
Bir sanatkĂ‚r, yaptığı sanat eserini; bir mûcid, îcĂ‚d ettiği makineyi arzu ettiği şekilde planlayıp bicimlendirir ve onu en iyi kendisi tanır. Ayrıca her sanatkĂ‚r, eserine koyduğu imzĂ‚sıyla da dĂ‚imĂ‚ hatırlanmak, ismini yĂ‚d ettirmek ister. HĂ‚l boyle iken mikro Ă‚lemden makro Ă‚lemlere, atomdan galaksilere kadar butun kĂ‚inĂ‚tı yoktan var eden CenĂ‚b-ı Hakk ’ın, yarattığı varlıkları, kendisini periyodik olarak zikredecek şekilde tanzîm etmesi kadar tabiî bir şey olamaz.
CenĂ‚b-ı Hak, yarattığı canlı-cansız butun varlıklara kendisini tanıtmış ve onları dĂ‚imî bir sûrette zikir ile vazifelendirmiştir. Butun varlıklar, yaratılışları muktezĂ‚sınca kendi hĂ‚llerine mahsus bir sûrette Rab ’lerini tanırlar ve O ’nu zikrederler.
CenĂ‚b-ı Hak butun noksanlıklardan munezzehtir. O ’nun sadece bir «Ol!» emri ile her şey oluverir. O ’nun icin hicbir gucluk yoktur. O ’nun yarattığı bu kadar ihtişamlı bir kĂ‚inĂ‚tı gorup de bunun aksini duşunebilmek, ancak aklın zaafını ortaya koyar.
KAİNATTA CANSIZ VARLIK YOKTUR
Rabb ’imiz, “el-Hay” ism-i şerîfinin tecellîsi ile, yarattığı butun varlıklara kendi hĂ‚llerine mahsus bir “hayat” nîmeti nasîb etmiştir. Bu cihetten bakıldığında kĂ‚inatta esĂ‚sen “cansız” denilebilecek hicbir varlık yoktur. Bitki, hayvan, insan gibi canlıları dikkate alarak, canlılığın yalnız bunlara mahsus gorulmesinin yanında, hakîkatte bir atomun icindeki unsurların cumbuşunu ilĂ‚hî muhabbet nazarıyla temĂ‚şĂ‚ edebilirsek, cansız zannedilen bir maddenin aslında sĂ‚hip olduğu muthiş canlılığın hayret ve dehşeti icinde kalmaktan kendimizi alamayız. Bu hayranlık, mikro varlıklardan makro varlıklara doğru surekli artarak tezĂ‚hur eder.
Ayrıca cemĂ‚dĂ‚t, nebĂ‚tĂ‚t ve hayvĂ‚nĂ‚t, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’i ve diğer peygamberleri de tanırlar. Bu hĂ‚l, nebevî mûcizelerde dĂ‚imĂ‚ muşĂ‚hede edilmiştir. Onlar yeri geldiğinde taşa, asĂ‚ya ve benzeri cansız varlıklara AllĂ‚h ’ın lutfuyla Ă‚deta ruh vermişlerdir. Bu sebepledir ki Ebû Cehl ’in elindeki taşlar, Peygamberimiz ’in mûcizesi ile dile gelmiş, O ’nun peygamberliğini tasdîk etmiş ve Hakk ’ı zikretmiştir. Hazret-i MûsĂ‚ ’nın elindeki asĂ‚ ise yine AllĂ‚h ’ın lutfuyla ejderhĂ‚ya donuşmuş, Firavun ’u korkutmuştur. Yine bir zamanlar Kızıldeniz, ilĂ‚hî emre boyun eğerek Hazret-i MûsĂ‚ ve ashĂ‚bına yol olmuş, buna mukĂ‚bil sıra Firavun ve askerlerine geldiğinde ise, onları tanıyıp helĂ‚k etmiştir. Mescid-i Nebevî ’deki hurma kutuğu, RasûlullĂ‚h ’a hasretinden inleyerek ağlamıştır. Ayrıca bircok hayvan da, kendilerine zulmeden sahiplerini, yine Rahmet Peygamberi Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e şikĂ‚yet etmişlerdir.
KAİNATTA BULUNAN TUM MAHLUKAT PEYGAMBER EFENDİMİZİ BİR SIR İLE TANIRLAR
Hazret-i MevlÂn ne guzel soyler:
“Taş parcalarının azîz Peygamber Efendimiz ’e ve asĂ‚nın da Hazret-i MûsĂ‚ ’ya itaat etmeleri, diğer cansız sandığımız varlıkların da Hakk ’ın emrine nasıl boyun eğdiklerini haber verir.
Onlar derler ki: «Biz AllĂ‚h ’ı biliyoruz ve O ’na itaat ediyoruz. Biz rastgele yaratılmış boş şeyler değiliz. Biz hepimiz Kızıldeniz ’e benzeriz. O, deniz olduğu hĂ‚lde batırıp boğacağı Firavun ile İsrĂ‚iloğulları ’nı tanıyıp ayırt etti.»
Nerede bir ağac ve taş varsa, Hazret-i MustafĂ‚ ’yı gorunce apacık selĂ‚m vermişti ya. İşte cansız bildiğin her şeyin de canlı olduklarını boylece bil!..”
YĂ‚ni sadece insanlar ve cinler değil, hayvĂ‚nat ve hattĂ‚ cemĂ‚dĂ‚ta kadar butun varlıklar, yuzu suyu hurmetine yaratıldıkları RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’i ilĂ‚hî bir sır ile tanırlar. O ’na sonsuz bir muhabbetle kayıtsız şartsız itaat ederler. Fakat dunya hayatındaki imtihan sırrına binĂ‚en insanoğlunun gozlerine cekilen gayb perdesi, bunun fark edilmesine coğu zaman mĂ‚nî olur. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in bizleri gafletten uyandırıcı şu hadîs-i şerîfleri ne kadar ibretlidir:
ALLAH RASULU'NU TANIMAK VE İTAAT ETMEK SADECE İNSANA OZGU DEĞİLDİR
“Cinlerin ve insanların isyankĂ‚r olanları dışında, yerde ve goklerde bulunan butun varlıklar, benim, AllĂ‚h ’ın Rasûlu olduğumu bilirler.” (Ahmed bin Hanbel, Musned, III, 310)
Bu da gosteriyor ki Allah ve Rasûl ’unu tanıyıp itaat etme keyfiyeti sĂ‚dece insana mahsus değildir. BilĂ‚kis bu hususta diğer mahlûkĂ‚tın, gayr-i irĂ‚dî olarak daha ileri seviyede bulunduğu bile soylenebilir. Âyet-i kerîmede CenĂ‚b-ı Hak bu gerceğin bir başka varlıktaki tezĂ‚hurunu de şoyle bildirir:
“...Kuşları ve tesbîh eden dağları da DĂ‚vud ’a boyun eğdirdik. (Bunları) Biz yapmaktayız.” (el-EnbiyĂ‚, 79)
Rabb ’imiz Ă‚yetlerinde gĂ‚filleri uyandırmakta, yarattığı her şeyin kendisini tanıdığını ve bizim idrĂ‚kimiz dışında bir hĂ‚l lisĂ‚nı ile zikretmekte olduğunu bildirmektedir. MahlûkĂ‚tın zikrini işitebilmekse, ancak ibĂ‚det, zikir, tesbîh ve samîmî bir kulluk hayatı netîcesinde gonlun saf hĂ‚le gelmesi ve boylece gaflet perdelerinin kalkıp hakîkat Ă‚lemine vĂ‚kıf olmasıyla mumkundur. Yûnus Emre Hazretleri ’nin sarı cicekle sohbeti de bu kabîldendir.
