
Bir insan kendisine duşen vazifeleri hakkıyla yerine getirir, kul olarak elinden gelen tedbiri alır ve işinin sonunu AllÂh ’a havale ederse, Allah da o kuluna ihsan ve ikrÂmını gonderir.“…Mu ’minler, AllÂh ’a guvenip dayansınlar!” (İbrÂhim, 11)
Tevekkul; “dayanma, vekil tutma ve vekile guvenme” demektir. Yani, gonlu CenÂb-ı Hakk ’ın muhabbeti ile dolu olan kimsenin yalnız AllÂh ’a guvenmesi ve O ’na sığınmasıdır.
Tevekkul, tedbir ve teşebbusleri bir kenara atmak değil, bilakis onlara dayandıktan sonra AllÂh ’ın kudret tecellîsine sığınmaktır. İmam GazÂlî -kuddise sirruh- “KimyÂ-yı SaÂdet” kitabında buyurur ki:
“Cok kimse tevekkulu, her işi oluruna bırakıp, kendi iradesiyle bir şey yapmamak, para kazanmak icin uğraşmamak, tasarruf yapmamak, yılandan, akrepten, aslandan sakınmamak, hasta olunca ilÂc icmemek, dîni, şerîatı oğrenmemek, din duşmanlarından sakınmamak sanır. Tevekkulu boyle duşunmek yanlıştır. Şeriata uygun değildir. Şeriata uygun olmayan şeyler, nasıl tevekkul olabilir?”
ZUNNUN-İ MISRİ'YE GORE TEVEKKULUN TARİFİ
Allah dostlarından Zunnûn-i Mısrî ’ye tevekkulun tÂrifini sorduklarında:
“Tevekkul, nefsi kulluğun icine atmak ve onu bir şeyin sahibi olduğu iddiasından cıkarıp kurtarmaktır.” demiştir.
Bir insan, kendisine duşen vazifeleri hakkıyla yerine getirir, kul olarak elinden gelen tedbiri alır ve işinin sonunu AllÂh ’a havale ederse, Allah da o kuluna ihsan ve ikrÂmını gonderir. Nitekim Rabbimiz, Talak Sûresi ’nde şoyle buyurur:
“…Bir kimse Allah TeÂl ’ya tevekkul ederse, Allah TeÂl ona kÂfidir.” (et-TalÂk, 3)
TEVEKKUL ETMENİN DENGESİ
İbrahim Havvas Hazretleri tevekkul konusunda cok titiz bir kimseydi. Buna rağmen yanından iğneyi, ipliği, su kabını ve makası hic eksik etmezdi.
“-Hem sık sık tevekkulden bahsediyorsun, hem de bunları nicin yanında bulunduruyorsun.” diyenlere cevÂben:
“-Cunku bu kadarı tevekkulu bozmaz.” derdi.
İnsanın, başına gelebilecek birtakım şeyler icin tedbirli olması şarttır. Ama her turlu ihtimali duşunerek her şeye karşı tedbirli olmak da imkÂnsız ve hayatın akışına zıddır. Bu hususta ifrat ve tefritten uzak, Sunnete uygun, orta bir yol takip etmek gerekir.
TEVEKKUL MAKAMI
Sehl bin Abdullah Tusterî demiştir ki:
“Tevekkul makamının evveli, kulun Allah TeÂl ’nın onunde gassÂl elindeki olu gibi olmasıdır. Oluyu yıkayan, onu istediği tarafa cevirir; olunun ona karşı hicbir hareketi ve mudahalesi olmaz. İnsanın başına gelen hadiseleri itirazsız kabul etmesi ve boyun eğmesi gerekmektedir. Cunku takdir, Allah TeÂl ’nındır. Teslîmiyet, muhabbete dayalı bir itaat; tevekkul, teslimiyete dayalı bir kalp işidir.”
Gercekten insanın tedbirlere başvurduktan sonra AllÂh ’ın takdirine boyun eğmesi, onu gonul huzuruyla kabul etmesi; kolay bir hÂl değildir. Kader, bazen insanın iradesine ters bir şekilde tecellî ediverir. Bu hÂlde bile insanın AllÂh ’ın takdirine boyun eğmesi, başına gelen musîbet ve felÂketlere sabretmesi ve hÂlinden şikÂyet etmemesi gerekir ki, bu sıradan insanların tahammul edebileceği bir makam değildir.
