Biz burada, Allah ’ın indirdiği apacık hukumleri dune ait gorup cağın şartlarına uygun gormeyen ve bu sebeple farklı yorumlar yaparak, kendinin ya da birilerinin hevÂsına uygun hale donuşturme eylemine soyunan, tarihselci ve modernist kimselerin tahrif hareketlerine dikkat cekeceğiz. Belki bu cizgideki kimseler, kendilerinin ifsÂd değil ıslah ehli olduklarını da soyluyor ve hatta oyle de inanıyorlardır.İnsan coğu zaman arzu ve heveslerini putlaştırabilen bir varlıktır. İcinde kulluk değil Rablik hevesi taşır. Gucu ve imkÂnı bulunca ilahlaşma, hÂkimiyet kurma ve başkalarını kendine kul-kole edinme duyguları depreşir. HevÂsını Hak ve hakikate tabi kılması gerekirken, hakikati kendi hevasının hizmetkÂrı olmaya zorlar.

Adiy b. Hatim –radıyallahu anh- anlatıyor:

Boynumda altından bir hac bulunduğu halde Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem- ’in huzuruna vardım. Bana:

“Bu da ne oluyor Ey Adiy? Şu putu uzerinden at” buyurdu.

Onu, Tevbe sûresindeki: “Onlar Allah ’ı bırakıp hahamlarını, rÂhiplerini ve Meryem oğlu Mesîh ’i rab edindiler” (Tevbe 9/31) Âyetini okurken dinledim. Sonra şoyle bu­yurdu: “Onlar bunlara ibadet etmiyorlardı. Fakat kendilerine bir şeyi helal kıl­dıkları vakit onu helal belliyorlar ve bir şeyi haram kıldıkları vakit de onu ha­ram belliyorlardı (boylece onları kendilerine Rab edinmiş oluyorlardı).” (Tirmizî, Tefsir 9/10)

"ALLAH'IN KULLARI UZERİNDE RABLİĞE SAVUNUYORLAR"

Rableşme temÂyulu kimi zaman firavun misali saltanat sahiplerinde, kimi zaman Karun misali varlıklı kimselerde, kimi zaman da Âlim ve ruhban sınıfında ortaya cıkabiliyor. Biz burada, Allah ’ın indirdiği apacık hukumleri dune ait gorup cağın şartlarına uygun gormeyen ve bu sebeple farklı yorumlar yaparak, kendinin ya da birilerinin hevÂsına uygun hale donuşturme eylemine soyunan, tarihselci ve modernist kimselerin tahrif hareketlerine dikkat cekeceğiz. Belki bu cizgideki kimseler, kendilerinin ifsÂd değil ıslah ehli olduklarını da soyluyor ve hatta oyle de inanıyorlardır. Allah ’ın koyduğu kimi hukumlerin belli zaman, mekÂn ve şartlarla sınırlı olması gerektiğini ve o hukumlerin farklı zaman, mekÂn ve şartlarda uygulanmasının doğru olmayabileceğini savunuyorlar. Yani Âdeta “Allah ’a din oğretiyor”, “Allah ’ın kulları uzerinde Rabliğe soyunuyorlar”. Rabbimizin şu uyarıları tam da boylesi iddia sahiplerini ele veriyor:

“Sen onlara (de ki “Hakikati apacık ortaya koyan bu ilahi kelamı size indiren O iken, (neyin doğru neyin yanlış olduğu konusundaki) hukum icin Ondan başkasını mı arayacağım?” (En ’Âm Sûresi, 6/114)

“Aralarında, Allah ’ın indirdiği ile hukmet. Onların arzularına uyma ve Allah ’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur ’an ’ın bazı hukumlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yuz cevirirlerse, bil ki şuphesiz Allah, bazı gunahları sebebiyle onları bir musibete carptırmak istiyor. İnsanlardan bircoğu muhakkak ki yoldan cıkmışlardır.” (MÂide Sûresi, 5/49)

