
Gecici olan dunya mı, ebedi olan Âhiret mi?Al Sûresi ’nde şoyle buyruluyor; “Nefsini tezkiye edip manevî kirlerden arınan, Rabbinin adını zikredip O ’na kulluk eden kimse şuphesiz kurtuluşa ermiştir. Fakat siz (ey insanlar!) Âhiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu hÂlde dunya hayatını tercih ediyorsunuz.” (87/14-17)
Bu Âyetler, hem ebedî saadet yolunu gosteriyor ve hem de bizi ondan mahrum kılan aldanışın temel sebebini hatırlatıyor. Buna gore mu ’min, oncelikle nefsin arzularını kontrol altına almalı, arzuların baskınlığına dair kalan izlerden arındırmalı ve rûhu besleyecek iklimi orada tesis etmeli. Sonra ibadet ve zikirle gonlunu donatmalı. İlÂhî emir ve yasaklara riayet ederek kulluğun icÂplarını yerine getirmeli.
İşte bu sayılanlar kulluğun ana cercevesidir ki, Yuce Mevl kulluk dairesinde yaşayanları ebedî saadetle mujdeliyor. Onlara gozlerin gormediği, akılların hayal etmediği Cennet nimetlerini, cemÂlullahı ve en nihayetinde rızÂsını va ’dediyor.
Fakat insanoğlunun bir zaafı var; peşin olan menfaati gorunce, -her ne kadar soz verenin va ’dinden asl caymayan Allah TeÂl olduğunu bilse de- va ’dedilenleri belli aralıklarla unutuyor. HÂlbuki dînin ozu, gayba îman etmektir. Gormediğine gorurcesine inanarak, inancın gereğini yerine getirmektir. Sozun ozu şu; nefsini hevÂsının baskısından arındırıp, kalbini ibadet ve zikir şevkiyle donatanlar, gecici dunya zevklerine aldanıp da Âhireti unutmazlar.
Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 384
İslam ve İhsan