
Her insanın icine zaman zaman birtakım zuhurat, tuluat, sunuhat ve ilhamlar gelebilir. Fakat bunların RahmÂnî mi şeytÂnî mi olduğu, ancak şer ’î kıstaslarla ortaya cıkar. Bu sebeple şeytanın bizi Allah'ın (c.c) rahmeti ile kandırmasına musade etmemeli ve dikkatli olmalıyız...AbdulkÂdir GeylÂnî Hazretleri buyurur:
“Kim ki dînin esaslarını kendi yaşayışında tatbik etmediği hÂlde, kalbinde hikmet nurları bulunduğunu iddia ederse o, yalancıdır. Zira şurası iyi bilinmelidir ki dînin/şerîatin şahitlik etmediği her hÂl, zındıklıktır.” (Fethu ’r-RabbÂnî, sf. 303.)
Her insanın icine zaman zaman birtakım zuhurat, tuluat, sunuhat ve ilhamlar gelebilir. Fakat bunların RahmÂnî mi şeytÂnî mi olduğu, ancak şer ’î kıstaslarla ortaya cıkar.
"BUNDAN BOYLE SANA HARAMLARI HELÂL EYLEDİM" Nitekim AbdulkÂdir GeylÂnî Hazretleri, başından gecen bir hÂli şoyle anlatmıştır:
Bir gun gozumun onunde bir nur peyd olmuş ve butun ufku kaplamıştı. Bu nedir diye bakarken, nurdan bir ses geldi:
“–Ey AbdulkÂdir, ben senin Rabbinim. Bugune kadar yaptığın amel-i sÂlihlerden oyle hoşnudum ki, bundan boyle sana haramları helÂl eyledim.” dedi.
Ancak hitap biter-bitmez, ben bu sesin sahibinin şeytan -aleyhillÂne- olduğunu anladım ve:
“–Cekil git ey mel ’un! Gosterdiğin nur, benim icin ebedî bir zulmettir/karanlıktır.” dedim.
Bunun uzerine şeytan:
“–Rabbinin sana ihsÂn ettiği hikmet ve firÂsetle yine elimden kurtuldun! HÂlbuki ben yuzlerce kimseyi bu usûl ile yoldan cıkarmıştım.” diyerek uzaklaştı.
Ellerimi yuce dergÂha actım; bunun, Rabbimin bir fazl u keremi olduğu idrÂki icinde şukurler eyledim.
Bu sozleri dinleyen cemaatten biri sordu:
“–Ey AbdulkÂdir! Onun şeytan olduğunu nereden anladın?”
AbdulkÂdir GeylÂnî Hazretleri cevap verdi:
“–Sana haramları helÂl kıldım, demesinden!..”
İşte bu, her mu ’minin omru boyunca muhtac olduğu bir firÂsettir. Zira bir kul, sÂlih amelleri ve guzel ahlÂkı sebebiyle helÂl-harama riÂyet mukellefiyetinden muaf tutulacak olsaydı, evvel insanlığın Hakk ’a kulluktaki zirvesi olan Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz muaf tutulurdu. O ’na bile boyle bir imtiyaz tanınmadığına gore, hic kimseye de tanınacak değildir.
Dolayısıyla namaz, oruc, zekÂt, hac ve diğer dînî mukellefiyetleri yerine getirmeyip; “Benim kalbim temiz, muhim olan da bu…” gibi gÂfilÂne lÂkırdılarla, ilÂhî emir ve nehiylere karşı sahte bir muÂfiyet alanı acmaya calışan zındıklara asl îtibÂr etmemek gerekir.
Şunu da unutmamak îcÂb eder ki, her devirde AllÂh ’ın dînini bozup gonulleri bulandırmak isteyen din tahrifcileri dÂim var olagelmiştir. Bu gibi durumlarda mu ’minler icin fÂrukıyyet vasfı, yani hak ile bÂtılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilme firÂseti, daha buyuk bir ehemmiyet arz eder. Bunun icin bizler de bilhassa genc nesillerimizle birlikte, Kur ’Ân ve Sunnet ’e daha sıkı sarılarak din tahrifcilerinin tuzaklarını boşa cıkarmalıyız.]
CenÂb-ı Hak cumlemize, hakkı hak bilip ittib edebilmeyi, bÂtılı da bÂtıl bilip sakınabilmeyi nasîb eylesin. Butun his, fikir, niyet ve amellerimizi, dÂim rızÂ-yı şerîfiyle te ’lif buyursun. Kur ’Ân ve Sunnet ’in nurlu ikliminde, rÂzı olduğu bir kulluk hayatı yaşayıp Âhirette de sÂlihlerle birlikte haşrolunmayı, lûtf u keremiyle ihsÂn eylesin. Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2018 – Ocak, Sayı: 382, Sayfa: 032
İslam ve İhsan
ŞEYTAN NASIL FİTNE CIKARIR?