Burada tarihselcilerin goremedikleri ya da gormek istemedikleri bir başka Kur ’Ânî hakikate daha işaret edelim: Mûs –aleyhisselam- (M.O. 13. yy.) ile Allah Resûlu –sallallahu aleyhi ve sellem- (M.S. 7. yy.) arasında 2000 yıllık bir zaman aralığı olmasına ragmen, Hazret-i Peygamber zamanında yaşayan yahudilerin Tevratta indirilen hukumlerle hukmetmemeleri, Rabbimiz tarafından kafîrlikle, zÂlimlikle ve fasıklıkla vasıflanmalarına sebep olmuştur. Yani tarihselci yaklaşımla Allah ’ın ahkÂmını tahrif edip değiştirenler, cok buyuk bir ilÂhî tehdide maruz kalmışlardır. Rabbimiz onların şahsında biz muminleri de aynı yanlışa duşmeyelim diye şoylece uyarır:

“İcinde Allah ’ın (zina eden evlilerin taşlanması) hukmu bulunan Tevrat onların yanında olduğu halde, nasıl oluyor da (Ey Peygamber) seni hakem yapıyor (senden hukum istiyorlar. Senin aynı hukmu vermenden) sonra da (razı olmayarak) yuz cevirip donebiliyorlar? Onlar, (aslında) inanan kimseler değillerdir.

Hic şuphesiz, icinde doğruya rehberlik ve nur (ahkÂm ve oğutler) bulunan Tevrat ’ı biz indirdik. Kendilerini (Allah ’a) teslim etmiş (olan) peygamberler, yahudilere onunla hukum verirlerdi. Allah ’ın Kitabı ’nı korumaya memur edilmeleri ve o(nun doğruluğu)na şahit olmaları itibariyle Rabbe gercek bağlı kullar (ihlaslı bilginler) ve din Âlimleri (hahamlar) da (onun gerektirdiği gibi hukum verirlerdi). Artık siz, insanlardan korkmayın; benden korkun ve benim Âyetlerimi az bir değere (ruşvet ve dunya makamına) satmayın. Kim (elinde imkÂn olduğu halde inkÂr ederek veya beğenmeyerek) Allah ’ın indirdiği/bildirdiği (hukumleri) ile hukmetmezse işte onlar kÂfirlerin ta kendileridir.

Biz, onda (Tevrat ’ta) kendilerine yazdık ki, cana can, goze goz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve (butun) yaralamalar icin karşılıklı (misliyle) kısas (var)dır. Kim bu (kısas hakkı)nı hayır olarak bağışlarsa, o da kendi (gunahları) icin kefÂrettir. Kim (inkÂr etmese bile) Allah ’ın indirdiği/bildirdiği (hukumleri) ile (veya ona uygun olarak) hukmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (MÂide Sûresi, 5/43-46)

İMAN PROBLEMLERİ

Kim bilir, bu hukumleri ağır gorup değiştirmeye kalkan nice hahamlar da olmuştur. Dun insanlık bugunku gibi değildi. Onlar icin bu hukumler doğru idi, ancak bugunku modern topluma boylesi cezalar yerine daha farklı caydırıcı cezalar koymalıyız demişlerdir. Ancak bu Âyetler, boyle duşunenlerin iman proplemlerinin olduğuna dikkat cekiyor. Anlamak isteyene ne buyuk bir uyarı!

İlÂhî kelÂmda acıkca beyan edilen kesin hukumler, zannî mulahazalarla (kişisel kanaatlerle) değiştirilemezler. Bu konuda Prof. Dr. Sait Şimşek hocamızın şu tespitleri, aklı karışıklar icin yol gosterici niteliktedir:

“Kur ’Ân-ı Kerim ’in her bir Âyetinin, indiği donemdeki toplumun problemlerini cozmek icin ya da sadece o donemde vuku bulmuş olaylara bir cevap olarak inmiş olduğu soylenemez. Hatta belli olay ve şahısların kimi davranışlarıyla ilgili olarak inmiş olan Âyetlerde bile şahıs, yer ismi ve zaman cok istisnÂî durumlarda sozkonusu edilmektedir.

