İslam dinine gore bir Musluman olunun ardından yapması gereken amelleri sizler icin derledik. İşte 7 başlıkta olunun ardından yapılacak ameller...Âyet-i kerîmede bildirildiği uzere, mu ’minler kardeştir.[1] Bu kardeşliğin, mu ’minlere yuklediği muhim vecîbelerden biri de, vefĂ‚t eden din kardeşlerine karşı son vazifelerini îfĂ‚ etmektir. Yani CenĂ‚b-ı Hakk ’ın ahsen-i takvîm uzere yaratıp tekrîm ettiği, mahlûkĂ‚tın en şereflisi kıldığı insanı, insanlık şeref ve haysiyetine yaraşır şekilde, edep ve îtinĂ‚ ile yıkayıp kefenleyerek en guzel bir şekilde defnini gercekleştirmektir.
Nitekim Resûlullah Efendimiz hadîs-i şerîflerinde, Muslumanların birbirleri uzerindeki bazı haklarına şoyle dikkat cekmişlerdir:
“Muslumanın Musluman uzerindeki hakkı beştir:
SelĂ‚m almak, hasta ziyaret etmek, cenĂ‚zenin arkasından yuruyup (namazını kılmak ve defniyle meşgul olmak), davete icĂ‚bet etmek ve aksırana «يَرْحَمُكَ اللّٰهُ : Allah sana merhamet eylesin!» demek.” (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 2; Muslim, SelĂ‚m, 4)
“Muslumanın Musluman uzerindeki hakkı altıdır:
Karşılaştığın zaman selĂ‚m ver, seni dĂ‚vet ederse git, senden nasihat isterse nasihat et, aksırdığında AllĂ‚h ’a hamd ederse, «يَرْحَمُكَ اللّٰهُ» de, hastalandığında onu ziyaret et, olduğu zaman cenĂ‚zesinin ardından git.” (Muslim, SelĂ‚m, 5
1- TECHÎZ, TEKFÎN VE TEŞYÎ[2] VefĂ‚t eden din kardeşimizin cenĂ‚ze namazını kılmak ve onu kabre defnetmek farz-ı kifĂ‚ye,[3] diğer hizmetler ise sunnet ve mustehab[4] kılınmıştır. Şayet bu vazifeler ihmĂ‚l edilirse, butun bolge halkı farzı terk etmiş sayılarak gunahkĂ‚r olur.
Resûlullah Efendimiz, cenĂ‚zenin techîzine dĂ‚imĂ‚ ihtimam gostermişler, bu vazifeyi yapan kimselerden de oluyu guzelce yıkayıp kokulayarak kefenlemelerini istemişlerdir. Bu vazifenin ehemmiyetini ifĂ‚de sadedinde şoyle buyurmuşlardır:
“Oluyu yıkayıp da onda gorduğu hoş olmayan hĂ‚lleri gizleyen kimseyi Allah TeĂ‚lĂ‚ kırk kere bağışlar. Oluyu kefenleyene ipekten yapılmış Cennet elbiseleri giydirir. Kabir kazıp oluyu defnedene, bir fakiri kıyĂ‚mete kadar kalacağı bir eve yerleştirmiş gibi ecir verir.” (HĂ‚kim, I, 506/1307)
Bir kimsenin tekfîni esnĂ‚sında dikkat edilmesi gereken bir husus da, insanın hayatta iken rahatsızlık duyacağı şeyleri vefĂ‚t etmiş kişiye de edeben yapmamaktır. MeselĂ‚ meyyit cok sıcak veya cok soğuk suyla yıkanmamalıdır.
Bunun yanında cenĂ‚zenin techîz ve tekfîni, israf ve cimriliğe kacmadan, vasat bir şekilde yapılmalıdır.
Hazret-i CĂ‚bir şoyle anlatıyor:
“Bir gun Resûlullah Efendimiz bir hutbe îrĂ‚d ettiler. Hutbede, ashĂ‚bından vefĂ‚t etmiş ve kifĂ‚yetsiz bir kefene sarılıp geceleyin defnedilmiş bir zĂ‚ttan bahsettiler. Sonra uzerine namaz kılınabilmesi icin, mecbur kalınmadıkca cenĂ‚zenin geceleyin gomulmesini yasakladılar. Daha sonra da şoyle buyurdular:
«Biriniz kardeşini kefenlediği zaman, kefenini guzel yapsın!»” (Muslim, CenĂ‚iz, 49; Ebû DĂ‚vûd, CenĂ‚iz, 29-30/3148; NesĂ‚î, CenĂ‚iz, 37)
Yine Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Beyaz renk elbise giyiniz. Cunku beyaz elbise, temiz ve daha hoş gorunumludur. Olulerinizi de beyaz kefene sarınız!” (Tirmizî, Edeb, 46/2810)
Ayrıca Peygamber Efendimiz, cenĂ‚zenin fazla bekletilmeyip bir an evvel defnedilmesi hususunda şu tavsiyede bulunmuşlardır:
“CenĂ‚zeyi suratli taşıyın. Eğer o iyi biriyse, bu onun icin bir hayırdır; onu bir an evvel kabirdeki hayır ve sevĂ‚bına kavuşturmuş olursunuz. İyi biri değilse, bu da bir şerdir; onu cabucak omuzlarınızdan atmış olursunuz.” (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 51; Muslim, CenĂ‚iz, 50, 51)
Resûlullah Efendimiz ’in bu husustaki tĂ‚limĂ‚tına rağmen, bazı yerlerde cenĂ‚ze namazına yetişebilmek adına mevtĂ‚nın bekletildiği gorulmektedir. HĂ‚lbuki aslolan, mevtĂ‚yı kesinlikle bekletmeyip hemen defnetmektir. Zira cenĂ‚ze namazı, daha evvel ifĂ‚de ettiğimiz gibi, farz-ı kifĂ‚yedir. Hazır bulunan cemaat namazı kılar, yetişemeyenler de geldiklerinde, isterlerse kendileri yeniden kılabilirler.[5] Ayrıca gelemeyenlerin, bulundukları yerde gıyĂ‚bî cenĂ‚ze namazı kılmaları da mumkundur.
Ancak cenĂ‚zenin otopsi vb. zaruret sebebiyle bekletilmesi gerekiyorsa, o zaman morga konulabilir. LĂ‚kin zaruret olmadan morga veya soğuk depolara koymak, cenĂ‚zeye eziyet hukmune girer.
Kabrin başına taş koymak, yerini belli etmek cĂ‚izdir. Muttalib bin Ebî VedĂ‚a şoyle anlatır:
Osman bin Maz ’ûn vefĂ‚t ettiği zaman, cenĂ‚zesi Medîne ’den dışarı cıkarıldı ve gomuldu. Osman, muhĂ‚cirlerden ilk vefĂ‚t eden kimse idi. Resûlullah Efendimiz, bir adama Osman icin bir kaya (getirerek mezar yerini belli etmesini) emrettiler. Adam (bir taş aldı, fakat) taşımaya guc yetiremedi. Resûlullah bizzat gidip kollarını sıvadılar (taşı kendileri aldılar).”
RĂ‚vî der ki:
“Sanki ben, kollarını sıvadığı sırada ResûlullĂ‚h ’ın o mubĂ‚rek kollarının beyazlığını gorur gibiyim.