AZİZ MAHMUD HUDAYİ HAZRETLERİ'NİN KISSASI
Buyuk Hak dostu Aziz Mahmûd HudĂ‚yî Hazretleri ’nin şu kıssası, bitkiler Ă‚leminin de zikrullĂ‚h ile meşgûl bulunduklarını ne guzel ifĂ‚de eder:
Birgun UftĂ‚de Hazretleri, muridleriyle beraber bir kır sohbetine cıkmıştı. Emri uzerine butun dervişler kırın en guzel yerlerini dolaşarak hocalarına demet demet cicek getirdiler. Ancak Kadı Mahmud Efendi ’nin elinde sapı kırılmış, solgun bir cicek vardı sĂ‚dece... Diğerlerinin ellerindekileri neşeyle hocalarına takdîminden sonra Kadı Mahmud, boynunu bukerek bu kırık ve solmuş ciceği UftĂ‚de Hazretleri ’ne takdîm etti. UftĂ‚de Hazretleri diğer murîdĂ‚nın meraklı bakışları arasında sordu:
“–EvlĂ‚dım Mahmud! Herkes demet demet cicek getirdiği hĂ‚lde sen nicin sapı kırık, solgun bir cicek getirdin?”
Kadı Mahmud edeple başını onune eğerek cevap verdi:
“–Efendim! Size ne takdîm etsem azdır. Ancak hangi ciceği koparmak icin elimi uzattıysam, onu «Allah, Allah» diye Rabb ’ini zikreder hĂ‚lde buldum. Gonlum onların bu zikirlerine mĂ‚nî olmaya rĂ‚zı gelmedi. CĂ‚resiz ben de, zikrine devĂ‚m edemeyen bu ciceği getirmek zorunda kaldım.”
LEYLEK, HAMDU LEK, ŞUKRU LEK, MULKU LEK DİYE ŞUKREDER
Hazret-i MevlÂn buyurur:
“Kuşların sultanı leylektir. Onların «lek, lek»leri nedir, bilir misin? O:
Hamdu lek, şukru lek, mulku lek, yĂ‚ MusteĂ‚n! (YĂ‚ni hamd Sana, şukur Sana, mulk Sen ’in ey kendisinden yardım beklenen Rabb ’im!) demektir.”
MAHLUKAT İCERİSİNDE GAFLETE EN YAKIN OLAN İNSANDIR
Muhyiddîn-i Arabî -kuddise sirruh- da bu hususta şoyle buyurur:
“Butun varlıklar kendilerine has bir sûrette AllĂ‚h ’ı zikrederler. Fakat bu hususta varlıklar farklı seviyelerdedir:
MahlûkĂ‚t icinde gafletten en uzak olanı cemĂ‚dĂ‚ttır. Cunku onlar, yemek-icmek ve hava teneffus etmek gibi ihtiyaclardan mustağnîdirler.
CemĂ‚dattan sonra nebĂ‚tat gelir ki, ihtiyac başlar. ZîrĂ‚, toprak, su ve guneşten aldıkları gıdĂ‚ları ilĂ‚hî tĂ‚yinle terkîb edip rengĂ‚renk cicekler, yapraklar ve meyveler vucûda getirirler.
Daha sonra hayvĂ‚nat gelir. Bunların hayatî fonksiyonları nebĂ‚tĂ‚ttan daha gelişmiştir. Bundan dolayı ihtiyacları coğalmıştır. NefsĂ‚niyet artmıştır.
İnsanın ihtiyacları ise bitmek tukenmek bilmez. Benlik, hayaller ve dunyevî ihtiraslar onu devamlı gaflete sevk eder.”
