
"Yeni dunya duzeni"nde AllÂh ’a, Âhiret gunune, Allah rızası icin dostluk, kardeşlik, fedÂkÂrlık ve infÂka yer yok!. Bu yeni dunya duzeni, her ferdin, mutlu olmak ve var olmak icin daha cok “calıştığı”, daha cok “gorunduğu” bir duzen… Ama gorunen, sadece insanın dış gorunuşu… Onu canlı, mutlu ve diri kılan mÂneviyat yok olmuş. Âdeta ruhu cekilmiş bir ceset gibiyiz, bu kentin sokaklarında boy gosteren…Dinin ve değerlerin dahî metalaştığı bir hayat bicimi olan “sekulerizm: dunyevîleşme”, hayatımızda pek cok kırılmaları da beraberinde getirdi. Değişimin boyutu tesirli, ama işleyişi yavaş ve sinsice olduğundan, coğumuz gecirmiş olduğumuz farklılaşmayı coğu kere goremedik.
Gunumuzde toplumumuzda gorduğumuz ve beni derinden yaralayan hususlardan birisi de ferdiyetcilik… Cabuk alışıp hızla benimsediğimiz modern hayat, hepimizi fildişi kulelerimize yerleştirdi. Evlerimiz buyuduğu ve modernleştiği halde kalplerimiz kuculduğu ve daraldığı icin misafirlikleri unutur hale geldik. Akraba ziyaretleri, komşu yardımlaşmaları, artık hayatımızda nostalji olarak kısmen devam etmekte... Tam da merhum Cahit Zarifoğlu ’nun dediği gibi; “Eskiden yalnızca kışlar soğuktu. Şimdilerde insanlar soğuk, yurekler soğuk…”
ESKİSİNDEN COK DAHA YALNIZ YAŞIYORUZ
Daha elem verici olanı ise, “cekirdek Âile”lerin dahî, sevgi, samimiyet, birlik ve beraberlikten mahrum kalışı… Sessiz cığlıkları, caresizlikleri bazen husranla parcalanmalarına sebep olurken bazen her şeye rağmen sıkıntı ve stresle devam etmeleri aradaki bağları iyiden iyiye koparıyor. Nitekim kapitalist sistem, babanın “daha fazla calış, daha cok kazan!” anlayışıyla iş yukunu artırıp evine ve Âilesine ayıracağı zamanı daraltırken, cocuklara da daha fazla kurs, daha yuksek not durtusuyle Âilesiyle gecireceği vakitleri katletti. Annenin de evden cıkıp sevgi, şefkat mekanizmasını zayıflatmasıyla, ailede herkesin “kendi başına var olduğu” ve “yaşadığı” (!) dunyalar kurduk. Bircok zaman aynı sofraya oturamaz, aynı dilden konuşamaz hale geldik…
Herkesin telefonları “akıllandı”, gozleri televizyon ve dizilere kilitlendi. Akraba, eş-dost ziyaretleri bile “topluca televizyon izleme gunlerine” dondu. Artık hepimiz, kalabalıklar icinde yalnızız. Sesimizi duyan, varlığımızı ve feryadımızı hisseden kimse kalmadı. Eskisinden “daha kalabalık”, ama eskisinden “cok daha yalnız” yaşıyoruz yaşlı dunyamızda… Herkes kendi hayatını kurmanın, kendi mutluluğunu kurtarmanın derdinde…
ÂDETA RUHU CEKİLMİŞ CESET GİBİYİZ