Sonra kayayı getirip Osman ’ın baş tarafına koydular ve:
«–Bununla, kardeşimin kabrini tanır ve bulurum. Ailemden olenleri de bunun yanına gomerim.» buyurdular.” (Ebû DĂ‚vûd, CenĂ‚iz, 57-59/3206. Bkz. İbn-i MĂ‚ce, CenĂ‚iz, 42)
Peygamber Efendimiz Hudeybiye Umresi icin Mekke ’ye giderken EbvĂ‚ ’ya uğramışlardı:
“‒Şuphesiz Allah TeĂ‚lĂ‚ Muhammed ’e annesinin kabrini ziyaret etmesi icin izin verdi!” buyurdular.
Sonra yanına varıp kabri guzelce duzelttiler ve yanında ağladılar. Resûlullah ağladığı icin Muslumanlar da ağladılar. Daha sonra nicin boyle yaptığı sorulduğunda ise şoyle buyurdular:
“‒Annemin bana olan şefkat ve merhametini hatırladım da onun icin ağladım.” (İbn-i Sa‘d, I, 116-117. Ayrıca bkz. Muslim, CenĂ‚iz, 105-108)
Kabri duzgun yapmak; İslĂ‚m ’ın emrettiği, işini sağlam ve nezĂ‚ketle yapma esĂ‚sının bir gereğidir.
Nitekim oğlu İbrahim ’in kabri ortulduğu zaman Resûlullah kabrin yanında bir taş kadar yerin duzgun olmadığını gorduler. Bir taraftan orayı mubĂ‚rek elleriyle duzeltirken bir yandan da şoyle buyuruyorlardı:
“Sizden biriniz, bir iş yaptığı zaman, onu sağlam yapsın! Cunku boyle yapmak, acıya uğrayan kişilerin gonlunu tesellî eden hususlardan biridir!” (İbn-i Sa‘d, Tabakāt, I, 141-142)
Diğer rivĂ‚yete gore Resûlullah Efendimiz, oğlu İbrahim ’in kabrinin kenarındaydılar. LĂ‚hitte bir acıklık gorduler. Mezar kazan kişiye orayı duzlemesi icin biraz camur verdiler ve şoyle buyurdular:
“‒Bunun oluye ne zararı ne de faydası olur; lĂ‚kin (kabrin duz olması) dirinin gozunu aydın eder, onu mesrur ve memnun eder!” (İbn-i Sa‘d, Tabakāt, I, 142, 143; BelĂ‚zurî, EnsĂ‚bu ’l-EşrĂ‚f, I, 451)
Toprağı sağlamlaştırmak icin kabrin uzerine su serpmekte bir beis yoktur. Oğlu İbrahim gomulduğu zaman, Resûlullah Efendimiz:
“‒Bir kırba su getirecek kimse var mı?” diye sordular.
EnsĂ‚rdan bir zĂ‚t hemen bir kırba su getirdi.
Resûlullah o zĂ‚ta:
“‒Onu İbrahim ’in kabrinin uzerine serp!” buyurdular. (İbn-i Sa‘d, Tabakāt, I, 141)
Resûlullah, bir taş getirilmesini emrettiler. Taş, Hazret-i İbrahim ’in kabrinin başına dikildi.[6] Kabrinin uzerine ilk defa su serpilen de, o oldu.[7]
Kabrin uygun bir yerine ağac dikmek ve etrafını yeşillendirmek de guzel gorulmuştur. Nitekim bir hadîs-i şerîfte bildirildiği uzere Re­sûl-i Ek­rem Efen­di­miz, iki kab­rin ya­nın­dan ge­cer­ken o kabirlerde bulunanların azap gorduğunu haber vermişlerdi. Sonra da yaş bir hur­ma da­lı is­temiş, o dalı iki­ye ayır­ıp bun­la­rı ka­bir­le­rin ba­şı­na bi­rer bi­rer dik­mişler ve:
“Ku­ru­ma­dık­la­rı mud­det­ce on­la­rın azĂ‚­bı­nı ha­fif­let­me­le­ri umu­lur.” buyurmuşlardı. (Mus­lim, Ta­hĂ‚­ret, 111)[8]
Mu­fes­sir, muhaddis ve fıkıh Ă‚limi olan İmĂ‚m Kur­tu­bî, bu ha­dîs-i şe­rî­fin îzĂ‚hında şoyle demektedir:
“Hadîste gecen, «ku­ru­ma­dık­la­ rı mud­det­ce» ifĂ‚desi, o dal­la­rın yaş kal­dık­la­rı mud­det­ce tes­bih et­tik­le­ri­ne işa­ret et­mek­te­dir. Ni­te­kim Ă‚lim­le­ri­miz şoy­le de­miş­ler­dir:
«Ka­bir­le­re ağac dik­mek­ten ve ora­da Kur ’Ă‚n-ı Ke­rîm oku­mak­tan ora­da­ki mevtĂ‚ isti­fĂ‚­de eder. Bir ağac dik­mek bi­le olu­le­rin azĂ‚­bı­nı ha­fif­le­tir­se, bir mu ’mi­nin Kur ’Ă‚n oku­ma­sın­dan kim bi­lir ne ka­dar is­ti­fĂ‚­de eder­ler? Olu­ye he­di­ye edi­len şe­yin se­vĂ‚­bı da ken­di­si­ne ula­şır.»” (Kur­tu­bî, X, 267)
Kabirlerin uzerine basmak ve oturmak mekruhtur. Bu hususta Resûlullah Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Birinizin kor uzerine oturup elbisesini yakması, oradan da ateşin bedenine ulaşması, kendisi icin bir kabrin uzerine oturmasından daha hayırlıdır.” (Muslim, CenĂ‚iz, 96; Ebû DĂ‚vûd, CenĂ‚iz, 77; NesĂ‚î, CenĂ‚iz, 105)
Yine bu mevzuyla ilgili olarak Hazret-i CĂ‚bir de, Resûlullah Efendimiz ’in kabirlerin kireclenmesini, uzerine oturulmasını ve uzerine bina yapılmasını yasakladığını nakletmiştir.[9]
Ayrıca oluyu kabre defnettikten sonra “telkin”de bulunma hususunda ihtilĂ‚f edilmiş, bunu yapmanın guzel olacağını soyleyenler olmuştur. Nitekim “Olulerinize YĂ‚sîn okuyunuz.”[10] hadîs-i şerîfi de hem olumden once hem de olumden sonra YĂ‚sîn Sûresi ’ni sık sık okuma tavsiyesi olarak anlaşılmaktadır.
2- BORCLARINI ODEMEK Musluman, dĂ‚imĂ‚ ihsan şuuruyla, yani ilĂ‚hî kameraların altında bulunduğunun idrĂ‚ki icinde yaşayan ve CenĂ‚b-ı Hakk ’ın huzûruna borclu olarak cıkmaya korkan insandır.
Şayet bir kimse, borcunu odeyemeden olmuşse, akrabaları o kimsenin vasiyetini yerine getirmeden ve mîrĂ‚sını taksim etmeden once, evvelĂ‚ onun butun borclarını odemeye calışmalıdır. Zira hadîs-i şerîflerde borcu odenmediği muddetce şehîdin bile Cennet ’e giremeyeceği bildirilmektedir.[11]
Yine bir hadîs-i şerîflerinde Nebiyy-i Ekrem Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Mu ’minin rûhu, odeninceye kadar borcuna bağlı kalır.” (Tirmizî, CenĂ‚iz, 74. Bkz. İbn-i MĂ‚ce, SadakĂ‚t, 12)
Yani bir nevî mahpustur, değerli makamına gidemez. Ayrıca kurtulacak mı yoksa helĂ‚k mı olacak, bu hususta hukum verilmez. Bu sebeple endişe icinde bekleyişi devam eder.