Şahısların isimleriyle, olayın gectiği yer ve zamanın zikredilmemesi, sozkonusu edilen ahlÂkî ya da hukûkî mesajların cihanşumul bir nitelik kazanması icindir. Âlimlerimiz Âyetlerin iki tur nuzûl (iniş) sebebinden sozederler. Buna gore ozel nuzûl sebebi olan Âyetlerin yanında genel sebebi bulunan Âyetler de vardır. Ozel nuzul sebebi olan Âyetlerden maksat, belli bir olay uzerine inmiş olan Âyetlerdir. Genel olanlar ise, kıyÂmete kadar gelecek insanların inanc, ahlÂk ve sosyal meselelerinin ıslahı icin indirilmiş Âyetlerdir. Bu Âyetler belli bir sebep uzerine indirilmiş değillerdir. Âlimler ayrıca, belli bir sebep uzere inmiş olan Âyetlerin de sadece o sebebi ilgilendirmediklerine, hukmun genel olduğuna dikkat cekmiş, bunu: “Sebebin ozel olması, hukmun genel olmasına engel değildir” şeklinde ifade etmişlerdir”1.

“Zannî bir şeye dayanarak kat ’î olan nassın hukmunu değiştirmemiz mumkun değildir. Yani bir hukum ifade eden nassın kendisinde o hukmun illeti (yani o hukmun verilmesine sebep olan maksat) zikredilmemiş ya da Kur ’Ân ’ın herhangi bir Âyetinde bu illete işÃ‚ret edilmemiş ise, bizler bu hukmun illeti şudur ve illet değiştiği icin hukum de değişmiştir, diyemeyiz. Nitekim Yuce Allah, boşanmış olan kadınların iddetleri dolduktan sonra eski kocalarıyla tekrar anlaşarak evlenmelerinde bir sakınca bulunmadığını belirttikten sonra: “Allah bilir, siz bilmezsiniz” buyurmaktadır. (bk. Bakara, 2/232). Bu ifadenin, evlilik, mehir, boşama ve iddet beklemeyi dile getiren Âyetler grubunun son Âyetinde yer almış olması dikkat cekicidir. Ayrıca bircok Âyette “Allah bilir siz bilmezsiniz” ifadesi gecmektedir. O halde insan bilgisi, kimi hukumlerin illetini yakalamaktan Âcizdir”.2

FARKLI DEĞERLENDİRMELERE İMKAN VEREN AYETLER

Elbette manaya delÂleti acık olmayan ve farklı değerlendirmelere imkÂn veren Âyetlerde Âlimlerimizin farklı değerlendirmeleri olacaktır. Yine bunun gibi hukmu beyan edilmeyen hususlarla ilgili ictihatlar da her zaman yapılabilecektir. Boylesi varılan sonucların zamana ve mekÂna gore farklılık gosterebileceği de bilinen bir husustur. Zira ictihadlar da kesin bilgi değil, zan ifade ederler. Fakat bugun oyle cur ’etkÂrlıklara şahit oluyoruz ki, Rabbimizin apacık beyan ettiği hukumler hakkında bile cağdışı diyerek değişmesi gerektiğini soyleyebiliyorlar.

Sınırlı bilgisini, aklını ve anlayışını yeterli veri olarak değerlendirip, ilmine sınır olmayan Yuce MevlÂmızın hukmunu değiştirme cur ’eti nasıl bir mumin duruşudur? Esasen boylelerine kulluk zor gelmektedir. Unutmamalıdır ki, kulluk imtihanında muvaffakiyet, kendi değer olculerimize gore değil, Hakk ’ın emir ve yasakları karşısında bizim nasıl bir tavır geliştirdiğimize goredir. Yaşanan hayatı ve değerleri bilgi kaynağı gibi algılayıp ilÂhî ahkÂmı topluma indirgemek yerine, toplumu Rabbimizin uygun gorduğu kıvama donuşturmek ve yukseltmek tarih boyunca butun peygamberlerin misyonu olagelmiştir. Bugun de mumin yureklerin, Âlim ve Âriflerin yegÂne himmeti ve cehdi bu yonde olmak durumundadır. Farklı sesler ve cağrılar, coğu zaman şeytÂnî ve nefsÂnî fısıltılardır. Boylesi bir duruma duşmekten ve duşurulmekten Allah ’a sığınırız.

Dipnotlar: 1) Sait Şimşek, Gunumuz Tefsir Problemleri, s. 245 2) Sait Şimşek, a.g.e., s. 248

Kaynak: Yrd. Doc. Dr. Adem Ergul, Altınoluk Dergisi, Sayı: 393
İslam ve İhsan