CenĂ‚b-ı Hakk ’ın yuce kudreti karşısında, kişinin kendi “hiclik”, “yokluk” ve “acziyet”ini idrĂ‚k ettirmeyen bir ilim, Hak katında yuksek fazîletinden bahsedilen ilim değildir. Peki insanı kemale erdiren ilim nedir? Nasıl edinilir?İnsanın ebedî saĂ‚dete nĂ‚iliyeti icin ilim zarurîdir. LĂ‚kin bu ilim, kulu takvĂ‚ya yonlendirerek mĂ‚rifetullĂ‚h ’a goturen ilimdir. Zira Ă‚yet-i kerîmede buyrulur: “…Kulları icinde ancak Ă‚limler Allah ’tan (gereğince) korkar…” (FĂ‚tır, 28) Bu ilĂ‚hî beyandan da anlaşılacağı uzere, kalpte AllĂ‚h ’a karşı haşyet ve takvĂ‚ hisleri uyandırmayan, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın yuce kudreti karşısında, kişinin kendi “hiclik”, “yokluk” ve “acziyet”ini idrĂ‚k ettirmeyen bir ilim, Hak katında yuksek fazîletinden bahsedilen ilim değildir. İLİM İNSANA NE KAZANDIRMALIDIR? İlim, insanı kĂ‚inatta var olan her şeyi, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın adıyla okuyabilmeye yonlendirmelidir. İslĂ‚m ’ın insanı ulaştırmaya calıştığı vasıf olan “Rahmet İnsanı” hassĂ‚siyeti kazandırmalıdır. Elinden ve dilinden butun mahlûkĂ‚tın fayda gorduğu bir gonul insanı olmaya sevk etmelidir. Dolayısıyla gunumuz insanının anladığı şekilde, sadece bilgileri zihne depolamak, ilim tahsili değildir. MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri ilmin, bilgi hamallığından ibĂ‚ret olmadığını ve boyle bir ilmin insanı ebedî kurtuluşa ulaştıramayacağını, şu ifadeleriyle ne guzel anlatmaktadır: “Sırf zĂ‚hir Ă‚limi olanlar, sahalarına gore geometri, astronomi, hekimlik ve felsefenin inceliklerini bilirler. Bilirler ama, bunlar hep goz acıp kapayıncaya kadar gelip gecen şu fĂ‚nî dunyaya Ă‚it bilgilerdir. Bunlar, insana yedinci kat goğun ustune, yani mîrĂ‚ca cıkacak yolu gosteremezler.” “Allah yolunu ve o yolun varılacak menzillerinin bilgisini, nefislerine mahkûm gĂ‚filler bilmezler! Allah yolunun bilgilerini ancak, gonul ehli olan Ă‚rifler, akılları ile değil, gonulleri ile bilirler!” Demek ki ilim, onu kullananların kalbî durumuna gore faydalı veya zararlı olabilen, iki uclu bir bıcak gibidir. Hayra kullanılabileceği gibi, şerre de Ă‚let edilebilir. İLİM Mİ TAKVA MI? MeselĂ‚ Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de ibretli kıssaları nakledilen KĂ‚run, Bel‘am bin BĂ‚ûrĂ‚ ve emsĂ‚li bedbahtların hak yoldan sapmaları, ilimden mahrum olmaları sebebiyle olmamıştır. Zira onlar da ilim sahibi kimselerdi. LĂ‚kin bildikleri ilim husûsunda “takvĂ‚” sahibi değillerdi. Unutulmamalıdır ki, kişiyi Hak katında makbul kılan, dînî tahsil neticesinde aldığı diploma değil, kalbindeki takvĂ‚sıdır.

Gonulde takvĂ‚ hassĂ‚siyeti yoksa, ilim, sahibine hicbir fayda temin etmez. Cunku hĂ‚l ve davranışlarında takvĂ‚ tezĂ‚hurleri bulunmayan bir Ă‚limin ilmi, ozu itibĂ‚rıyla İblis ’in ilminden farksızdır. Cunku İblis de yuksek bir ilim sahibiydi. Fakat takvĂ‚dan uzak olan bu ilmiyle, Allah katındaki mevkiini muhafaza edemedi. Aksine bu ilim, onu gurur ve kibre sevk etti. EnĂ‚niyetini palazlandırdı. Boylece dalĂ‚lete duşerek AllĂ‚h ’ın lĂ‚netine dûcĂ‚r olmasına sebep oldu. Yani İblis, ilmini ifsĂ‚da ve idlĂ‚le sermaye kıldı. İNSANLARIN EN ŞERLİSİ KİMDİR? Genc sahĂ‚bîlerden MuĂ‚z -radıyallĂ‚hu anh- şoyle nakleder: “Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- tavĂ‚f ederken O ’na yaklaştım ve; «–İnsanların hangisi en şerlidir?» diye sordum. Efendimiz bu suĂ‚le cevaben; “–AllĂ‚h ’ım (bizi) affet! (Ey MuĂ‚z) sen şerden değil, hayırdan sor!” buyurduktan sonra sozlerine şoyle devam ettiler: “İnsanların en şerlileri en şerli Ă‚limler, en hayırlıları da en hayırlı Ă‚limlerdir.” (DĂ‚rimî, Mukaddime, 34; TaberĂ‚nî, Musnedu ’ş-ŞĂ‚miyyin, I, 258)

Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şoyle buyurmuşlardır: “(ZĂ‚hir ve bĂ‚tınını ikmĂ‚l etmiş, ilmini irfan hĂ‚line getirmiş) Ă‚limler, peygamberlerin vĂ‚risleridir.” (Ebû DĂ‚vûd, İlim, 1) İlim sahibine yakışan, ilmini amelle ortaya koymak, ihlĂ‚s ve takvĂ‚ şuuru icerisinde onu hayatına tatbik etmektir. Zira bir kimsede ilim var, fakat amel yoksa; ya da ilim ve amel var, lĂ‚kin ihlĂ‚s ve takvĂ‚ yoksa; her iki durumda da Ă‚kıbet husrandır.

SahĂ‚be-i kirĂ‚mdan Yezid bin Seleme el-Cûfî -radıyallĂ‚hu anh- bir gun Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in huzûruna cıkarak şoyle sorar: “–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Ben Siz ’den pek cok hadis işittim. Fakat sonradan işittiklerimin, onceden işittiklerimi unutturacağından korkuyorum. Bana (hepsinin yerini tutacak kadar geniş) muhtevĂ‚lı bir soz soyleyiniz!” Bunun uzerine Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şu mukĂ‚belede bulunurlar: “–Bildiklerin hususunda AllĂ‚h ’a karşı muttakî ol! (Bu sana yeter.)” (Tirmizî, İlim, 19/2683)

