
İnsanoğlu, îman anahtarı olan rûhÂnî tefekkurden uzaklaştıkca, kendisine bahşedilmiş olan nîmetleri, ilÂhî bir lûtuf olarak değil de tabiî bir hakkı olarak gormeye başlar. Bu ise insanı, uzerindeki sayısız nîmetleri gorebilme hususunda Âdeta Âm kılar.
NÎMETLERİN HESABI SORULACAK
CenÂb-ı Hak Kur ’Ân-ı Kerîmʼde;
“Sonra o gun (dunyada yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesaba cekileceksiniz.” (et-TekÂsur, 8) buyurmaktadır. Bu şekilde, uzerimizdeki butun nîmetlerin mesʼûliyetine dikkat cekmektedir. İşte bu Âyet-i kerîme nÂzil olduğunda, dikili bir cadırı bile olmayan yoksul bir sahÂbî ayağa kalkarak;
“–Benim uzerimde (hesaba cekileceğim) nîmetlerden bir şey var mı?” diye sordu.
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise;
“–(İstifÂde ettiğin) ağacın golgesi, (ayağına giydiğin) iki nalin ve (ictiğin) soğuk su.” cevÂbını verdi. (Bkz. Suyûtî, VIII, 619)
Boylece, hicbir şeye sahip olmadığını duşunen bir insanın dahî, Âhirette hesabı verilecek nice nîmetlerle perverde bulunduğuna işaret buyurdu.
İSTİFÂDE ETTİĞİMİZ HER ŞEY BİZİM İCİN YARATILDI
Bu anlayışla duşunecek olursak kolayca idrÂk ederiz ki, doğrudan veya dolaylı olarak istifÂde ettiğimiz her varlığı CenÂb-ı Hak bizim icin yaratmıştır:
MeselÂ; golgesinden, meyvesinden, gonle ferahlık veren rÂyihasından ve gozu okşayan hoş goruntusunden istifÂde ettiğimiz nebÂtÂtı; etinden, sutunden, derisinden mustefîd olduğumuz hayvanÂtı, ictiğimiz tatlı suları, diğer hayvanÂta verilmeyip bizlere lûtfedilen mustesn nîmetleri, Rabbimiz hep bizim icin ihsÂn eyledi. Hayatımızı mumkun kılacak derecede hassas olculerle, Dunyaʼyı, atmosferi, toprağı, suyu yaratıp, butun bunları bizlere ÂmÂde kıldı.
VelhÂsıl CenÂb-ı Hakkʼın bizlere ihsÂn ettiği nîmetleri saymakla bitiremeyiz. Nitekim Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“O, goklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lûtfu olmak uzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda duşunen bir toplum icin ibretler vardır.” (el-CÂsiye, 13)
“O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer AllÂh ’ın nîmetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şuphesiz insan cok zalimdir, cok nankordur.” (İbrahim, 34)
TEFEKKUR, ŞUKRETMEYE KAPI ARALAR
Demek ki dunyada hicbir şeyi olmadığını duşunen, fakr u zarûret icindeki bir insan bile -şÃ‚yet iyi tefekkur edebilirse- şukretmesi gereken nice nîmetlere mustağrak hÂlde bulunduğunu anlar. Bunun neticesinde de, huzur ve şukur hÂlinde bulunur.
Bunun aksine insan, sayısız nîmetlere gark olmuş bulunsa da, bu nîmetler uzerinde lÂyıkıyla tefekkur etmediği takdirde, hicbir şeyi yokmuş gibi, bir ic sıkıntısı, stres ve kasvet hÂli yaşar. Bu hÂl, gunumuzun en muhim problemlerinden biridir.
Zira kapitalist, liberalist ve materyalist sistem, insanların şuur altına dÂimÂ;
“–Daha fazlasına sahip olmalısın, daha cok tuketebilmelisin!..” anlayışını telkin ediyor. NefsÂnî iştahların reklÂm ve modalarla surekli tahrik edilmesi neticesinde, insanlar hicbir nîmeti kÂfi gormeyip kanaatsizliğin getirdiği rûhî buhranlardan kurtulamıyor. Bugun dunyanın bir tarafı maddî refahın zirvesinde, fakat aynı zamanda rûhî buhranların pencesinde…
ALLAH KATINDAKİ ŞUKREDİCİ VE SABREDİCİLER
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise, gonul huzuruna erebilmemizin Âdeta recetesi mÂhiyetinde, şu kıymetli tavsiyelerde bulunmuşlardır:
“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız! Bu, AllÂhʼın, uzerinizdeki nîmetini hor gormemeniz icin daha uygun bir davranıştır.” (Muslim, Zuhd, 9)
“…Kim dîni hususunda kendisinden ustun olana bakıp ona tÂbî olur, dunyası hususunda da kendinden aşağı olana bakıp AllÂh ’ın kendisine vermiş olduğu ustunluğe hamd ederse, Allah o kişiyi şukredici ve sabredici olarak yazar…” (Tirmizî, KıyÂmet, 58/2512)
ASR-I SAÂDETTE RÛHÎ BUHRANA RASTLAYAMIYORUZ
İşte bu nebevî telkin ve tÂlimatların bereketiyledir ki, butun maddî imkÂnsızlıklara rağmen, asr-ı saÂdette bir rûhî buhrana rastlamıyoruz. Asr-ı saÂdet toplumu; kanaatin, zuhdun, takvÂnın ve asıl hayatın Âhiret hayatı olduğu gerceğini idrÂk etmenin verdiği gonul huzuruna kavuşmuşlardı. Boylece şahsî problemlerini aşmış, diğergÂm bir ruhla, ebedî saÂdet mesajını butun dunyaya taşıma dÂvÂsının ulvî heyecanına burunmuşlerdi.
VelhÂsıl, bir bardak su ikram edene bile bir teşekkur borcu hissetmek gerekirken uzerimizdeki sayısız nîmetlerin tefekkurunde derinleşerek -farkında olduğumuz ve olmadığımız- butun ikramları icin Rabbimizʼe şukretmeli, Oʼnu her dÂim hamd ile tesbîh etmeliyiz. LÂyıkıyla şukredebilmekten Âciz olduğumuz icin de, affımızı dileyip istiğfÂra devam etmeliyiz.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2015 – Ağustos, Sayı: 354.
İslam ve İhsan