Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, ayet-i kerîmeler ışığında mÂnevî hÂlin yukselmesi icin gerekli olan uc şartı anlatıyor.
MÂNEVÎ HÂLİN YUKSELEBİLMESİ İCİN UC ŞART
CenÂb-ı Hak yine:
وَمَا اُوتِيتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَلِيلًا buyuruyor.
“…Size ancak az bir ilim verdik.” (el-İsrÂ, 85) buyuruyor. Az bir ilimle bu kadar, binbir turlu nîmetler, ihsÂn-ı ilÂhîler…
Yaratılışımızın hic farkında mıyız? Sanki bir duduk calındı; kalp hucreleri kalbe gitti, beyin hucreleri beyne gitti, goz hucreleri goze gitti, bağırsak hucreleri bağırsağa gitti… Nasıl bizim dışımızdaki ilÂhî azamet tecellîleri…
Demek ki az bir ilim verildi. Bundan maksat; fizik, kimya, biyoloji vs. bircok ilimler, bunların kÂidelerini hıfzetmek değil, bu ilimlerin insanı bir duygu derinliğine goturmesi, “Aman y Rabbi!” dedirtmesi. Eserden muessire, sebepten musebbibe, sanattan sanatkÂra ulaştırması.
Oyle bir ilÂhî azamet tecellîsindeydi ki MevlÂnÂ, diyor ki:
“Âm bir kimse, noksansız bir Guneş ’in doğduğunu, gormese de onun hararetinden anlar.” buyuruyor.
VelhÂsıl insan, alık ve abus olmayacak. Kalbi uyanacak.
CenÂb-ı Hak buyuruyor EnfÂl Sûresi ’nde:
“Şuphesiz ki Allah katında, yuruyen canlıların en kotusu, duşunmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (el-EnfÂl, 22) Yani gÂfil insan…
Ondan sonra bu, goklerin ve yerin yaratılışını derinden derine duşundukten sonra, CenÂb-ı Hak, kul ne yapacak, o tefekkur icinde dÂim bir du hÂlinde olacak:
“…Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Bizi Cehennem azÂbından koru!” (Âl-i İmrÂn, 191) diyecekler. DÂim bir acziyet icinde olacaklar, AllÂh ’ın bu kadar ikramına karşı.
Yine CenÂb-ı Hak bilenlerle bilmeyenler kimler, kimler biliyor kimler bilmiyor… AshÂb-ı kirÂmda okuma-yazma bilen, yok kadar azdı. Fakat ashÂb-ı kirÂm bilenlerden oldu. CenÂb-ı Hak onların kalplerine bir derinlik verdi, hikmet verdi kalplerine.
Demek ki burada CenÂb-ı Hak uc tane şart bildiriyor:
سَاجِدًا وَقَائِمًا
(“…(Geceleyin) secde ederek ve kıyamda durarak…” [ez-Zumer, 9]) buyuruyor. Seherlerde uyanık olurlar, ibadet hÂlinde, zikir hÂlinde, kıraat hÂlinde, niyaz hÂlinde, o gecenin loş karanlığında “سَاجِدًا وَقَائِمًا” buyuruyor. CenÂb-ı Hakk ’a iltic hÂlinde olurlar ki CenÂb-ı Hak ’tan yardım gelsin.
Yine CenÂb-ı Hak Furkan Sûresi ’nde; “سُجَّدًا وَقِيَامًا” buyuruyor. “…Secde ve kıyam hÂlinde olurlar…” (el-FurkÂn, 64)
İkincisi:
DÂimÂ; “يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ” bir “Âhiret endişesi” icinde olurlar. (Bkz. ez-Zumer, 9)
Dunyaya gelişin sebebi nedir? Yani niye insan dunyaya geldi? Kimin mulkune geldi? Geliş niye, gidiş niye? Bu gelişten bu gidişteki akış nereye?
CenÂb-ı Hak:
لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ buyuruyor. “KıyÂmete andolsun.” (el-KıyÂme, 1) diyor. Yoğunlaşın diyor.
وَلَا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
(“Nefs-i levvÂmeye andolsun.” [el-KıyÂme, 2]) Tutarsız nefs. Birini yapıyor, birini yapmıyor. Birine goz yumuyor. Bir haramı kendince kucuk goruyor. “Yazıklar olsun!.. Burada hesaba cekileceksiniz!” buyuruyor. LevvÂme…
İslÂm, hayatımızın butun muhtevÂsında olacak. Hicbir zaman CenÂb-ı Hak unutulmayacak, şerîat unutulmayacak. Emirler, nehiyler unutulmayacak. İslÂm ’dan bir tÂviz verilmeyecek.
“…Peygamber ’in yanında bulunanlar (Fetih Sûresi ’nde) kuffÂra karşı şedîd…” (el-Fetih, 29) Hicbir tÂviz olmayacak. TÂviz verirse, dînin yapısı kaybolur. HassÂsiyet gider, rûhÂniyet gider.