Aslında insanın bir başka insanla gonulden birlikte olduğu zamanlarda daha mutlu olduğunu; hayatın yuk ve acılarının ise, paylaşarak azaldığını unuttuk, unutmaya devam ediyoruz. Artık fedakÂrlık, diğergÂmlık; ahmaklık olarak gorulur oldu. Bu da her şeyin menfaat ilişkisine bağlandığı, dunyevî cıkarlar uğruna dostluk ve duşmanlıkların kurulduğu bir dunya duzeninin bize kadar yansıması… Bu yeni dunya duzeninde AllÂh ’a, Âhiret gunune, Allah rızası icin dostluk, kardeşlik, fedÂkÂrlık ve infÂka yer yok!. Bu yeni dunya duzeni, her ferdin, mutlu olmak ve var olmak icin daha cok “calıştığı”, daha cok “gorunduğu” bir duzen… Ama gorunen, sadece insanın dış gorunuşu… Onu canlı, mutlu ve diri kılan mÂneviyat yok olmuş. Âdeta ruhu cekilmiş bir ceset gibiyiz, bu kentin sokaklarında boy gosteren…
Oysa dunyada “AllÂh ’ın halifesi” olarak yaşamak, muhakkak bir dizi sorumlulukları da beraberinde getirmekte… Oncelikle yaratılışımızı borclu olduğumuz Rabbimize sorumluluklarımız, akabinde icerisinde dunyaya geldiğimiz ve yetiştiğimiz Âilemize, akrabalarımıza, cevremize, tabiata, eşyaya, havaya ve suya sorumluluklarımız vardır. Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in mu ’minleri birbirine zimmetleyen pek cok hadîs-i şerîfi var. Biz, bir vucudun organları gibi, birbirimizle kenetlenmeliyiz. Dunyadaki butun Muslumanlara, butun mazlumlara, butun insanlığa karşı vazife ve sorumluluklarımız var.
Bu vazife ve sorumluluklar, bizim “insan” olmak sûretiyle sahip bulunduğumuz bazı “haklar”dan kaynaklanıyor. Zira bir şeyleri “hak” etmek, onların gereğini yapmaktan geciyor.
Rabbimizin bizim uzerimizde “hakları” var. Bu haklar bize birtakım vazife ve mesûliyetler yukluyor. Bu hakların başında, insanların AllÂh ’a îman ve itaat etmeleri, O ’na gereği gibi kulluk etmeleri geliyor.
İNSANIN EN BUYUK HAKKI
İnsanların uzerimizde hakları var. Fert olarak, bizim beş temel hakkımız ve beş temel dokunulmazlığımız var: Din, can, nesil, mal, akıl… Herkes dilediği dini secmekte serbest. Canını, malını, neslini-nÂmusunu ve aklını muhafaza etmek; en buyuk hakkı… Dinin ve devletin kendisine bu imkÂnları hazırlaması da insanın en buyuk hakkı…
Bu haklara sahip olan insanların, “başkalarının hakkına” da riÂyet etmesi gerekli… Bir insanın hurriyeti, başka bir insanın hurriyet alanına, diğer bir ifadeyle, AllÂh ’ın kendisine tahsis ettiği sınıra kadar gecerli… Bu sınırı aşan, haddini aşmış, azgınlaşmış, kul hakkını ihlÂl etmiş oluyor. Mesel bir insanın nefes alma hakkı var, ama başkasının aldığı nefesi/havayı kirletme hakkı yok.
Haklar, sadece şu an yaşayanlarla sınırlı da değil! Havayı kirleten, sadece kendi mahallesini, şehrini, ulkesini kirletmiyor. O, aynı zamanda gelecek nesillerin havasını-suyunu kirletmiş ve onların hakkına girmiş oluyor.
Haklar o kadar ic ice girmiş durumda ki… Kişinin topluma bağlı hakları var, toplumun da o kişide hakları… Âile fertlerinin birbiriyle hakları var, toplumun o Âileyle irtibatlı hakları… Anne-baba, cocuklar, karı-koca, akrabalar, komşular hep İslÂm ’da birbirine haklar ve mesûliyetlerle bağlanmış.
