
CenĂ‚b-ı Hak kulunu huzuruna nasıl davet ediyor? Gercek muminlerin ozellikleri nelerdir? Allah ’ın daveti ve hakiki mumin...CenĂ‚b-ı Hak, kullarını DĂ‚ru ’s-SelĂ‚m ’a, yani selĂ‚met ve saĂ‚det yurdu olan Cennet ’e davet ediyor. Tabiî ki her davetin bir kabul şartı, her nîmetin de bir bedeli vardır. Cennet ’e ancak tertemiz, mucellĂ‚, musaffĂ‚, pĂ‚k ve latîf bir kalple girilebilir. Bu gonul sĂ‚fiyeti, Ă‚deta Cennet ’e giriş vizesidir.
Ebûʼl-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ sizi dunyaya temiz olarak gonderdi; siz de Oʼnun huzûruna kirli olarak gitmeyiniz!”[1]
İnsan doğduğu zaman, bulanık bir me ’hazdan geldiği hĂ‚lde, mis gibi kokar; gozlere aydınlık, gonullere ferahlık verir. Bu, onun mĂ‚sumiyet ve gunahsızlığının getirdiği bir letĂ‚fetin eseridir. CenĂ‚b-ı Hak bizim de, dunyaya gonderildiğimiz gibi tertemiz kalmamızı, nezih bir hayat yaşayıp lekesiz bir amel defteriyle, yine tertemiz bir kalple kendisine donmemizi istiyor.
Zira bir letĂ‚fet diyĂ‚rı olan Cennet ’e gunahların kesĂ‚fetiyle girilemez. Gunahlar, kalbi karartan lekelerdir. Bu lekelerin coğalması; gonul gozunun kapanmasına ve neticede haramlardan sakınma hassĂ‚siyetinin kaybolmasına sebebiyet verir.
KALP NASIL OLUR? Omer bin Abdulazîz buyurur ki:
“Haramlar bir ateştir. Ona ancak kalbi oluler uzanır. Eğer el uzatanların kalpleri diri olsaydı, o ateşin acısını muhakkak duyarlardı.”
Demek ki gunahlarla kararıp mĂ‚nen olu hĂ‚le gelen kalpler, hakîkat nûruna Ă‚mĂ‚ kesilirler. Nitekim Ă‚yet-i kerîmelerde buyrulur:
“…Gercek şu ki, gozler kor olmaz; lĂ‚kin goğusler icindeki kalpler (kalp gozleri) kor olur.” (el-Hac, 46)
“Bu dunyada (gaflete dalmak sebebiyle) kalbi kor olan (yani ilĂ‚hî hakîkatlerin uzağında kalan), Ă‚hirette de kor ve daha şaşkındır.” (el-İsrĂ‚, 72)
“Her kim Benʼim zikrimden (Kur ’Ă‚n ’dan) yuz cevirirse, mutlakĂ‚ ona dar bir gecim vardır. Bir de onu kıyĂ‚met gununde kor olarak haşrederiz.” (TĂ‚hĂ‚, 124)
“O da şoyle der:
«‒Rabbim! Dunyada goren bir kimse olduğum hĂ‚lde, nicin beni kor olarak haşrettin?»” (TĂ‚hĂ‚, 125)
“(Allah) buyurur ki: «İşte boyle. Cunku sana Ă‚yetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun (ilĂ‚hî hakîkatlere Ă‚mĂ‚ kesildin). Bugun de aynı şekilde sen unutuluyorsun!»” (TĂ‚hĂ‚, 126)
VelhĂ‚sıl icinde yaşadıkları ilĂ‚hî imtihan dershĂ‚nesinde alık ve abus bir cehreyle dolaşanların dunyada gĂ‚filce oynadıkları korebe oyunu, Ă‚hirette ebedî bir korluğe donuşecektir.
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın davet ettiği Cennet ’in yolunu ise kalp gozu gunah karanlıklarıyla korelmiş olanlar bulamazlar. Bu itibarla, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın huzuruna temiz bir kalp goturmemiz şarttır. Nitekim Ă‚hirette kula fayda sağlayacak husûsun da ancak bu olduğunu, Resûlullah Efendimiz şoyle haber vermişlerdir:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz! Fakat sizin (ihlĂ‚s ve takvĂ‚ bakımından) kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Muslim, Birr, 34)
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’e baktığımızda, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın, kullarını huzûruna kalb-i selîm, kalb-i munîb ve nefs-i mutmainne ile davet ettiğini goruyoruz. Bunları biraz acmak gerekirse:
Kalb-i selîm; nefsĂ‚nî temĂ‚yullerden ve onların tasallutundan korunmuş veya gunahların kasvetinden arındırılmış tertemiz bir kalptir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(İnsanların dirileceği) o gun, ne mal fayda verir, ne de evlĂ‚t. Ancak AllĂ‚h ’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler mustesnĂ‚.” (eş-ŞuarĂ‚, 88-89)
Yani kul, ebedî kurtuluşu icin, Ă‚hiretin tarlası olan bu fĂ‚nî cihanda, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın en cok kıymet verdiği şeyi, yani kalb-i selîmi kazanmaya gayret etmelidir.