Ucuncusu de:
وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّهِ
“…İlÂhî rahmeti dileyenler...” (ez-Zumer, 9)
Demek ki uc tane, CenÂb-ı Hak şart veriyor, mÂnevî hayatın yukselmesi icin. İlÂhî rahmeti dileyenler.
Demek ki seherler cok muhim, kardeşler! Seherlerde -evet- yatak mıknatıs gibi ceker. Fakat CenÂb-ı Hak bizim seherlerde secde ve kıyam hÂlinde olmamızı istiyor.
Onun neticesinde gunduz de her zaman bir Âhiret endişesi. Acaba benim yanımda olsa Rasûlullah Efendimiz, benim bu amelimdem hoşnud olur muydu? Acaba Allah -celle celÂluhû- benim bu amelimden rÂzı mı?
İnsan kendi kendini mîzÂn edecek. Benim bu amelim Allah Rasûlu ’ne mesafesi ne kadar, yakınlığım ne kadar?
Devamlı CenÂb-ı Hakk ’a iltic edecek. Ne buyuruyor CenÂb-ı Hak:
“وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ” buyuruyor. “Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrÂn, 17) buyuruyor. CenÂb-ı Hak, kapıları acıyor. Kul hicbir zaman ameline guvenmeyecek. DÂim Rabbine iltic edecek. Cok muhim…
Rasûlullah Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- FÂtıma VÂlidemiz ’i cok severdi. Bir sefere giderken ona uğrardı. Donuşte uğrardı. Bir şey gelse, bir gıda gelse, “FÂtıma actır, ona goturun.” buyururdu. Oyle olduğu hÂlde;
“Kızım FÂtıma! Bol amel-i sÂlih işle! (Kıyamet gunu babanın peygamber olduğuna guvenme!)” buyuruyordu. (Bkz. İbn-i Sa‘d, II, 256; BuhÂrî, MenÂkıb, 13-14; Muslim, Îman, 348-353)
Ben senin elinden tutup Cennet ’e gotururum demiyordu. Babanın peygamber olduğuna guvenme buyuruyordu.
“Halam Safiye, bol amel-i sÂlih işle! (Yeğeninin peygamber olduğuna guvenme!)” buyuruyordu. (Bkz. İbn-i Sa‘d, II, 256; BuhÂrî, MenÂkıb, 13-14; Muslim, Îman, 348-353)
İşte bu, kalbin tekÂmul etmesi.
MevlÂn CelÂleddîn-i Rûmî Hazretleri, evliyÂullÂhın bir sozcusu hÂlinde, tecellî onda oyle, işte o, işin zÂhirî tarafında olduğu zaman “hamdım” diyor. Kalpten kapılar acıldığı zaman mÂverÂya, o zaman “piştim” diyor. Daha otelere gittiği zaman da “yandım” diyor.
Yaratılışımızın sebebi, niye dunyaya geldik biz? CenÂb-ı Hak:
“Ben, cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-ZÂriyÂt, 56) buyuruyor. “لِيَعْبُدُونِ” AllÂh ’a kul olmak.
Peki hedef ne burada, kul oldun? “لِيَعْرِفُونِ” AllÂh ’ı kalpte tanıyabilmek. MÂrifetullah ’tan bir nasip alabilmek. CemÂlî tecellîlerden, cemÂlî esmÂdan kalpte bir tecellî hÂsıl olabilmesi. O tecellî olunca, CenÂb-ı Hak buyuruyor:
“…Kulları icinde ancak Âlimler Allah ’tan korkar, ittikā eder…” (FÂtır, 28)
Demek ki ilim, aldığımız bilgiler, bize onu şey yapacak; ben nasıl bir mu ’minim? Ne kadar “beyne ’l-havfi ve ’r-rec” ne kadar korku ve umit arasındayım? Allah benden acaba rÂzı mı? Rasûlullah bana acaba kıyamet gunu serzenişte bulunur mu? “Benim yuzumu kara cıkartmayın.” buyuruyor. (Bkz. İbn-i MÂce, MenÂsik, 76)
“Kitap ve Sunnet ’imi emÂnet olarak bıraktım.” buyuruyor. (Bkz. Muslim, Hac, 147; Ebû DÂvûd, MenÂsik, 56)
Boş bir bilginin faydası yok. İş; kalple bilgi beraber bir Âhenk teşkil edecek. CenÂb-ı Hak o Benî İsrÂil Âlimleri icin, onların hÂlini, sırtına kitap yuklenmiş merkeplerin hÂline benzetiyor. (Bkz. el-Cum ’a, 5) Sırtında var, haberi yok taşıdığından. Amele gecmemiş.
MevlÂn diyor ki:
“Akıl, Mustafa ’ya kurban olsun.” diyor.
Seven kalptir diyor. Akıl değil. İnsan, -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e muhabbetle rÂm olursa, o mustesnÂ, muhteşem gonulden hisseler almaya başlar. Muhabbeti olcusunde o yurekten in ’ikÂslar olur. Efendimiz ’in hÂliyle hÂllenmeye başlar. Demek ki Efendimiz ’i gonulden tanıyabilmek… Akıl, bir noktaya kadar.