Bu haklar ciğnendiğinde “kul hakkı” doğuyor ve sonsuz merhamet sahibi Rabbimiz, Âhirette kendisine ortak koşulmasını affetmediği gibi, kul hakkını da affetmiyor. Herkes, kimin hakkını gasbetmişse, onunla ya bu dunyada ya da Âhirette hesaplaşacak, helÂlleşecek ve oyle Rabbinin huzuruna gelecek… Peygamber Efendimizin haber verdiğine gore, şehid olanların bile, butun gunahları affedildiği hÂlde, “kul hakları” affedilmiyor. (Bkz. Muslim, İmÂre, 119)
Kul hakkı hususunda Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz başka bir hadîs-i şerîflerinde şoyle buyurmuşlardır:
“Kimin uzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulum varsa, altın ve gumuşun bulunmayacağı kıyÂmet gunu gelmeden evvel o kimseyle helÂlleşsin! Yoksa kendisinin sÂlih amelleri varsa, yaptığı zulum miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) ŞÃ‚yet iyilikleri yoksa, zulmettiği kardeşinin gunahlarından alınarak onun uzerine yukletilir.” (BuhÂrî, MezÂlim 10, RikÂk 48)
AİLE İCİNDE İHMAL EDİLEN HAKLAR
Toplumda yaşadığımız fertler arası kul hakkı ihlÂli bu derece ehemmiyetli iken, kucağında gozlerini actığımız, sutuyle ve sevgisiyle beslenip buyuduğumuz, sıcaklığında yetişip eğitim aldığımız ana-baba hakları ise ayrı bir onem arz etmektedir. Kur ’Ân-ı Kerîm, annenin cocuğuna hÂmileyken “zorluk uzerine zorluk” cektiğini ifade eder ve bilhassa yaşlılık donemlerinde anne-babaya karşı “Off!” bile denilmemesini tembihler. (Bkz. el-İsrÂ, 23) Yaşlarının ve hastalıklarının beraberinde getirmiş olduğu eziyet acı ve zorluğa rağmen hizmette kusur etmemek, rencide etmekten sakınmak, ozellikle uzulecekleri her turlu hal, hareket ve sozden ictinab etmek gerekmektedir. Peygamber Efendimiz de kendisine:
“-Ey AllÂh ’ın Rasûlu! İyi davranıp gonlunu hoş etmeye, en cok kim hak sahibidir?” diye soran bir adama, uc defa “Annen!” cevabını vermiş, dorduncusunde ise babasını soylemiştir. (BuhÂrî, Edeb, 2)
Âile icindeki ihmal edilen bir hak da, karı-kocanın birbirlerine karşı haklarıdır. Erkekler, kadınları, “AllÂh ’ın emÂneti olarak” almışlar ve “kendileriyle iyi gecinmekle” emredilmişlerdir. Kadınlar da iffetlerini, eşlerinin mal ve mulkunu korumakla mukelleftirler. (Bkz: Tirmizî, Fiten, 2) İslÂm ’da eşler arasındaki haklar ve sorumluluklar, fıtrata uygun bir şekilde ve adÂletle paylaştırılmıştır. Âilenin topluma karşı en buyuk vazifesi, ahlak ve fazilet sahibi olan, sÂlih ve sÂliha nesiller yetiştirmektir.
Fertlerin ve Âilelerin toplumla bir bağı da akrabalık, komşuluk ve din kardeşliği haklarını gozetmektir. Cunku İslÂm, ferdî yaşanan bir din değildir. O hem fert ve hem de toplumun ic ice girdiği, birbiriyle kenetlendiği, birbirinin eksiklerini tamamladığı ve huzurlu bir beraberlik oluşturduğu en mukemmel hayat nizamıdır. Orada ne fert kendisini yalnız hisseder, ne de butun herkes toplum ve devlet icin gece gunduz calışır. Her şey yerli yerince ve yaratılışa uygundur. Kısacası, İslÂmiyet, insanı insan yapan dinin adıdır.
Kaynak: Seher Kucuk, Şebnem Dergisi, Sayı: 143
İslam ve İhsan