ALLAH'A SIĞINMAK
Ummu Seleme -radıyallÂhu anhÂ- ’nın bildirdiğine gore, RasûlullÂh Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- evinden her cıktığında muhakkak yuzunu semÂya cevirir ve şoyle du ederdi:
“BismillÂh! AllÂh ’a tevekkul ettim. AllÂh ’ım! DalÂlete duşmekten ve başkaları tarafından dalÂlete suruklenmekten, kaymaktan ve kaydırılmaktan, haksızlık yapmaktan ve haksızlığa uğramaktan, cÂhilce davranmaktan ve cÂhillerin davranışlarına muhatap olmaktan Sana sığınırım.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 102-103/5094; Tirmizî, DeavÂt, 35)
Rûhu ’l-BeyÂn ’da gecen şu kıssa ne kadar da ibretlidir:
BÂyezîd-i BistÂmî -kuddise sirruh- Hazretleri bir vakit, bir grup talebesi ile oturmuş tevekkul konusunda sohbet ediyorlardı. Talebelerinden bazıları tevekkul uzere olma hÂlini, kendi nefislerinde yaşamayı arzu ettiler. Yanlarına yiyecek bir şey almadan, AllÂh ’a tevekkul ederek uzlete cekildiler.
Kendilerini tamamen ibadet ve tÂate verdiler. Aradan bir muddet gecince, ac kalma korkusu, zihinlerini ve gonullerini meşgul etmeye başladı. Gunler gelip geciyor, fakat onlara hicbir yerden ne bir yardım, ne de bir erzak geliyordu. Bedenen zayıfladılar, gucsuz ve tÂkatsiz kaldılar. Duyguları, fikirleri değişti. Bu duruma nasıl sabredeceklerdi? Bu hÂle nasıl dayanacaklardı? Neticede nasıl bir tablo ile karşılaşacaklardı? Sonra duşunup taşındılar ve BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri ’nden bir talepte bulundular:
“-Efendim, eğer izin verirseniz, rızık aramaya gidelim.” dediler.
BÂyezîd-i BistÂmî -kuddise sirruh- onlara:
“-Eğer rızkınızın nerede olduğunu biliyorsanız gidin ve isteyin.” dedi.
Bu cevap karşısında firÂset ve basîretle hareket eden talebeleri, kendilerine şoyle bir yol buldular:
“-O hÂlde AllÂh ’a du edelim de bu ihtiyac ve sıkıntı hÂlini bizden gidersin.” dediler.
BÂyezîd BistÂmî, bu sefer onların sabrını denercesine:
“-Eğer O ’nun sizi unuttuğunu duşunuyorsanız, du edin.” dedi.
Bunun uzerine talebeleri kendi kendilerine:
“-O hÂlde tevekkul uzere oturalım ve bekleyelim, konuşmayalım.” dediler.
Bu sefer hocaları:
“-AllÂh ’ı denemeye kalkmayın.” dedi.
Talebeler caresiz kalıp ne yapacaklarını bilemediler ve hocalarına:
“-Efendim, o hÂlde cÂre nedir, ne yapalım?” dediler.
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri, talebelerinin gonul ufkunu acan şu ibretli cevabı verdi:
“-CÂre, cÂreyi terk etmektir.” dedi. Yani cozum, kendi tercihini, isteğini terk etmektir, takdir neyse ona boyun eğmektir.
PEYGAMBER EFENDİMİZİN TEVEKKULU VE DUASI
Peygamber Efendimizin şu hadîs-i şerîfi de bu durumu ne kadar guzel ozetlemektedir:
“Eğer siz AllÂh ’a gereği gibi guvenseydiniz, (Allah), kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak cıktıkları hÂlde akşam doymuş olarak donerler.” (Tirmizî, Zuhd, 33; ayrıca bk. İbni MÂce, Zuhd, 14)
Rabbimiz, cumlemizi tevekkul ve teslimiyet ehli kullarından kılsın. Bu niyazla, Rasûl-i Kibriy Efendimizin bizlere oğrettiği şu du ile, O ’nun yuce dîvÂnına yuz surelim:
“AllÂh ’ım! Kendimi Sana teslim ettim. Yuzumu Sana cevirdim. İşimi Sana ısmarladım, işimde Sana guvendim. (RızÂnı) isteyerek, (azÂbından) korkarak sırtımı Sana dayadım, Sana sığındım. Sana karşı yine Senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gonderdiğin peygambere inandım.” (BuhÂrî, Vudû 75, DeavÂt 6, 9; Muslim, Zikir, 56-58. Ayrıca bk. Ebû DÂvûd, Edeb 98)
Kaynak: Merve Gulec, Şebnem Dergisi, 153. Sayı
İslam ve İhsan