Ebû Hureyre şoyle nakleder:
Resûlullah Efendimiz ’e, uzerinde borc bulunan bir cenĂ‚ze getirildiği zaman:
«–Borcunu odeyecek bir mal bıraktı mı?» diye sorarlardı.
Eğer borcunu odemek icin yeterli mal bıraktığı soylenir (veya Muslumanlardan biri borcu tamamen odeyeceğine dĂ‚ir kuvvetlice soz verirse[12]) namazını kılarlardı. Aksi takdirde Muslumanlara:
«–Arkadaşınızın namazını siz kılın!»” buyururlardı.
Ancak zamanla Allah TeĂ‚lĂ‚, Peygamber Efendimiz ’in maddî imkĂ‚nlarını genişletince, borcunu odeyecek malı olmayan mu ’minlerin de (borclarını odeyerek) namazını kıldılar.[13] Bundan sonra artık şoyle buyuruyorlardı:
“Ben her mu ’mine, mutlakĂ‚, dunya ve Ă‚hirette insanların en yakınıyımdır. Dilerseniz şu Ă‚yeti okuyun:
«O Peygamber, mu ’minlere oz nefislerinden daha evlĂ‚dır/yakındır...»[14]
Hangi mu ’min vefĂ‚t eder de geride bir mal bırakırsa vĂ‚risleri onu alsınlar. Borc veya bakıma muhtac birini bırakmışsa o da bana gelsin; ben onun mevlĂ‚sıyım (himĂ‚ye ve yardım edicisiyim).”[15] (BuhĂ‚rî, Tefsîr 33/1, KefĂ‚let 5, FerĂ‚iz 4, 15, 25; Muslim, FerĂ‚iz, 14)
Sa‘d bin Atval anlatıyor:
“Kardeşim vefĂ‚t etmiş ve uc yuz dirhem mal ile bakıma muhtac coluk-cocuk bırakmıştı. Bıraktığı parayı ailesine harcamak istiyordum. Resûlullah:
«–Kardeşin borcu sebebiyle hapsedilmiş durumda, borcunu odeyiver!» buyurdular. Ben:
«–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Ben onun borclarını odedim. Sadece bir kadının iddia edip delil getiremediği iki dinar kaldı.» dedim.
Resûl-i Ekrem Efendimiz:
«–O kadına iddia ettiği iki dinarı ver. Cunku kadın hakîkati soylemektedir.» buyurdular.” (İbn-i MĂ‚ce, Sadakāt, 20)
Yine Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde kıyĂ‚met gunune borclu bir hĂ‚lde cıkılmaması hususunda mu ’minleri şoyle îkaz buyurmuşlardır:
“Kimin uzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulum varsa, altın ve gumuşun bulunmayacağı kıyĂ‚met gunu gelmeden once o kimseyle helĂ‚lleşsin. Yoksa kendisinin sĂ‚lih amelleri varsa, yaptığı zulum miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir). Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulmettiği kardeşinin gunahlarından alınarak onun uzerine yukletilir.” (BuhĂ‚rî, MezĂ‚lim 10, Rikāk 48)
3- VASİYETLERİNİ YERİNE GETİRMEK Techîz, tekfîn ve borcların odenmesinden sonra, kalan malın “ucte biri” ile olen kimsenin vasiyetleri yerine getirilir; geri kalanı ise vĂ‚rislerine taksim edilir.
Nitekim Cennet ’le mujdelenen on sahĂ‚bîden biri olan Sa‘d bin Ebî VakkĂ‚s şoyle nakletmiştir:
“VedĂ‚ Haccı yılında (Mekke ’de) yakalandığım şiddetli bir hastalık esnĂ‚sında Resûlullah ziyaretime geldi. O ’na:
«–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Gorduğun gibi cok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mîrascım da yok. Malımın ucte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı?» diye sordum.
Hazret-i Peygamber:
«–Hayır!» dedi.
«–Yarısını dağıtayım mı?» dedim. Yine:
«–Hayır!» dedi.
«–Ya ucte birine ne buyurursun, yĂ‚ ResûlĂ‚llah?» diye sordum.
«–Ucte birini dağıt! HattĂ‚ o bile cok. Mîrascılarını zengin bırakman, onları muhtac bırakıp da halka avuc actırmaktan hayırlıdır. Allah rızĂ‚sını duşunerek yaptığın harcamalara, hattĂ‚ yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mukĂ‚fatını alacaksın.» buyurdu.
Sa‘d bin Ebî VakkĂ‚s sozune devamla dedi ki:
«–YĂ‚ ResûlĂ‚llah! Arkadaşlarım gidip de ben kalacak mıyım? (Burada olecek miyim?)» diye sordum.
«–Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızĂ‚sı icin guzel işler yaparak yukseleceksin. Allah ’tan oyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar (mu ’minler) senden fayda, kimileri de (kĂ‚firler) zarar gorecektir.
AllĂ‚h ’ım! AshĂ‚bımın (Mekke ’den Medîne ’ye) hicretini tamamla! Onları geri dondurup hicretlerini yarım bırakma! Acınacak durumda olan Sa‘d ibn-i Havle ’dir!» buyurdu.
Bu sozleriyle Resûlullah, Sa‘d bin Havle ’nin Mekke ’de olmesine uzulduklerini ifĂ‚de ettiler.” (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz 36, VesĂ‚yĂ‚ 2, Nefekāt 1, MerdĂ‚ 16, DeavĂ‚t 43, FerĂ‚iz 6; Muslim, Vasıyyet, 5)
4- DU VE İSTİĞFAR VefĂ‚t eden bir musluman icin ilk duĂ‚, onun cenĂ‚ze namazını kılmaktır. Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz:
“Hangi muslumanın cenĂ‚zesinde AllĂ‚h ’a şirk koşmamış kırk kişi hazır bulunup namazını kılarsa, Allah, onların vefĂ‚t eden kimse hakkındaki şefaatini mutlakĂ‚ kabul eder.” mujdesini vermişlerdir. (Muslim, CenĂ‚iz, 59)
Burada zikredilen “kırk” rakamı, kalabalık insan topluluğunu ifĂ‚de etmek icin kullanılmıştır. Zira bir başka hadîs-i şerîfte bu sayı icin “yuz” rakamı zikredilirken,[16] diğer bir rivĂ‚yette de uc saflık bir cemaatin bulunması yeterli gorulmektedir.[17] HattĂ‚ bu son rivĂ‚yeti nakleden MĂ‚lik bin Hubeyre, bir muslumanın cenĂ‚zesine katılanları az gorduğunde, duyduğu hadîse uygun olarak hemen onları uc saf hĂ‚line getirirdi.
Bunun yanında, Muslumanların husn-i şehĂ‚detine nĂ‚il olabilmek de vefĂ‚t eden kimse icin buyuk bir mazhariyettir. Zira Hazret-i Enes şoyle anlatır:
Peygamber Efendimiz ile bazı sahĂ‚bîler birlikte bulunurlarken yanlarından bir cenĂ‚ze gecti. AshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan bazıları o cenĂ‚zeyi hayırla yĂ‚d ettiler. Bunun uzerine Efendimiz:
«–وَجَبَتْ (VĂ‚cib oldu, kesinleşti!)” buyurdular.
Sonra bir cenĂ‚ze daha gecti. Orada bulunanlar onun kotuluğunden bahsettiler. Resûl-i Ekrem Efendimiz yine:
“–وَجَبَتْ (VĂ‚cib oldu, kesinleşti!)” buyurdular.
Bunun uzerine Hazret-i Omer:
“–YĂ‚ ResûlĂ‚llah, kesinleşen nedir?” diye hayretle sordu.
Peygamber Efendimiz:
“–Once gecen cenĂ‚zeyi hayırla yĂ‚d ettiniz, bu sebeple onun Cennet ’e girmesi kesinleşti. Sonrakinin de kotuluğunden bahsettiniz, onun da Cehennem ’e girmesi kesinleşti. Cunku siz (mu ’minler), AllĂ‚h ’ın yeryuzundeki şahitlerisiniz.” buyurdular. (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 86; Muslim, CenĂ‚iz, 60)
Din kardeşinin cenĂ‚zesine katılarak onun namazını kılmak ve onunla beraber kabre kadar gitmek, mu ’mine buyuk sevap kazandırır.
Nitekim Rasûlullah Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Kim, sevĂ‚bına inanarak ve karşılığını sadece Allah ’tan bekleyerek bir muslumanın cenĂ‚zesi ile birlikte gider ve namazı kılınıp gomulunceye kadar beklerse, her biri Uhud Dağı kadar olan iki kırat[18] sevapla doner. Kim de cenĂ‚ze namazını kılar, defnedilmeden once ayrılırsa bir kırat sevapla doner.” (BuhĂ‚rî, Îman, 35)
Bir gun Abdullah bin Omer, Sa‘d bin Ebî VakkĂ‚s ile otururken yanlarına HabbĂ‚b bin Eret gelir ve:
“–Abdullah! Baksana Ebû Hureyre ne diyor!” diye bu hadîsi nakleder.
Bunun uzerine Hazret-i Abdullah, HabbĂ‚b ’ı, bu hadîsi araştırmak icin Hazret-i Âişe VĂ‚lidemiz ’e gondererek; “Bunu ondan sorup gel!” der.
HabbĂ‚b gidince Abdullah yerden bir avuc cakıl taşı alır; sinirli bir şekilde taşları elinde evirip cevirmeye başlar. Bir muddet sonra HabbĂ‚b, Hazret-i Âişe ’nin;
“Ebû Hureyre doğru soyluyor; ben de ResûlullĂ‚h ’ın oyle buyurduğunu işittim.” dediğini haber verir.
Bu sefer, vaktinde değerlendiremediği sevap fırsatlarına hayıflanan Abdullah bin Omer, elindeki taşları yere fırlatır ve:
“–Desene biz cok kırat kacırdık!” diye teessurunu ifĂ‚de eder. (Muslim, CenĂ‚iz, 56)
Burada vaad edilen sevĂ‚bın miktar ve olcusu, -AllĂ‚hu a‘lem- kesin bir sınır tĂ‚yin etmekten ziyĂ‚de, cenĂ‚ze teşyîinin fazîletini beyĂ‚n etmek icin olmalıdır. Zira CenĂ‚b-ı Hak, yapılan amellere, kalplerdeki niyet ve samimiyetin seviyesine gore ecir lûtfeder.
“CenĂ‚ze namazı kıldığınız zaman, olen kimseye ihlĂ‚sla duĂ‚ ediniz!”[19] buyuran Allah Resûlu Efendimiz, bu hususta da ummetine en guzel bir ornek teşkil etmiştir. O ’nun cenĂ‚zelerde yaptığı duĂ‚lara dĂ‚ir birkac misal zikredecek olursak:
Ebû Abdurrahman Avf bin MĂ‚lik naklediyor:
Resûlullah bir cenĂ‚ze namazı kıldı. O ’nun şoyle duĂ‚ ettiğini duydum ve ezberledim:
«AllĂ‚h ’ım! Onu bağışla, ona rahmet et, onu azap ve sıkıntılardan koru, kusurlarını affet! Cennet ’ten nasîbini ihsĂ‚n et! Gireceği yeri (kabrini) genişlet!
Onu suyla, karla ve buzla yıka! Beyaz giysileri kirden (ve pisten) temizler gibi onu gunahlarından arındır!..
Onu Cennet ’e koy, kabir ve Cehennem azĂ‚bından koru!»” (Muslim, CenĂ‚iz, 85)
Cenaze Namazlarında Okunacak Dualar Ebû Hureyre, Resûlullah Efendimiz ’in cenĂ‚ze namazlarında şoyle duĂ‚ ettiğini nakletmiştir:
“AllĂ‚h ’ım! Dirilerimizi ve olulerimizi, kucuklerimizi ve buyuklerimizi, erkeklerimizi ve kadınlarımızı, burada bulunanlarımızı ve bulunmayanlarımızı bağışla!
AllĂ‚h ’ım! Bizden hayatta bırakacaklarını İslĂ‚m uzere yaşat. Oldureceklerini îmĂ‚n ile oldur.
Bizi bu cenĂ‚zede bulunmanın sevĂ‚bından mahrum etme ve ondan sonra bizi fitneye duşurme!” (Tirmizî, CenĂ‚iz, 38)
“AllĂ‚h ’ım! Bu cenĂ‚zenin Rabbi Sen ’sin, onu Sen yarattın, İslĂ‚m ’a Sen hidĂ‚yet ettin. Şimdi onun rûhunu da Sen aldın. Onun gizlisini-acığını en iyi Sen bilirsin. Biz Sen ’in huzûruna, ona şefaatci olarak geldik; onu bağışla!” (Ebû DĂ‚vûd, CenĂ‚iz, 56)
İbn-i AbbĂ‚s anlatıyor:
Resûlullah Efendimiz, geceleyin bir kabre girdiler. Kendisine bir kandil yakılmıştı. Uzanmış vaziyetteki cenĂ‚zeyi kıble cihetinden aldılar ve ona:
«Muhakkak ki sen cok duĂ‚ eden ve cok Kur ’Ă‚n okuyan bir kimseydin. Allah sana rahmetini bol kılsın!» diye duĂ‚ ettiler. Sonra da uzerine dort tekbir getirdiler.” (Tirmizî, CenĂ‚iz, 62/1057)
CenĂ‚b-ı Hak da mu ’minlerin, gecmişleri icin şoyle duĂ‚ ettiklerini haber vermektedir:
“…Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden once gelip gecmiş îmanlı kardeş­lerimizi bağışla; kalplerimizde, îmĂ‚n edenlere karşı hicbir kin bırak­ma! Rabbimiz! Şuphesiz ki Sen, cok şefkatli ve cok merhametlisin.” (el-Haşr, 10)
VefĂ‚t eden kimselerin geride kalanlardan bekledikleri en muhim şeylerden biri de kendileri icin “istiğfar” edilmesidir. Nitekim Peygamber Efendimiz, bir cenĂ‚ze defnedildiğinde, kabirdeki sorgu-suĂ‚linin kolay olması arzusuyla meyyit icin istiğfar edilmesini tavsiye buyurmuşlardır.[20]
Yine Allah Resûlu Bakî Kabristanı ’ndaki ashĂ‚bını ve Uhud şehitlerini sık sık ziyaret ederlerdi. Hazret-i Âişe VĂ‚lidemiz ’in ifĂ‚desine gore; Efendimiz kendisinin yanında kaldığı her gecenin son kısmında Bakî Kabristanı ’na gider, oradakilere selĂ‚m verip duĂ‚ ederdi.[21]
HattĂ‚ bir gece Hazret-i CebrĂ‚il (a.s.) Peygamber Efendimiz ’e gelmiş ve;
“Rabbin Bakî ehline gidip onlar icin istiğfar etmeni emrediyor!” buyurmuştur. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de hemen bu emre uyarak Cennetu ’l-Bakî ’yi ziyaret etmiştir. (Muslim, CenĂ‚iz, 103)
Resûl-i Ekrem Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“İn­san ol­du­ğu za­man bu­tun amel­le­ri ke­si­lir. An­cak şu uc şey bun­dan mustesnĂ‚dır: Sa­da­ka-i cĂ‚­ri­ye, is­ti­fĂ‚­de edi­len ilim ve ken­di­si­ne duĂ‚ eden ha­yır­lı ev­lĂ‚t.” (Mus­lim, Va­sıy­yet, 14)
Diğer bir hadîs-i şerîflerinde ise Allah Resûlu Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Oldukten sonra kulun derecesi yukseltilir. Kul:
«−Ey Rabbim! Bu sevap nereden geldi?» diye sorar.
CenĂ‚b-ı Hak da ona:
«−(Arkanda bıraktığın) hayırlı ve sĂ‚lih evlĂ‚dın senin icin istiğfarda bulundu, duĂ‚ etti.» buyurur.” (İbn-i MĂ‚ce, Edeb, 1; Ahmed, II, 509)
Dunyada, evlĂ‚tlar buyurken anne-babalarına muhtactır. Fakat hayatlarının son kısımlarında anne-babalar, evlĂ‚tlarına muhtactır. Vefatlarından sonra da anne-babalar, yine evlĂ‚tlarının hayır-duĂ‚larına, kendileri icin birer sadaka-i cĂ‚riye olmalarına muhtactır.
Hadîs-i şerîfte de ifĂ‚de buyrulduğu uzere sĂ‚lih evlĂ‚tlar, vefĂ‚t eden anne-babaları ve gecmişleri icin bir sadaka-i cĂ‚riye ve rahmet vesîlesi olurlar. Fakat bunun aksine, dînî terbiyeleri ihmĂ‚l edilen evlĂ‚tlar ise anne-babaları icin -Allah korusun- bir seyyie-i cĂ‚riye (yani devam edip giden bir gunah) sebebi hĂ‚line gelirler. Boyle anne-babalar, -cok muhtac oldukları hĂ‚lde- kabirlerinde ziyaretcisiz ve yapayalnız kalırlar.
Ustelik bir de;
“‒Aman canım ne olacak, o daha kucuk, zamanla duzelir…” denilerek kendi hĂ‚line bırakılan, Kur ’Ă‚n ve Sunnet cizgisinde yetiştirilmeyen o evlĂ‚tlar, kıyĂ‚met gunu anne-babalarından dĂ‚vĂ‚cı olacak ve:
“‒Annem-babam beni ihmĂ‚l etti, iyi bir musluman evlĂ‚dı olarak yetiştirmedi…” diye şikĂ‚yet edeceklerdir.
Unutmayalım ki cocuklar, Cennetʼe lĂ‚yık bir sĂ‚fiyetle dunyaya gelirler. Fakat anne-babalar kendilerine ilĂ‚hî bir emĂ‚net olan cocuklarının mĂ‚nevî terbiyelerini ihmĂ‚l ederlerse, o Cennet kuşlarını -Allah korusun- yanlış yerlere ucururlar! Dolayısıyla, Kur ’Ă‚n ve Sunnet ’in engin mĂ‚nĂ‚ kevserinden tatmadıkları icin evlĂ‚tlarına da tattıramayan anne-babalar, buyuk bir Ă‚hiret vebĂ‚liyle karşı karşıyadırlar.
Bu dunyada anne-baba, evlĂ‚tlar, eş-dost, akraba, herkes bir arada yaşıyor. Fakat Ă‚hirette bir “yevmuʼl-fasl” yani bir “ayrılık gunu” olacak. CenĂ‚b-ı Hak KurʼĂ‚n-ı Kerîmʼde o buyuk yol ayrımını haber veriyor. Cennet ehline;
“Onlara merhametli Rabbʼin soylediği selĂ‚m vardır.” (YĂ‚sîn, 58) buyuruyor. RĂ‚zı olduğu kullarını, buyuk bir ikram ve iltifatla Cennetʼine dĂ‚vet edeceğini bildiriyor. Fakat aynı sulĂ‚leden de gelse, aynı toplumdan da olsa mucrimlere ise CenĂ‚b-ı Hak;
“Ey mucrimler! Ayrılın bugun!” (YĂ‚sîn, 59) buyuracak. Dunyadaki beraberlik, orada son bulacak. Mucrimlere Cehennem istikĂ‚meti gosterilecek.
Orada belki nice karı-koca birbirinden ayrı duşecek. Nice evlĂ‚tla anne-baba, farklı yolların yolcusu olacak. Dunyada bir arada yaşayan, fakat gonul ibreleri farklı kıblelere bakan hısım-akrabanın, konu-komşunun bir kısmı bir tarafa gidecek, bir kısmı diğer bir tarafa savrulacak. Dehşetli bir ayrılık gunu vukū bulacak!..
İşte o gun mahzun olmamak icin, bugun hem kendi istikĂ‚metimize dikkat etmeli, hem de bilhassa ciğerpĂ‚relerimiz olan evlĂ‚tlarımızı AllĂ‚hʼın birer emĂ‚neti bilip kucuk yaşlarından itibaren mĂ‚nevî terbiyeleriyle guzelce alĂ‚kadar olmalıyız.
En merhametli anne-baba; evlĂ‚dını Kur ’Ă‚n ve Sunnet terbiyesiyle, asıl istikbĂ‚l olan Ă‚hirete hazırlayan anne-babadır. İnsanın, evlĂ‚dına bırakabileceği en kıymetli mîras, guzel bir İslĂ‚m şahsiyet ve karakteridir.
Cocuklara ve genclere gosterilecek şefkat ve merhamet, hayatı sadece bu dunyadan ibaretmiş gibi gorerek onların karınlarını doyurup guzel elbiseler giydirmek, nefislerini eğlendirmek, ten rahatlarını temin etmek değildir. BilĂ‚kis asıl şefkat ve merhamet, onların evvelĂ‚ ruhlarını doyurmaktır. Boylece ebedî istikbĂ‚llerini bir azap faslı olmaktan kurtarıp sonsuz bir saĂ‚det baharı kılacak mĂ‚nevî değerleri gec kalmadan şahsiyetlerine kazandırmaktır.
Bu itibarla, AllĂ‚hʼa ve Ă‚hirete îmĂ‚n eden merhametli bir anne-baba, evlĂ‚tlarının dunya ile Ă‚hiret saĂ‚deti karşı karşıya geldiğinde, hic tereddut etmeden dunyayı elinin tersiyle iter ve Ă‚hireti tercih eder. Deryayı bırakıp damlanın tĂ‚libi olma ahmaklığına duşmez.
“–EvlĂ‚tlarım bu dunyada tıka basa doysun da, isterse Ă‚hirette zehir-zıkkım yesin!” diyemez.
“–Bugun dunyevî istikbĂ‚li parlak olsun da, varsın Ă‚hirette yuzu karalardan olsun!” diyemez...
Gunumuzde ise evlĂ‚tların iyi bir istikbĂ‚li olsun diye dunyevî tahsillerine buyuk bir ehemmiyet verilip bu yolda gereken “vakit, nakit ve emek” fazlasıyla sarf edilirken, onların ebedî saĂ‚detini temine medĂ‚r olacak dînî tahsillerine ise -maalesef- luzûmu kadar ehemmiyet verilmiyor. Dunyevî diplomalar yanında, uhrevî diplomalara dikkat edilmiyor. Cocukları yaz tatilinde bir-iki aylığına kalabalık bir cĂ‚miye gondermek, kĂ‚fî zannediliyor. HĂ‚lbuki dînî tahsili bu kadar basit gormek, kalpteki îman zaafının acı bir gostergesidir.
O hĂ‚lde bugun bilhassa mutedeyyin anne-babalar, başlarını iki ellerinin arasına alıp duşunmelidir:
İstikbĂ‚li veren kim? Gercek istikbĂ‚l dunyada mı, Ă‚hirette mi?.. Acaba evlĂ‚tlarımızın guzel bir eğitim alıp şu fĂ‚nî hayat carşısında iyi bir noktaya gelmesini arzu ettiğimiz kadar, ebediyet yurdu Ă‚hirette de guzel bir makĂ‚ma ermelerini arzu ediyor muyuz? EvlĂ‚tlarımız gercekten bizim evlĂ‚dımız olarak mı yetişiyor? Onların şahsiyet ve karakterini hangi cevreler şekillendiriyor? Onların gonullerinde, ideallerinde, hedeflerinde hangi modeller, hangi şahsiyetler var? Cocuklarımız mı televizyon, internet, bilgisayar ve cep telefonlarını kullanıyor; yoksa bu cihazlar mı evlĂ‚tlarımıza kumanda ediyor?!. Elbette her anne-baba, yavrusunu en guzel kıyafetler icinde gormek ister. Fakat Ă‚hiret inancına sahip bir ebeveyn, evlĂ‚dını obur Ă‚lemde Cennet ipeğinden atlas kaftanların mı, yoksa Cehennemʼin yalaz yalaz ateşinin mi saracağı endişesiyle daha fazla meşgul olur. Bu yuzden yavrularına tesettur hassĂ‚siyeti kazandırabilmek icin, daha kucuk yaşlarından itibĂ‚ren onları CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rĂ‚zı olacağı olculer icinde giyinmeye alıştırır. Peki bizler, yavrularımızın toplum icine cıkarken, fĂ‚nîler tarafından garipsenmemesi icin giyim-kuşamlarına gosterdiğimiz îtinĂ‚ ve dikkati, acaba ilĂ‚hî huzûra cıkacağı gundeki vaziyetleri icin de sergileyebiliyor muyuz? EvlĂ‚tlarımızın zĂ‚hirî gorunuşunu guzelleştirmek icin gosterdiğimiz gayretler mi, yoksa gonul dunyalarının Kur ’Ă‚n ve Sunnet ikliminde yeşermesi icin sergilediğimiz gayret ve fedakĂ‚rlıklar mı daha on plĂ‚nda? HĂ‚lbuki CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kullarında değer verdiği asıl husûsiyet, Ă‚yet-i kerîmede şoyle bildiriliyor:
“…Muhakkak ki Allah katında en keremliniz (değerli olanınız), en cok takvĂ‚ sahibi olanınızdır…” (el-HucurĂ‚t, 13)
Hadîs-i şerîfte de şoyle buyruluyor:
“Hic şuphesiz ki Allah TeĂ‚lĂ‚, sizin bedenlerinize ve sûretlerinize bakmaz; ancak kalplerinize nazar eder.” (Muslim, Birr, 33)
Yani ebediyet yolculuğumuzda bize ve evlĂ‚tlarımıza fayda sağlayacak olan, ne bedenî guc-kuvvettir ne de zĂ‚hirî guzelliktir; ancak îman, takvĂ‚ ve sĂ‚lih amellerdir...
VelhĂ‚sıl, yarın ıssız bir kabirde ağır bir nedĂ‚metle yapayalnız kalmamak ve evlĂ‚tlarımızın duĂ‚ ve istiğfĂ‚rına nĂ‚il olabilmek icin, bugun fırsat elde iken yavrularımızı Kur ’Ă‚n ’ın feyz ve rûhĂ‚niyetiyle yetiştirmeye gayret etmeliyiz. EvlĂ‚tlarımızın terbiyesiyle yakından alĂ‚kadar olmalı, onların tertemiz yureklerine Allah ve Peygamber sevgisini, Kur ’Ă‚n ve Sunnet kulturunu aşılamalıyız. MĂ‚rifetin iltifĂ‚ta tĂ‚bî olduğu gerceğinden hareketle, yavrularımızda mĂ‚nevî guzelliklerin neşv u nemĂ‚ bulması icin, onları hediye ve iltifatlarla teşvik etmeliyiz.
İmam MĂ‚lik Hazretleri der ki:
“Ben her hadis ezberlediğimde, babam bir hediye verirdi. Oyle bir zaman geldi ki, babam hediye vermese bile, hadis ezberlemek, bende bir lezzet hĂ‚line geldi.”
Unutmayalım ki, evlĂ‚tlarımızın gonul toprağına hangi tohumları ekersek, onların mahsulunu biceriz. Yani ne verebilirsek, onu bekleyebiliriz…
5- SADAKA VE İNFAK DuĂ‚ ve istiğfardan sonra oluye en cok fayda sağlayan şey, onun adına tasadduk ve infakta bulunmaktır.
Abdurrahman bin Ebî Amra ’nın anlattığına gore annesi, bir kole Ă‚zĂ‚d etmek istemişti. Ancak bunu sabaha tehir etmiş ve sabaha cıkamadan da vefĂ‚t etmişti. Abdurrahman, KĂ‚sım bin Muhammed ’e:
“–Ben annemin yerine bir kole Ă‚zĂ‚d etsem, anneme faydası olur mu (sevĂ‚bı ulaşır mı)?” diye sorunca, o da şu cevĂ‚bı vermiştir:
“–Sa‘d bin UbĂ‚de, Resûlullah ’a gelip:
«–Annem vefĂ‚t etti, ben onun adına bir kole Ă‚zĂ‚d etsem ona faydası olur mu?» diye sormuştu. Allah Resûlu de; «–Evet!» buyurmuşlardı.” (Muvatta, Itk, 13; Bkz. Bu­hĂ‚­rî, Ve­sĂ‚­yĂ‚, 15)
Hazret-i Ebûbekir ’in oğlu Abdurrahman, uyku esnĂ‚sında Ă‚niden vefĂ‚t etmişti. Hazret-i Âişe VĂ‚lidemiz, bu kardeşinin hayrına pek cok kole Ă‚zĂ‚d etti. (Muvatta, Itk, 14)
Butun bu ha­dîs-i şe­rîf­ler, vefĂ‚t et­miş mu ’min­le­rin, ha­yat­ta olan ya­kın­la­rı­nın ve mu ’min kar­deş­le­ri­nin duĂ‚, sadaka ve in­fak­la­rın­dan is­ti­fĂ‚­de edecek­le­ri­ni bildirerek on­la­rı bu ha­yır­la­ra teş­vik et­mek­te­dir.
İbn-i AbbĂ‚s anlatıyor:
“Bir kimse Resûlullah ’a gelerek:
«–YĂ‚ ResûlĂ‚llah! Annem vefĂ‚t etti, uzerinde de bir aylık oruc borcu var, onun adına borcunu odeyeyim mi?» dedi.
Resûlullah:
«–Annenin uzerinde mal borcu olsaydı onun adına odemez miydin?» diye sordular.