GOLGELER ALLAH'A SECDE EDİYOR
KĂ‚inat sayfalarındaki sır ve hikmetleri gercek mĂ‚nĂ‚sıyla telĂ‚kkî edebilmek, ancak gonul Ă‚leminde derinleşmeye bağlı bir keyfiyettir. Gonul gozuyle yeryuzune ve semĂ‚ya nazar eden bir mu ’min, kalbinin bambaşka bir hissiyĂ‚t ile dolduğunu fark eder. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, goklerde ve yerdeki her şeyin AllĂ‚h ’ı zikir ve tesbîh hĂ‚linde olduğunu îlĂ‚n etmektedir. Goklerin, yerin, dağların, ağacların, cimenlerin, guneşin, ayın, yıldızın, yıldırımların, hayvanların, yuvarlanan taşların, hattĂ‚ yere duşen sağlı sollu golgelerin sabah-akşam secde ettiğini şoyle bildirir:
“Goklerde ve yerde bulunanlar da onların golgeleri de sabah akşam ister istemez sadece AllĂ‚h ’a secde ederler.” (er- Ra ’d, 15)
“AllĂ‚h ’ın yarattığı herhangi bir şeyi gormediler mi? Onun golgeleri, kuculerek ve AllĂ‚h ’a secde ederek sağa sola doner.” (en-Nahl, 48)
Âyet-i kerîmeler, onumuze son derece ihtişamlı bir manzara sermektedir. Bu manzarada secdeler, golgelerin de iştirĂ‚kiyle cift hĂ‚ldedir. YĂ‚ni biri varlığın; diğeri de o varlığın golgesinin olmak uzere aynı anda cift secde... KĂ‚inĂ‚tın her zerresi, inanarak veya inanmayarak hep birlikte Rabb ’e ibĂ‚det icin secdeye varmış ve kendisini HĂ‚lık ’ının huzûrunda vazifesini îfĂ‚ etmeye vermiş... Butun kĂ‚inĂ‚t secdedeyken, hattĂ‚ munkir ve gĂ‚fillerin varlıkları bile gayr-i irĂ‚dî Hak TeĂ‚lĂ‚ ’nın irĂ‚desine rĂ‚m olmuşken, heyhĂ‚t ki o gĂ‚fillerin kalpleri, inkĂ‚r ve mĂ‚siyetin gaflet ve şaşkınlığı icindedir!..
CANLI VE CANSIZ HER ŞEY ALLAH'I TESBİH EDİYOR
Hak TeĂ‚lĂ‚ diğer bir Ă‚yet-i kerîmede de şoyle buyurur:
“Gormez misin ki; goklerde ve yerde olanlar; guneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaclar, hayvanlar ve insanların bircoğu AllĂ‚h ’a secde ediyor. Bircoğunun uzerine de azap hak olmuştur...” (el- Hacc, 18)
Gorulduğu gibi varlıklar ve hattĂ‚ cansız denilen cemĂ‚dat, hep tesbihĂ‚t hĂ‚lindedir. Ne yazık ki insanların bir kısmı AllĂ‚h ’ın zikrinden gĂ‚fil kalmaları sebebiyle azĂ‚ba dûcĂ‚r olacaklardır. Gercekten cihandaki her şey HĂ‚lık ’ını tanımakta, kuşlar bile ibĂ‚det ve niyazlarını bilmekte, dağlar, dereler zikir ve tesbîhe devam etmektedir. HĂ‚l boyleyken kĂ‚inĂ‚tın bu ihtişamlı zikir, tesbih ve ibĂ‚det programı karşısında bile insanın intibĂ‚ha gelmemesi ve bu ibretli manzaradan hisse alamayıp alık ve abus bir hĂ‚lde Hakk ’ın zikrinden gĂ‚fil kalması, insanlık haysiyetiyle bağdaşmayan cok hazin bir durumdur.
YĂ‚ Rabbî! Gunlerimizi ve gecelerimizi zikrullĂ‚hın bereketiyle tenvîr eyle! Seherlerin feyiz yağmurlarıyla gonullerimizi ihyĂ‚ eyle! ZikrullĂ‚hın ihtişamlı hakîkatinden hisse alabilmeyi cumlemize nasîb eyle! Sen ’in azamet-i ilĂ‚hiyyeni idrakten mahrum kalanlara da hidĂ‚yet eyle! Seherlerde Sen ’i zikredenler hurmetine vatanımızı ve milletimizi şerirlerin şerlerinden muhĂ‚faza eyle! Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan