunun muktezĂ‚sı icindeyiz?
İkincisi:
“…AllĂ‚h ’ın Ă‚yetleri okunduğu zaman îmanları artar…” (el-EnfĂ‚l, 2)
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m hep bunun derdindeydi; ben nasıl AllĂ‚h ’ın rahmetini kazanacağım?.. Bir Ă‚yet indiği zaman Omer -radıyallĂ‚hu anh- muzĂ‚kere ederdik diyor, “AllĂ‚h ’ın murĂ‚dı nedir bu Ă‚yette?” derdik diyor. “Nasıl CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sını kazanacağız?..”
Akşamleyin eve gittiğimiz zaman hanımlar da hanımlarımız da sĂ‚liha hanımlardı. Şunu sorarlardı:
“Bugun hangi Ă‚yet indi? Allah ’tan ne emir geldi? Rasûlullah ’tan ne gibi, fem-i muhsininden / mubĂ‚rek ağzından tĂ‚limatlar?.. Sen bana onu soyle…” derdi Ă‚ile cĂ‚iması. “Cinden ne ipekli kumaş geldi, ne oradan, Şam ’dan geldi?” sormazlardı. Daima bir Ă‚hiret endişesi…
Cıkarken de beylerine:
“Sakın ha bize yanlış bir lokma getirme! Biz dunyada her şeye katlanırız ama, Cehennem azĂ‚bına katlanamayız.” derlerdi.
İşte inen her Ă‚yetin bir tesiri altında kalabilmek.
Değişen şartlar, med-cezirler, kalp grafiği gibi, onlar karşısında da bir tevekkul ve teslîmiyet icinde… (Bkz. el-EnfĂ‚l, 2) İmtihandır. İmtihan olduğunu duşunmek.
Sonra namazını ikāme. Yine namaz geliyor. “Namazı ikāme ederler...” (el-EnfĂ‚l, 3)
Ondan sonra beşinci de:
“…AllĂ‚h ’ın verdiği nîmetlerden Allah yolunda infak ederler.” (Bkz. el-EnfĂ‚l, 3)
Allah bana bu nîmeti niye verdi? Demek o bana zimmetli…
İslam ve İhsan