
Muslumanları, Fahr-i KÂinat -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in ve ashÂbının yolundan ayırmak isteyenler, ilk adım olarak, mezheblere karşı hucum etmişlerdir. Mezheblerin sonradan cıktığı, luzumsuz olduğu fitnesi yayılmaya calışılmıştır.Peygamber Efendimiz, ashÂbına İslÂm ’ı oğretti. İstîdatlı sahÂbîlerine daha fazla ihtimam gosterdi. Efendimiz; risÂletini tamamladı ve Hakk ’a irtihÂl ettikten sonra, ashÂb-ı kiram, karşılaştıkları meseleleri aralarındaki dinde rusuh sahibi, muctehid sahÂbîlere sorarak cozmeye devam ettiler. Hazret-i Âişe ’nin de aralarında bulunduğu fukahÂ-i seb‘a (yedi fakih), en cok fetv veren sahÂbîler idi. Muctehid olmayan yani dînî konuları derinlemesine bilmeyen sahÂbîler ve tabiîn de, bir mÂnÂda diğer sahÂbîlerin mezhebine tÂbî olmuş vaziyetteydi.
MEZHEP İMAMLARI VE ORTAYA CIKIŞLARI
HulefÂ-i rÂşidîn devrinde bircok hususta sahÂbe icmÂı gercekleşti. Bu muctehid sahÂbîler; İslÂm ’ı tebliğ etmek ve dîni oğretmek icin gittikleri yerlerde, dinde rusuh sahibi talebeler yetiştirdiler ve boylece birkac nesil icerisinde amelî / fıkhî mezhebler teşekkul etti.
Mesel bizim muntesip olduğumuz Hanefî mezhebi; Abdullah İbn-i Mes ’ûd, Hazret-i Ali -radıyallÂhu anhumÂ- gibi, Kûfe ve Basra mıntıkasına giden muctehid sahÂbîlerin yetiştirdiği Âlimler tarafından kuruldu.
MÂlikî Mezhebi ’ni, Medine ehlinin yani Medine ’de kalıp ilim ve hadis neşrine devam eden sahÂbîlerin bir devamı olarak, Mescid-i Nebevî ’de imÂmet ve ilim tedrisinde bulunan İmÂm-ı MÂlik inşÃ‚ etti.
Ahmed bin Hanbel ve İmÂm-ı ŞÃ‚fiî de Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in hadislerini kendilerine aktaran sahÂbî ve tÂbiîn nesillerinin rahle-i tedrîsinde yetişmiş birer fakih olarak mezheblerini teşkil ettiler.
İmÂm-ı EvzÂî gibi başka muctehid Âlimler de vardı; lÂkin, dort mezheb imÂmı gibi takipcileri gelmediği icin, onların ictihÂdî goruşleri sonraki asırlarda takip edilen birer mezheb olmadılar.
DİNDE ASLI OLMAYAN MUESSESELER OLARAK GORMEK DOĞRU DEĞİLDİR
Mezheb muessesesini, sonradan meydana cıkmış, dinde aslı olmayan muesseseler olarak gormek doğru değildir. BilÂkis İslÂm ahkÂmının sistemleşmesini sağlayan calışmalar; asr-ı saÂdette, bizzat Peygamber Efendimiz ’in telkiniyle başlamıştır.
Nitekim şu hÂdise, ictihÂdın asr-ı saÂdetten misÂlidir:
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, MuÂz ’ı Yemen ’e gondermek istediği vakit şoyle buyurdu:
“–Sana bir dÂv arz edildiğinde nasıl hukmedeceksin?”
Hazret-i MuÂz -radıyallÂhu anh-;
“–AllÂh ’ın kitÂbı ile hukmedeceğim.” cevabını verdi.
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;
“–Eğer, AllÂh ’ın kitÂbında bulunmazsa ne yaparsın?”
MuÂz -radıyallÂhu anh-;
“–Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in sunneti ile hukmederim.” dedi.
Rasûlullah;
“–Eğer RasûlullÂh ’ın sunnetinde bulamazsan ne yaparsın?” dedi.
Hazret-i MuÂz;
“–(Kur ’Ân ve Sunnet esaslarına muvÂfık olarak) reyimle ictihadda bulunurum. (Hukmu olmayanı olana kıyas ederim.) Hukum vermekten geri donmem.” dedi.
Bunun uzerine Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Hazreti MuÂz ’ın goğsune dokundu ve;
“–Allah Rasûlu ’nun elcisini Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in rÂzı olacağı şeye muvÂfık kılan AllÂh ’a hamdolsun.” buyurdu. (Bkz. Ebû DÂvûd, Akdiye, 11; Ahmed, V, 230, 236; İbn-i Sa‘d, III, 584; Diyarbekrî, II, 142)
Mezhebin zaruretini bu hÂdisedeki esaslar ne guzel ifade etmektedir. İslÂm; Âlemşumul ve kıyÂmete kadar da gecerli yegÂne hak dindir. KıyÂmete kadar sosyal yapıda yeni olarak zuhur edecek şartlar karşısında gerekli butun careleri ortaya koyabilmesi, İslÂm ’ın cihanşumul yuceliğini gosterir.
Ancak, nassların yani Kitap ve Sunnet ’in acıkca tayin ettiği hususlarda ictihÂd edilemez, edilmemiştir.
İslÂm ’ın icini boşaltmaya calışan şer mihraklarının ikinci hedefi, Sunnet-i Seniyye oldu. Mezheblerden sonra Sunnet-i Seniyye uzerine şuphe duşurulmeye calışıldı.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Ocak Sayı: 155
İslam ve İhsan