Onun icin Es ’ad Erbilî Hazretleri, oyle bir hÂle geliyor ki:
TecellÂ-yı cemÂlinden Habîbim nev-bahar ateş
Gul ateş, bulbul ateş, sumbul ateş, hÂk u hÂr ateş
Yani Rasûlullah Efendimiz ’e o kadar bir yakınlaşıyor ki, demek ki, zÂhir-bÂtın guzelliğinin tecellîsinden, o yuce aşkını; ilkbahar ateş, gul ateş, sumbul ateş, toprak ateş, diken bile ateş kesildi diyor.
Fuzûlî, Âzerî şÃ‚iri:
Gul-i ruhsÂrına karşı gozumden kanlı akar su,
Habîbim fasl-ı guldur bu, akarsular bulanmaz mı?
diyor. Nasıl ilkbaharda boyle sular dalga dalga gelir, hatt bulana bulana gelir; işte benim diyor, gozumden diyor, o ilkbahardaki o akan deryalar gibi, gozumden benim de sular, gozumden kanlı sular akıyor diyor.
Hep bunlar nedir? Rasûlullah Efendimiz ’e yaklaşmayı gosteriyor. Yaklaşanların hÂli.
Bayezid-i BistÂmî Hazretleri, Hak dostu. Kalbî merhalelerinin durumunu şoyle ifade ediyor.
İlk diyor, hacca gittiğim zaman diyor, ben KÂbe ’yi gordum diyor. İkinci gidişimde diyor, hem KÂbe ’yi, hem de KÂbe ’nin Rabbi ’ni gordum diyor. Yani hem KÂbe ’yi, hem de CenÂb-ı Hakk ’ın ilÂhî azamet tecellîlerini gordum buyuruyor. Ucuncu gidişimde ise sadece KÂbe ’nin Rabbi ’ni gordum, yani sadece Rabbimin, ilÂhî azamet ve kudret tecellîlerini muşÃ‚hede ettim buyuruyor.
Demek ki kalbinde merhale aldıkca bir derinlik başlıyor, ufuklar acılıyor. Dalgıc misÂli. SÂhilde bulunanlar, denizin sathını gorur. Bir dalgıc, gucune gore, indiği her merhalede ayrı ayrı manzaralar gorur.
CenÂb-ı Hak bizi uc mûcizeyle hakka davet ediyor:
Bir; Kur ’Ân-ı Kerîm. KelÂmda mûcize. Taklidi mumkun değil. TÂ 1400 seneden beri, kıyÂmete kadar en buyuk mûcize.
“İns ve cin toplanın diyor, bir benzerini meydana getirin, gucunuz varsa diyor. Eğer bir, doğru olduğundan bir şupheniz varsa…” (Bkz. el-Bakara, 23)
Kur ’Ân-ı Kerîm ’in durumunu bildiriyor:
هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
(“…O, muttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) icin bir yol gostericidir.” [el-Bakara, 2])
Takv ehline Kur ’Ân-ı Kerîm bir rehber. Her meseleyi, her şeyi Kur ’Ân-ı Kerîm ’de bulursun. Nasıl bulursun? Rasûlullah Efendimiz ’in tatbikÂtında, 23 senelik tatbikÂtında.
Kur ’Ân-ı Kerîm insanlığa son cağrı. CenÂb-ı Hak:
“اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ” buyuruyor.
“RahmÂn Kur ’Ân ’ı oğretti. İnsanı yarattı. Ona beyÂnı oğretti.” (er-RahmÂn, 1-4) hikmet, sırlar, hepsi… Bunu CenÂb-ı Hak kuluna ihsÂn ediyor.
Yine MevlÂn Hazretleri diyor ki:
“Kur ’Ân-ı Kerîm ’in diyor zÂhirini bir okka murekkeple yazmak mumkun diyor. İhtiv ettiği butun sırları ifade etmeye ise sahilsiz deryalar murekkep, butun ağaclar kalem olsa yine de kifÂyet etmez.”
CenÂb-ı Hak Kehf Sûresi ’nde; (Ağaclar kalem olsa) denizler murekkep olsa, onlar biter, yine AllÂh ’ın kelimeleri bitmez.” buyuruyor. (Bkz. el-Kehf, 109)
VelhÂsıl insan, bu takv neticesi, Kur ’Ân ’la derinleşecek. Kur ’Ân-ı Kerîm ’den sırlar nasîb olacak. TakvÂ, nefsÂnî arzuları bertaraf etmek; “L ilÂhe”…
RûhÂnî istîdatları inkişÃ‚f ettirme, kalpte ilÂhî tecellîlerin meydana gelmesi. Bu şekilde insan kendini, ilÂhî muşahedenin, ilÂhî kameranın altında olduğunun idrak ve şuur hÂline gelmesi. Kalpte bu duyuşlarda derinleşebilmek…
İslam ve İhsan