Kalb-i selîme nĂ‚iliyet icin de oncelikle aşk ile yaşanan bir îmĂ‚nın kalbe yerleşmesi şarttır. Cunku ancak bu sĂ‚yede ibadetler kalp ve beden Ă‚hengi icerisinde ve huşû uzere îfĂ‚ edilebilir. Bu kıvamda îfĂ‚ edilen ibadetler de ruh icin bir vitamin mesabesindedir.
Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın, kuluna temiz fıtratıyla birlikte ihsĂ‚n ettiği ve ondan muhafazasını talep ettiği selîm kalbe ise ancak “tezkiye-i nefs” ve “tasfiye-i kalp” denilen tasavvufî terbiye usûlleriyle ulaşılabilir.
GERCEK MUMİNLERİN OZELLİKLERİ CenĂ‚b-ı Hak, kalb-i selîme sahip olan hakikî mu ’minlerin vasıflarından birkacını şoyle haber veriyor:
“…(Gercek) mu ’minler iseniz Allah ’tan korkun, aranızı duzeltin, Allah ve Resûl ’une itaat edin!
Mu ’minler ancak, Allah anıldığı zaman yurekleri titreyen, kendilerine AllĂ‚h ’ın Ă‚yetleri okunduğunda îmanlarını artıran ve yalnız Rab ’lerine dayanıp guvenen kimselerdir.
Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) infĂ‚k eden kimselerdir.
İşte onlar gercek mu ’minlerdir. Onlar icin Rab ’leri katında nice dereceler, bağışlanma ve tukenmez bir rızık vardır.” (el-EnfĂ‚l, 1-4)
KALB-İ MUNİB NEDİR? Kalb-i munîb ise, dĂ‚imĂ‚ Hakk ’a yonelen, her hĂ‚lukĂ‚rda hakkı ve hayrı bulan bir kalptir. Bu kalp, hayır ile şerri net olarak ayırt eden, bir pusula gibi dĂ‚imĂ‚ Hakk ’ın rĂ‚zı olduğu istikĂ‚meti gosteren, her fırsatta Allah rızĂ‚sını arayan bir kalptir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İşte size vaad edilen Cennet! Ki o, AllĂ‚h ’a yonelen, emirlerine riĂ‚yet eden, goremediği hĂ‚lde Rahman ’dan korkan ve «kalb-i munîb» (AllĂ‚h ’a yonelmiş bir kalp) ile gelen kimselere mahsustur.” (Kāf, 32-33)
Nefs-i mutmainne de CenĂ‚b-ı Hakk ’ın emirlerine lĂ‚yıkıyla uyup, men ettiklerinden titizlikle sakınmak sûretiyle mĂ‚nevî hastalıklardan kurtulmuş, hakikî ve kuvvetli bir îman ile de huzur, sukûn ve itmi ’nĂ‚na kavuşmuş bir nefstir. Kalp, zikrullah bereketiyle şuphe ve tereddutlerden arınmış, her an şukur ve senĂ‚ hĂ‚lindedir.
Bu mertebede kotu ve cirkin vasıflar, yerini guzel ahlĂ‚ka terk etmiştir. Davranış olgunluğunda zirveyi teşkil eden ve butun beşeriyete numûne olan Hazret-i Peygamber ’in yuksek ahlĂ‚kı, tĂ‚rifsiz bir zevk ile guzelce yaşanmaktadır. Kulun kalbi; sabır, tevekkul, teslîmiyet ve rızĂ‚ ile taclanmıştır.
SĂ‚mi Efendi Hazretleri şoyle buyurur:
“Hakîkî mĂ‚nĂ‚da İslĂ‚m ’a girebilmek, nefs-i emmĂ‚reyi bertaraf etmeye ve ilĂ‚hî emirlere tĂ‚bî olmaya bağlıdır. BinĂ‚enaleyh, nefs-i mutmainneye ermeden evvel, yalnız kalbî tasdîk ile meydana gelen İslĂ‚m ’a, «İslĂ‚m-ı mecĂ‚zî» derler. Nefs, mutmainne makĂ‚mına erdikten sonra olan îmĂ‚na da, îmĂ‚n-ı hakîkî denir.”[2]
Bu makamda gozleri perdeleyen beşerî kesĂ‚fet yok olmuş, latîf duygularla hakîkat nûru zuhûr etmiştir. Bu sebeple:
“Ey itmi ’nĂ‚na ermiş (itaatkĂ‚r) nefs!” (el-Fecr, 27) şeklindeki iltifatkĂ‚r hitĂ‚b-ı ilĂ‚hîye mazhariyet nasîb olmuştur. Ki bu nefs, Ă‚yet-i kerîmede buyrulduğu uzere Rabbinden dĂ‚imĂ‚ rĂ‚zı olduğundan, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın da rızĂ‚sını, hoşnutluğunu kazanmıştır. (Bkz. el-Fecr, 28)
Dipnotlar:
[1] Harakānî, Nûru ’l-Ulûm, s. 258.
[2] M. SĂ‚mi Efendi, MusĂ‚habe, İstanbul 2008, I, 127-129.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan