Hak dostlarının Peygamber Efendimize karşı olan sevgi, muhabbet ve hasretleri nasıldı? Onlar Efendimize olan aşklarını nasıl dile ve fiile getirdiler? İşte Hak dostlarının peygamber sevgisi...Muhabbet ateşi; gonlu pişiren, olgunlaştıran ve ikmĂ‚l eden bir yanıştır. Bu zĂ‚hirî ateşte yanmak değildir, kalbin yanmasıdır.
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri şoyle ifade eder: “Hicbir ayna, tekrar demir olmadı. Hicbir ekmek donup de yeniden buğday olmadı. Hicbir uzum tekrar koruk hĂ‚line donmedi. Piş ve olgunlaş; yani iyice yan ki, bozulmaktan kurtul!”
Onlar; bu derin ve muhteşem aşk ateşiyle yanarak yaşadıkları muazzam vecd ve istiğrĂ‚kı, ifadelerin gucu nisbetinde eserlerine aksettirmişlerdir.
MeselĂ‚ Fuzûlî; Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ’e muhabbetinin yanık ifadesi olan meşhur na‘tı Su Kasîdesi ’nde bu yanışı soyle ifade eder: Sacma ey goz eşkden gonlumdeki odlĂ‚re su!
Kim bu denlû dutuşan odlĂ‚re kılmaz care su!
“Ey gozlerim! (Allah Rasûlu ’nun muhabbetiyle) gonlumde (tutuşup alevlenmiş) ateşlere gozyaşından su dokme! (Gozyaşlarını israf etme!..) Cunku bu (son) derece (aşk hararetiyle) tutuşmuş olan ateşlere su (dokmek) care değildir. (Allah Rasûlu ’ne olan derin muhabbetim, gozyaşı dokmekle hafiflemez.)”
Âşıkların fĂ‚rik vasıflarından biri de «fenĂ‚ fi ’l-aşk» makamında olmalarıdır.
Yani aşk, onlarda mahbûbun dışında her şeyi yakmış kul etmiştir. Aşk icinde yok olmuşlar, kendi benliklerini de ortadan kaldırmışlardır. Sakarya Nehri ’nin Karadeniz icinde kaybolması gibi.
Bir başka misal de şudur:
Bir mercek, guneşten gelen ışık huzmelerini bir noktaya teksif eder ve onun altındaki cer cop de yanar ve kul olur.
İlĂ‚hî muhabbet de tek bir Mahbûb ’a teksif edilince, kalpte O ’nun dışındaki her şeyi yakar kul eder… Yani;
Bu aşk ile onların gozunde dunya kuculur, Ă‚hiret ve orada Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile beraber olabilmek en buyuk lezzet hĂ‚line gelir.
Bu sebeple nereye baksalar; her şey, aşk ehline, Habîbullah Efendimiz ’i hatırlatır.
Bu hĂ‚lin en guzel misallerinden biri Hazret-i Enes ’tir. O bahtiyar sahĂ‚bî, annesi tarafından 10 yaşında iken Peygamber Efendimiz ’in hizmetine verilmişti. On yıl Efendimiz ’e hurmet ve muhabbetle hizmet etti. O ’nu şoyle anlatırdı:
“–Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in kokusundan daha guzel ne bir anber ne bir misk ne de herhangi bir hoş koku kokladım. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in mubĂ‚rek teninden daha yumuşak ne bir atlasa ne de bir ipeğe dokundum.”
O bu sozleri soylerken, kendisini dinlemekte olan talebesi SÂbit -rahmetullÂhi aleyh- sordu:
“–Ey ustĂ‚dım, sen sanki her an Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e bakıyormuş ve mubĂ‚rek nağmesini işitiyormuş gibi yaşıyorsun değil mi?”
Enes -radıyallĂ‚hu anh- şu cevabı verdi:
“–Evet, vallĂ‚hi kıyĂ‚met gunu O ’na kavuşmayı umuyorum. Yanına varınca;
«–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Kucuk hizmetcin geldi!» diyeceğim.” (Ahmed, III, 222)
Ne buyuk muhabbet ve hasret ateşi…
Yûnus Emre Hazretleri ’nin ifadesiyle; Ey dost Sen ’i sevelden aklım gitti kaldım ben,
Pınarları terk edip denizlere daldım ben!..