Cunku takvĂ‚dan mahrum bir gonlun, irfandan nasibi olamaz. Zira MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri ’nin buyurduğu gibi: “Cok Ă‚lim vardır ki irfandan nasîbi yoktur. İlmi ezberleyip yutmuştur da, AllĂ‚h ’ın sevdiği bir dostu olamamıştır!” Yani ilim, onları AllĂ‚h ’a yaklaştıracağı yerde, uzaklıklarını artıran bir gaflet perdesine donuşmuştur. Bir insanın her şeyi bilmesi elbette mumkun değildir. Fakat bildikleri husûsunda takvĂ‚ sahibi olmak; kulun bilmediği hususlarda da ilĂ‚hî lûtfa mazhar olarak gonlunun hakka ve hayra meyletmesine, yahut bilmediklerini de oğrenmesine vesîle olur. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede; “…Allah ’tan ittikā edin (takvĂ‚ sahibi olun), Allah size (ihtiyacınız olan şeyleri) oğretir…” (el-Bakara, 282) buyrulmaktadır. Mufessir Kurtubî, bu Ă‚yet-i kerîmenin tefsîrinde şoyle der: “Bu Ă‚yette Allah ’tan ittikā edenlere, bizzat AllĂ‚h ’ın ilim oğreteceği vaadi vardır. Yani takvĂ‚ sahibi olan kulun kalbine CenĂ‚b-ı Hak, kendisiyle hakîkatleri idrĂ‚k edeceği ve hak ile bĂ‚tılı birbirinden ayırabileceği bir nûr ihsĂ‚n eder.” (Kurtubî, III, 406) Yani oğrendiklerinin muktezĂ‚sınca takvĂ‚ uzere yaşamaya gayret eden kulların kalplerine, CenĂ‚b-ı Hak, hikmet ve hakîkatlerden ilham esintileri lûtfeder. Civarlarında bulunan mu ’min gonuller de, bu esintilerden hissedĂ‚r olurlar. HAMDIM PİŞTİM YANDIM! Nitekim MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, Selcuklu Medresesi ’nde zĂ‚hirî ilimlerin zirvesinde bir “dersiĂ‚m” iken, mĂ‚neviyat semĂ‚sına kanat acmasına vesîle olan, belki de onun kadar zĂ‚hirî bir ilme sahip olmayan Şems-i Tebrîzî Hazretleri olmuştur. Onun takvĂ‚ ile yoğrulmuş olan gonlu, Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ ’nın gonul kandilini uyandırmıştır.
Hazret-i Pîr, ancak bu merhaleden sonra «Piştim» ve «Yandım!» diye hulĂ‚sa ettiği buyuk bir mĂ‚nevî kemĂ‚lĂ‚ta nĂ‚il olmuştur. Asırlardır gonulleri irşĂ‚d eden Mesnevî-i Şerîf ve diğer eserleri de ancak bu gonul yangını sonrasında ortaya cıkmıştır. İlimden irfĂ‚na bu derûnî yolculuğun guzîde bir misĂ‚li de, Mahmud SĂ‚mi Ramazanoğlu Hazretleri ’dir.
Kendisi yuksek tahsilini tamamlayıp memleketi Adana ’ya donmek arzusunda iken, Beyazıt Meydanı ’nda bir Allah dostuyla karşılaşır. Bu Allah dostu ona: “–Sizi yeni bir tahsile başlatmama musĂ‚ade eder misiniz?” deyip onu KelĂ‚mî DergĂ‚hı ’na goturur. Yolda sohbet ederken de, SĂ‚mi Efendi ’ye şoyle der: “–EvlĂ‚dım! Senin bu zĂ‚hirî tahsilin kĂ‚fî değil! Sana, kişiyi iki cihan saĂ‚detine goturecek esas tahsili tavsiye edeyim. Bu yeni başlayacağınız irfan mektebinin ilk dersi, kimseyi İNCİTMEMEK ’tir; son dersi de aslĂ‚ İNCİNMEMEK…” Yani HĂ‚lık ’ın şefkat nazarıyla mahlûkĂ‚ta bakış tarzı kazanarak -ne hĂ‚l olursa olsun- hic kimseye kırılmamak! Affedebilme olgunluğunun zirvesine erebilmek… İşte SĂ‚mi Efendi Hazretleri, bu mĂ‚nevî tahsil bereketiyle memleketimizin mustesnĂ‚ gonul mimarlarından olmuştur.
ASIL İLİM NEDİR? Rahmetli pederim MûsĂ‚ Efendi; ben daha cocuk yaşlarımda olmama rağmen, zaman zaman beni de yanlarına alarak SĂ‚mi Efendi Hazretleri ’nin sohbetleri­ne gotururdu. Cocukluğum dolayısıyla o gun o sohbeti anlayamasam da oradaki mĂ‚nevî havanın, o feyz ve rûhĂ‚niyetin te­siri altında kalırdım. Bu sohbetlere her kesimden insan katılırdı. Devrin ulemĂ‚sı, son Osmanlı ba­kıyyeleri de iştirĂ‚k ederlerdi.
Bekir HĂ‚ki Efendi, Omer Nasûhi Efendi, Fuad (Cam­dibi) Efendi gibi zĂ‚tlar bulunurlardı. Ben de o zamanlar hayret ederdim: Bu zĂ‚tlar, bildikleri mevzuları tekrar din­lemek icin mi gelmişler diye… Zaman icinde farkına vardım ki, bu sohbetler bir hĂ‚l alma meclisleri imiş.
SĂ‚mi Efendi Hazretleri, sohbetlerinde de asıl ilmin, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın kudret ve azametini kalpte hissetmek olduğunu ifade ederler ve bu ilme sahip olmanın şerefini her vesîleyle hatırlatırlardı. Bir gun ziyaretine gelenlerden biri, hem Hazret ’in duĂ‚sını almak hem de yeğenlerini tanıştırmak istemişti.
Huzûruna girip el operken;
“–Efendim! Bu delikanlılar Amerika ’da okuyup muhendis oldular. DuĂ‚larınızı istirhĂ‚m ederiz!” diyerek yeğenlerini takdim ettiler.
SĂ‚mi Efendi Hazretleri ise mĂ‚nidar bir tebessumle onlara; “–Fakir de DĂ‚ru ’l-Funûn mezunuyum. Fakat asıl tahsil, mĂ‚rifetullĂ‚h ’ın tahsilidir!” buyurdu.[1] İlim tahsili denilince sadece dunyevî bilgilerin ve kazanılan fĂ‚nî diplomaların akla geldiği gunumuzde, SĂ‚mi Efendi Hazretleri ’nin bu îkĂ‚zı ne kadar da muhimdir!.. Rabbimiz cumlemizin gonullerini, mĂ‚neviyĂ‚tımıza seviye kazandıracak, vicdan ve ahlĂ‚kımızı kemĂ‚le erdirecek gercek ilimle ihyĂ‚ eylesin. Âmîn!.. Dipnot: [1] Mustafa Eriş, Mahmud SĂ‚mi Efendi ’den HĂ‚tıralar, I, 20-21.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Şubat Sayı: 168

İslam ve İhsan
PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.) ’İN İLİM İLE İLGİLİ DUASI