«–Evet, oderdim!» deyince de, Efendimiz:
«–AllĂ‚h ’a olan borc, odenmeye daha lĂ‚yıktır!»” buyurdular. (Muslim, SıyĂ‚m, 155)
Her gecen gun bunyesi zayıflayan hasta ve yaşlıların tutamadıkları farz orucları icin sağlıklarında fidye odemeleri veya fidyenin odenmesini vasiyet etmeleri şarttır. Boyle bir vasiyetin mevcûdiyeti ve terekenin ucte birinin de yeterli olması hĂ‚linde mîrascıların bu fidyeyi odemeleri, dînî bir vecîbedir. Vasiyeti yoksa veya terekenin ucte biri vasiyet icin yeterli değilse, mîrascıların teberrû kabîlinden bunu odemeleri tavsiye edilmiştir.
Yolculuk, hastalık, gebelik, sut emzirme, ileri derecede aclık ve meşakkat gibi mazeretler de oruc tutmamaya veya başlanmış bir orucu bozmaya ruhsat teşkil etse de, tutulamayan bu oruclar icin fidye odenmesini cĂ‚iz kılmaz. Mazeret hĂ‚li ortadan kalkınca bunların kazĂ‚ edilmesi gerekir. Bu kimseler şayet kazĂ‚ edemeden olmuşse, mîrascıların aynı şekilde bu oruclar icin fidye vermesi, İslĂ‚m Ă‚limlerince cĂ‚iz, hattĂ‚ mendup (tavsiye edilen) bir davranış olarak gorulmuştur.
Sağlığında mazeretsiz olarak oruc tutmamış ve kazĂ‚ da etmemiş kimse adına dahî vefĂ‚tından sonra fidye verilebileceği, bu fidyenin, olenin oruc borcunu iskāt[22] etmesinin muhtemel olduğu soylenmiştir. Âlimler bu hususta ihtilĂ‚f edip tartışmışlardır.
ÎfĂ‚ edilemeyen ibadetler icin mukellefin vefĂ‚tından sonra fidye odenmesinin cevĂ‚zı ve borcu duşurucu olup olmadığı tartışması, bedenî ibadet olmaları sebebiyle “namaz ve oruc” uzerinde temerkuz eder. Mukellefin sağlığında îfĂ‚ etmediği “kurban, adak, kefĂ‚ret, zekĂ‚t” gibi malî ibadetlerin, vefĂ‚tından sonra vasiyetine bağlı olarak veya mîrascılar tarafından kendi arzularıyla mĂ‚lî odeme şeklinde telĂ‚fi edilmesi, daha mĂ‚kul gorunmektedir. Zira hem borcla îfĂ‚sı arasında cins birliği mevcuttur, hem de bu tur ibadetlere ucuncu şahısların hakları taalluk etmiştir. MĂ‚lî ibadetlerde niyĂ‚bet, yani vekillik de kĂ‚ide olarak cĂ‚izdir.
Bu goruşlerin temelinde ise herhangi bir şer ’î delilden ziyade; umit, ihtiyat ve temennîye dayalı bir iyimserlik bulunmaktadır.
6- KUR ’ÂN OKUMAK Kur ’Ă‚n-ı Kerîm okuyup sevĂ‚bını vefĂ‚t eden kimselere bağışlamak da onlar adına yapılan iyilik ve hayır cumlesindendir.
Kur ’Ă‚n tilĂ‚veti sebebiyle hĂ‚sıl olacak ilĂ‚hî rahmetten mevtĂ‚nın da istifĂ‚desi icin bilhassa YĂ‚sîn-i Şerîf okunması, herkesin bildiği ve tatbik ettiği bir usûldur. Nitekim hadîs-i şerîfte şoyle buyrulur:
“…YĂ‚sîn, Kur ’Ă‚n ’ın kalbidir. Bir kimse onu AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sını ve Ă‚hiret yurdunu talep ederek okursa, muhakkak gunahları bağışlanır. Olulerinize de YĂ‚sîn Sûresi ’ni okuyunuz.” (Ahmed, Musned, V, 26)
Yine Resûlullah Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Sizden biri vefĂ‚t ettiğinde onu fazla bekletmeyin! Onu serî bir şekilde kabrine goturun! Kabrinin baş ucunda FĂ‚tiha Sûresi ve ayak ucunda da Bakara Sûresi ’nin sonu (Âmene ’r-Resûlu) okunsun!” (TaberĂ‚nî, Mu ’cemu ’l-Kebîr, XII, 340; Heysemî, Mecmau ’z-ZevĂ‚id, III, 44; Deylemî, Musned, I, 284)
AlĂ‚ bin el-LeclĂ‚c, sahĂ‚be-i kirĂ‚mdan olan babası LeclĂ‚c ’ın, vefĂ‚tı esnĂ‚sında kendilerine şu vasiyette bulunduğunu rivĂ‚yet etmiştir:
“Beni kabre koyduğunuz zaman;
بِسْمِ اللّٰهِ وَعَلٰى سُنَّةِ رَسُولِ اللّٰهِ : AllĂ‚h ’ın adıyla ve Resûlullah ’ın sunneti uzere (seni Hakk ’a emanet diyoruz) deyiniz ve uzerime toprak atınız. Ba­ş ucumda Bakara Sûresi ’nin evvelini ve son kısmını okuyunuz. Şuphesiz ben, Abdullah bin Omer ’in bu uygulamayı guzel gorduğune şahit olmuştum.” (Beyhakî, es-Sunenu ’l-KubrĂ‚, IV, 56)
Yine AlĂ‚ bin el-Lec­lĂ‚c ’ın oğlu Abdurrahman da şoyle der:
“Babam bana şoyle dedi:
«–Yavrucuğum! Olduğumde bana lĂ‚hit turu bir kabir kaz! Beni kabrime koyduğun za­man;
بِسْمِ اللّٰهِ وَعَلٰى مِلَّةِ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : AllĂ‚h ’ın adıyla ve Resûlullah ’ın dîni uzere (seni Hakk ’a emanet diyoruz) de! Sonra uzerime kurek kurek toprak at!­ Sonra baş ucumda Bakara Sûresi ’nin başını ve sonunu oku! Ben Resûlullah Efendimiz ’in boyle buyurduklarını işittim.” (Heysemî, III, 44)
SahĂ‚be-i kirĂ‚mdan Amr bin Âs ’ın vefĂ‚tı esnĂ‚sında vasiyet olarak etrafındakilere soylediği şu sozler de cĂ‚lib-i dikkattir:
“Beni kabrime defnettiğiniz zaman, bir deve kesip etini parcalayacak kadar mezarımın başında bekleyin ki, sizin varlığınızla yeni hayatıma alışma imkĂ‚nı bulayım ve Rabbimin elcilerine vereceğim cevapları hazırlayayım.” (Muslim, Îman, 192)
Bu rivĂ‚yeti kitabında zikreden İmĂ‚m Nevevî, İmĂ‚m ŞĂ‚fiî Hazretlerinin şu sozlerini nakletmiştir:
“Mezarın başında Kur ’Ă‚n ’dan Ă‚yet ve sûreler okumak mustehabdır. Kur ’Ă‚n ’ın tamamının okunması (hatmedilmesi) ise, daha guzeldir.”[23]
Bir hadîs-i şerîfte zikredildiği uzere Resûlullah Efendimiz, Sa‘d bin MuĂ‚z vefĂ‚t ettiğinde onun cenĂ‚ze namazını kılıp onu kabrine koyduktan ve uzerini toprakla orttukten sonra uzun muddet ashĂ‚bıyla birlikte tesbihatta bulunmuş, tekbir getirmiştir.[24]
TĂ‚biîn neslinin buyuk hadis Ă‚limlerinden İmĂ‚m Şa‘bî Hazretleri şoyle der:
“Yakınlarından biri vefĂ‚t ettiğinde EnsĂ‚r, sık sık onun kabrini ziyaret eder, yanında Kur ’Ă‚n okurlardı.”[25]
Yine İmĂ‚m Şa‘bî Hazretleri şoyle der:
“EnsĂ‚r, meyyitin yanında Bakara Sûresi ’ni okurlardı.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, II, 445/10848)
TĂ‚biînden CĂ‚bir bin Zeyd, meyyitin yanında Raʻd Sûresi ’ni okurdu. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, II, 445/10852)
Butun bu rivĂ‚yetlerden anlaşılacağı uzere kabirleri ziyaret etmek, orada bulunanlara selĂ‚m verip duĂ‚ ve istiğfarda bulunmak, onlar adına hayır-hasenĂ‚t yapıp Kur ’Ă‚n tilĂ‚vet etmek, hem diriler hem de oluler icin bir rahmet vesîlesidir.
Hazret-i Peygamber ve ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın kabir ziyaretiyle ilgili sozleri ve tatbikĂ‚t­ı, bu hususta ifrat ve tefrite duşmeden nasıl davranılması gerektiğini bizlere acıkca gostermektedir.
7- TÂZİYEDE BULUNMAK Bir yakını vefĂ‚t eden veya herhangi bir musîbete uğrayan kimselere tĂ‚ziyede bulunmak, yani onları tesellî ederek sabır telkin etmek de muhim bir ictimĂ‚î hizmettir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz şoyle buyurmuştur:
“Bir musîbeti sebebiyle din kardeşine tĂ‚ziyede bulunan mu ’mine, Allah TeĂ‚lĂ‚ kıyĂ‚met gunu kerem elbiselerinden giydirir (şeref bahşeder).” (İbn-i MĂ‚ce, CenĂ‚iz, 56)
Âciz yaratılan insanoğlu, belĂ‚ ve musîbetler karşısında desteğe ve tesellîye muhtactır. Dolayısıyla cenĂ‚ze teşyîi ve tĂ‚ziye gibi hususlar, cok muhim birer İslĂ‚mî ve insĂ‚nî vazifedir. Bunları ihmĂ‚l etmek, bir mu ’min icin buyuk bir vebal ve noksanlık sebebidir.
Ayrıca unutmayalım ki bugun bir kardeşimize cok gorduğumuz ufak bir ziyaret ve tesellîye, yarın kendimiz muhtac duruma duşebiliriz. Bu sebeple, ihtiyac duyduğumuz bir zamanda cevremizde tutunacak bir dal bulmak istiyorsak, bugun din kardeşlerimizin acısını paylaşmaya ve her turlu dertlerine derman olmaya gayret etmeliyiz. Zira gercek bir din kardeşliği, kardeşinin saĂ‚detini paylaşmak kadar, derdini paylaşmaya da gonullu olmayı gerekli kılar.
Dipnotlar:
[1] Bkz. el-HucurÂt, 10.
[2] Techîz: VefĂ‚t eden kimse icin genel olarak yapılması gereken hazırlıklar.
Tekfîn: VefĂ‚t eden kimsenin kefenlenmesi.
Teşyî: VefĂ‚t etmiş kimsenin tabuta konulup musallĂ‚ya, yani cenĂ‚ze namazının kılınacağı yere ve namazdan sonra da kabristana taşınması.
[3] Farz-ı kifĂ‚ye: Bir veya yeterli sayıda kişi tarafından yerine getirilmesi ile başkaları uzerinden sorumluluğu kalkan farz.
[4] Mustehab: Yapılması dînen emredilmediği hĂ‚lde makbul sayılan şeyler. İşleyen sevap kazanır, işlemeyen gunaha girmez.
[5] CenĂ‚ze namazını ikinci defa kılmak, Hanefîlere ve MĂ‚likîlere gore mekruhtur. ŞĂ‚fiîlere ve Hanbelîlere gore ise cenĂ‚zeye yetişemeyenin, definden sonra bile olsa, ayrıca cenĂ‚ze namazı kılması cĂ‚izdir; hattĂ‚ ŞĂ‚fiîlere gore bu, sunnettir.
[6] İbn-i Sa‘d, Tabakāt, I, 144; BelĂ‚zurî, EnsĂ‚b, I, 451.
[7] İbn-i Abdilberr, İstiĂ‚b, I, 59; İbn-i Esîr, Usdu ’l-GĂ‚be, I, 51; KastalĂ‚nî, MevĂ‚hibu ’l-Ledunniyye, I, 259.
[8] Hadîs-i şerîfin tam metni icin bkz. sf. 131.
[9] Bkz. Muslim, CenĂ‚iz 94; Ebû DĂ‚vûd, CenĂ‚iz 76; Tirmizî, CenĂ‚iz 58.
[10] Ebû DĂ‚vûd, CenĂ‚iz 19-20; Ahmed ibn-i Hanbel, Musned V, 26, 27; İbn-i HibbĂ‚n, Sahih, V, 3.
[11] Bkz. Muslim, İmĂ‚re, 119, 120; NesĂ‚î, Buyû, 98; Ahmed, V, 289.
[12] Tirmizî, CenĂ‚iz, 69/1069; NesĂ‚î, CenĂ‚iz, 67.
[13] BuhĂ‚rî, Nefekāt, 15; Muslim, FerĂ‚iz, 14.
[14] el-AhzÂb, 6.
[15] Bundan dolayı, borcunu odemek istediği hĂ‚lde mal bırakamayan kimsenin borcunu, devlet başkanının beytulmĂ‚lden/devlet hazinesinden odemesi îcĂ‚b eder.
[16] Bkz. Muslim, CenÂiz, 58.
[17] Bkz. Ebû DĂ‚vûd, CenĂ‚iz, 39/3166; Tirmizî, CenĂ‚iz, 40.
[18] Kırat: Kıymetli taşların tartılmasında kullanılan iki desigramlık olcu. Dirhemin on altıda biri.
[19] Ebû DĂ‚vûd, CenĂ‚iz, 54-56/3199.
[20] Hadîs-i şerîfin tam metni icin bkz. sf. 123.
[21] Bkz. Muslim, CenÂiz, 102.
[22] İskāt: Namaz, oruc, kurban, adak, kefĂ‚ret gibi ibadet ve borcları îfĂ‚ etmeden vefĂ‚t etmiş bir kimseyi bu borclardan kurtarmak icin fukaraya nakdî bedellerini vermeye denir. (Hayrettin Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, s. 81-85)
[23] Nevevî, RiyĂ‚zu ’s-SĂ‚lihîn, Beyrut, ts., s. 293.
[24] Hadîs-i şerîfin tam metni icin bkz. sf. 132.
[25] Ebû Bekir bin HallĂ‚l, el-KırĂ‚e ınde ’l-Kubûr, Beyrut 1424, s. 89, no: 7.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
OLEN KİŞİNİN ARKASINDAN KUR ’ÂN OKUMANIN İSLAM ’DAKİ YERİ
OLMUŞ KİŞİLERİN YERİNE ORUC TUTULABİLİR Mİ?
OLENLER İCİN 7. GUN, 40. GUN VE 52. GUN DUASI VAR MI?