Bir zerre aşkın odu, kaynatır denizleri,
Duştum aşkın «od»una, tutuşuban yandım ben!..
Yûnus Emre Hazretleri bu aşk ile sarı cicekle hasbihĂ‚l ederdi.
Fuzûlî işte boyle bir hissiyĂ‚t ile Ă‚detĂ‚ bir bahceden gecer. Orada bahcıvanın guzel cicekler, guller yetiştirmek icin bahcesini suladığını gorur. Bu manzara ona Guller Gulu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’i hatırlatır ve şoyle der:
Suya virsun bĂ‚ğban gulzĂ‚rı zahmet cekmesun,
Bir gul acılmaz yuzun tek virse bin gul-zĂ‚re su!
“Bahcıvan gul bahcesini sulamak icin (boş yere) zahmet cekmesin! (Zira), bin tane gul bahcesi sulasa, (ey HĂ‚temu ’l-EnbiyĂ‚, yine de) Sen ’in mubĂ‚rek yuzun gibi bir gul (hicbir zaman) acılacak değildir!..”
Fuzûlî; nehirleri gorur, suların şevk ve iştiyakla akmasını kendisiyle aynı aşkın muptelĂ‚sı olmasına bağlar:
HĂ‚k-i pĂ‚yine yetem dir omrlerdir muttasıl,
Başını daşdan daşa urup gezer Ă‚vĂ‚re su!
“(O rahmet Peygamberi ’nin) ayağının (değdiği, gezip dolaştığı, mubĂ‚rek) toprağına ulaşayım diye, su(lar), hic durmadan omurler boyu baş(lar)ını taştan taşa vurarak Ă‚vĂ‚re (ve meclûb bir şekilde) akmaktadır…”
Âşık gonuller ruzgĂ‚rları da Habîbullah Efendimiz ’e doğru esiyor gorur ve şoyle derler:
Ey bĂ‚d-ı sabĂ‚ uğrarsa yolun semt-i Harameyn ’e,
SelĂ‚mımı arz eyle Rasûlu ’s-sekaleyne!
Suleyman Celebi de guneşe bakmış, onun dunyayı aydınlatma, ısıtma gibi vazifelerini; Rasûlullah Efendimiz ’in hizmetinde pervĂ‚ne oluş sûretinde gormuş ve şoyle demiştir: Bir acep nûr kim guneş pervĂ‚nesi!..
Kemal Edip KURKCUOĞLU da semĂ‚ların arzın uzerindeki hĂ‚lini, Efendimiz ’e vuslat heyecanı olarak gorur: Şeb-i mîrĂ‚cda sîmĂ‚sını seyretti diye,
Kapanır yerlere gok secde-i şukrĂ‚n olarak…
“Mîrac Gecesi ’nde RasûlullĂ‚h ’ın sîmĂ‚sını seyretmesinden elde ettiği feyz ile, O ’nun şĂ‚nını yuceltmek uzere gok, RasûlullĂ‚h ’ın ayak bastığı yere şukur secdesine kapanır!..”
Bursa kadısı iken makam ve mansıbı terk edip, Uftade dergĂ‚hında temizlikciliğe talip olan, boylece enĂ‚niyet zincirlerinden kurtulup, gonuller sultanı olan Aziz Mahmud HudĂ‚yî Hazretleri de; Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ’in kapısında bir gedĂ‚ (dilenci) olup şoyle dilenir:
Kudûmun rahmet u zevk u safĂ‚dır yĂ‚ RasûlĂ‚llah!
Zuhûrun derd-i uşşĂ‚ka devĂ‚dır yĂ‚ RasûlĂ‚llah!
Nebî idin dahî Âdem dururken mĂ‚ u tıyn icre,
İmĂ‚mu ’l-enbiyĂ‚ olsan revĂ‚dır yĂ‚ RasûlĂ‚llah!
HudĂ‚yî ’ye şefĂ‚at kıl eğer zĂ‚hir eğer bĂ‚tın,
Kapına intisĂ‚b etmiş gedĂ‚dır yĂ‚ RasûlĂ‚llah!..
Şeyh Gālib de en dehşetli cehennem azĂ‚bının, Habîbullah Efendimiz ’in huzûrundan kovulmak olduğunu ikrĂ‚r ederek; “Merhamet eyle Efendim, ayrılık ateşine yakma!” diye şoyle yalvarır:
Bî-cĂ‚redir ummetlerin isyĂ‚nına bakma!
Dest-i red urup, hasret ile dûzaha kakma!
Rahm eyle amĂ‚n, Ă‚teş-i hicrĂ‚nına yakma!
Ez-cumle kulun Gālib-i pur-curmu bırakma!
Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammed ’sin Efendim!
Hak ’tan bize sultĂ‚n-ı mueyyedsin Efendim!..
Aşkın en kuvvetli tezĂ‚huru; başta da ifade ettiğimiz uzere, kalp ateşidir, yurek yangınıdır.
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri; Selcuklu Medresesi ’nde zĂ‚hirî ilimlerin zirvesinde bir dersiĂ‚m iken icinde bulunduğu hĂ‚lini «hamdım», mĂ‚rifetullah tecellîlerine nĂ‚il olup kĂ‚inattaki sırlar kendine ayĂ‚n olmaya başladığındaki hĂ‚lini «piştim», ilĂ‚hî muhabbette fĂ‚nî oluş hĂ‚lini ise «yandım!» diye ifade etmiştir.
Bu gonul ateşi; Habîbullah Efendimiz ’e yaklaştıkca artar, oyle ziyadeleşir ki, Ă‚şık, ateşten başka bir şey goremez olur.
M. Es‘ad Erbilî Hazretleri bu hĂ‚li ne guzel ifade etmiştir: TecellĂ‚-yı cemĂ‚linden, Habîbim, nevbahĂ‚r Ă‚teş,
Gul Ă‚teş, bulbul Ă‚teş, sunbul Ă‚teş, hĂ‚k u hĂ‚r Ă‚teş!
“Habîbim; Sen ’in guzelliğinin tecellî ederek ortaya cıkmasından dolayı, Sana Ă‚şık olan ilkbahar ateş, gul ateş, bulbul ateş, sumbul ateş, toprak ve diken ateş!..”
Bu ifadeler, hakikatte de doğrudur. Zira cihanın yaratılması, yeryuzunde hayĂ‚tiyetin başlaması, sumbullerin, bulbullerin yaratılması, o hayatın yıllık tecellîsi olan bahar mevsimleri, toprak, gul ve dikenlerin butun hepsinin var oluş hikmeti, hakikat-i Muhammediyye ’nin tecellîsi icin birer hazırlık hukmundedir.
Yaman Dede de bu yanışı en guzel yaşayan ve ifade eden Hak dostlarındandır. Onun yanışı muazzam bir hasret ve iştiyĂ‚kın derdiyledir. Susuz kalsam, yanan collerde can versem elem duymam,
Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlarda nem duymam,
Alevler yağsa goklerden ve ben masseylesem duymam,
CemĂ‚linle ferah-nĂ‚k et ki yandım yĂ‚ RasûlĂ‚llah!..
Âşık, bu sevdĂ‚ uğrunda; her turlu ızdırĂ‚ba sabreder, her turlu meşakkate goğus gerer, her cileye tahammul eder, yeter ki, Allah Rasûlu ruyada ve mahşerde cemĂ‚liyle teşrif eylesin ve tebessum buyursun!..
Mehmed Âkif; colleri aşarak Medine ’ye, Mescid-i Nebevî ’ye gelen bir Sudanlının hĂ‚lini, bu Ă‚şık gonlun lisĂ‚nından ne guzel anlatır: Nasıl ki bağrı yanar, gun kızınca sahrĂ‚nın;
Benim de rûhumu yaktıkca yaktı hicrĂ‚nın!
Harîm-i pĂ‚kine cĂ‚n atmak istedim durdum,
Gerildi karşıma yıllarca Ă‚ilem, yurdum;
«Tahammul et!» dediler, hangi bir zamĂ‚na kadar?
Ne bitmez olsa tahammul, onun da bir sonu var!
Sudanlı bu samimî mu ’min, colleri aşarak geldiği Ravza-i Mutahhara ’da vecd ile Allah Rasûlu ile kucaklaşacağının hayĂ‚li icindedir. LĂ‚kin; Turbe-i RasûlullĂ‚h ’ın icine alınmayıp, parmaklıklar arkasından ziyarete izin verildiğini gorunce heyecanından oracıkta yığılır ve şehîden vefĂ‚t eder:
AzĂ‚b-ı hecrine katlandım elli uc senedir,
Sonunda alnıma carpan bu zĂ‚lim ortu nedir?
Beş-altı sîneyi hicrĂ‚n icinde inleterek,
Cıkan yureklere husran mı, merhamet mi gerek?
Demir nikābını kaldır mezĂ‚r-ı pĂ‚kinden;
Bu hasta rûhumu artık ayırma hĂ‚kinden!
Nedir o meş‘ale? Nûrun mu, yĂ‚ RasûlĂ‚llah!
İşte hem bedenen hem de rûhen bir aşk yangını!..
AshĂ‚b-ı kiram başta olmak uzere butun Hak dostlarının işte tek arzusu budur:
Rasûlullah Efendimiz ’e vuslat…
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’i tebessum ettirebilmek!.. O ’nun mubĂ‚rek lisanlarından;
“Ummetim!” hitĂ‚bına mazhar olabilmek…
Bu gayeyle Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ’in yanık Ă‚şıkları, muhabbet izhĂ‚rı icin careler aramışlardır.
Muhammedî sevdĂ‚nın en buyuk alĂ‚meti, O ’nun sunnet-i seniyyesine tam ittibĂ‚dır. Buyuk hadis Ă‚limi İmam Nevevî; Allah Rasûlu ’nun karpuzu nasıl yediğini tespit edemediği icin, karpuz yemek ona tatlı gelmemiş, rivĂ‚yete gore hic karpuz yiyememiştir.
Ahmed Yesevî Hazretleri, 63 yaşını gecince; “Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in Hakk ’a irtihĂ‚l ettiği yaşa geldim. Artık yeryuzunde dolaşamam!” demiş, yerin altındaki cilehĂ‚nesinde ikamet ederek irşĂ‚da devam etmiştir.
Bunlar gonlu saran muhabbetin yanık ve ferdî tezĂ‚hurleridir. Başkalarının bunları taklidi doğru olmaz.
Sultan Birinci Ahmed Han da Habîbullah Efendimiz ’in yanık sevdĂ‚lılarındandır. O, Peygamber Efendimiz ’in mubĂ‚rek ayak izlerini bir maket hĂ‚linde sarığında taşımış ve bunu yapmaktan gayesini şoyle dile getirmiştir:
N ’ola tĂ‚cım gibi bĂ‚şımda gotursem dĂ‚im,
Kadem-i pĂ‚kini ol Hazret-i ŞĂ‚h-ı Rusul ’un.
Gul-i gulzĂ‚r-ı nubuvvet o kadem sĂ‚hibidir,
AhmedĂ‚, durma, yuzun sur kademine ol Gul ’un!..
Bizim de kurtuluşumuz caremiz ancak bu sevgi…
Her hĂ‚limizde buyuk bir ihtimam, ihtiram ve îtinĂ‚ ile; O ’nun hĂ‚lini, O ’nun sunnetini, mukemmel vasıflarını tahsil ve tatbik edebilme gayretinde olmamız gerek…
Bu muhabbet, gonullerimizi olgunlaştırır.
Bu muhabbet, Allah yolunda sergilenmesi gereken fedĂ‚kĂ‚rlıkları kolaylaştırır.
Bu muhabbet; ilĂ‚hî muhabbetin, «muhabbetullĂ‚h»ın yegĂ‚ne vesilesidir.
Muhabbetin mĂ‚hiyeti, gayesi ve hedefi, işte budur!..
Boyle iken, muhabbeti, suflî vadilerde hebĂ‚ ve israf edenlere ne yazık!..
Muhabbeti boyle israf etmek, kurtlara sevdĂ‚lanan kuzuların sergilediği hamĂ‚kat ve sefĂ‚lettir.
Gonuller, Allah ve Habîbi ’ne rĂ‚m olmalıdır…
Ey muhabbet, mÂrifet ve merhamet hazinesi olan Rabbimiz!
Butun acıları lezzete, butun elemleri safĂ‚ya ve butun seyyiĂ‚tımızı hasenĂ‚ta tebdîl edecek; hasretimizi yakınlığa ve fĂ‚nîliğimizi ebedî vuslata donuşturecek gercek muhabbet ile omrumuzu muzeyyen eyle.
Bizleri huzûruna ancak aşk-ı Muhammedî ile vĂ‚sıl eyle!
Sev, sevdir, sevindir yĂ‚ Rabbî!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Kasım, Sayı: 165
İslam ve İhsan