İbadetlerde ihmalkÂr davranmak, insanı Âhirette zor durumda bırakacağı gibi, aşırı heyecana kapılıp hırsla hareket etmek de bir muddet sonra yorgunluk, bıkkınlık ve yanlışlıklara sebep olabilir. O hÂlde orta yolu tutmak ve devamlılığı esas almak gerekir.Lokman -aleyhisselÂm- buyurur:

“Ey oğlum! Dunyadan sana yetecek kadar al! Âhiretine zarar verecek şekilde ona iyice dalma! Dunyayı da tamamen terk etme ki sonra insanlara muhtac hÂle gelirsin (onlara yuk olursun). Şehvetini kıracak kadar oruc tut. Fakat seni (tÂkatsiz bırakıp) namazdan alıkoyacak kadar cok oruc tutma! Zira namaz, AllÂh ’a oructan daha sevimlidir.” (Beyhakî, ez-Zuhdu ’l-Kebîr, s. 84, no: 91)

DUNYA HAYATINI DENGELİ YAŞAMAK GEREK

[Mu ’min her hususta îtidÂl uzere olmalı, ifrat ve tefritten, yani aşırıya kacmaktan sakınmalıdır. Dunyevî meşgalelerinde, uhrevî gayret ve hizmetlerinde, hatt ibadet hayatında, hicbir zaman aşırıya kacmamalı, dÂim Allah ve Rasûl ’unun tÂyin ettiği hudutlar icinde, dengeli bir hayat yaşamalıdır. Kulluk hayatının makbul bir kıvamda devamı da buna bağlıdır.

Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gun:

“–Orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hicbiriniz ameli sÂyesinde kurtuluşa eremez.” buyurmuşlardı.

Yanındaki sahÂbîler:

“–Siz de mi kurtulamazsınız, ey AllÂh ’ın Rasûlu?” diye hayretle sordular.

Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:

“–(Evet) ben de kurtulamam. Ancak Allah, rahmet ve keremiyle beni bağışlamış olursa, o başka!” cevÂbını verdi. (Muslim, MunÂfikîn, 76, 78)

İBADETLERİ İHMÂL ETMENİN NETİCESİ

İbadetlerde ihmalkÂr davranmak, insanı Âhirette zor durumda bırakacağı gibi, aşırı heyecana kapılıp hırsla hareket etmek de bir muddet sonra yorgunluk, bıkkınlık ve yanlışlıklara sebep olabilir. O hÂlde orta yolu tutmak ve devamlılığı esas almak gerekir. Şu hÂdise bunu ne guzel îzah etmektedir:

Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- bir gun ashÂb-ı kirÂma kıyÂmetten bahsetmişti. Onlar da cok duygulanıp ağladılar. Sonra iclerinden on kişi Osman bin Maz ’­ûn ’un evinde toplandı. Yaptıkları istişÃ‚re neticesinde, bundan boyle dunyadan el-etek cekmeye, kendilerini hadım ettirmeye, gunduzlerini orucla, gecelerini de sabaha kadar ibadetle gecirmeye, et yememeye, hanımlarına olan alÂkayı azaltmaya, guzel koku surmemeye ve yeryuzunde gezip dolaşmamaya karar verdiler.

Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bundan haberdar olunca, once onları îkaz buyurdu, sonra da ashÂb-ı kirÂmı toplayıp şoyle hitÂb etti:

“BÂzı kimselere ne oluyor ki hanımlarıyla beraber olmayı, yeme-icmeyi, guzel koku surmeyi, uyumayı ve meşrû dunya zevklerini kendilerine haram kılıyorlar. Şuphesiz ki ben size keşiş ve ruhban olmanızı emretmiyorum. Benim dînimde et yemeyi terk etmek, kadınlardan uzaklaşmak olmadığı gibi, dunyadan el-etek cekip manastırlara kapanmak da yoktur. Ummetimin seyahati oruc, ruhbanlıkları (takvÂları) ise cihaddır.

AllÂh ’a ibadet ediniz, O ’na hicbir şeyi ortak koşmayınız, hac ve umre yapınız, namazlarınızı kılınız, zekÂtınızı veriniz, Ramazan orucunu tutunuz. Siz dosdoğru olunuz ki başkaları da oyle olsun.

Sizden onceki ummetler, aşırılıkları yuzunden helÂk oldular. Dîni kendilerine zorlaştırdılar, Allah da onlara zorlaştırdı. Bugun kilise ve manastırlarda bulunanlar, onların bakiyeleridir.”

Bunun uzerine şu Âyet-i kerîme nÂzil oldu:

“Ey îmÂn edenler! AllÂh ’ın size helÂl kıldığı guzel ve temiz şeyleri kendinize haram etmeyin, haddi aşmayın. Cunku Allah, haddi aşanları sevmez.” (el-MÂide, 87) (Bkz. VÂhidî, s. 207-208; Ali el-Kārî, el-Mirkāt, I, 182-183)]

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan